Türkiye’nin Libya Politikası da Suriye Politikası gibi yanlışlarla başladı, stratejik
zorunluklarla doğruyu bula bula devam ediyor. Arap Baharı’nın yaprak döküm yılı olan 2011’de Türkiye’nin tüm tercihleri Küresel Güçler
adına taşeronluk yapmaktan ibaret iken 5 yıl sonrasında klasik millî
çizgiye dönüşe geçerek telâfi sürecine girdi. Suriye özelinde yapılan Harekâtlar (Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı)
ve Rusya’yla diplomasi ne kadar doğru ise Esad takıntısı daha doğrusu Şam Rejimi’yle
temassızlık o
kadar yanlıştı ama durum bir şekilde idare edilmiştir.
Aynı şekilde Libya ile geçen yıl imzalanan Deniz Yetki
Alanlarının Sınırlandırılması yani
Denizden
Komşuluk Anlaşması ne
kadar doğruysa Mısır Devleti’yle diplomatik kopukluk o derece yanlıştır. Sisî’nin geliş şeklini eleştirebilirsin lâkin 6 yıldır Devletin başında bulunan ve şimdilik 2024’e kadar da bulunmaya devam edecek gibi
gözüken biriyle İhvancı takıntılarla münasebet geliştirememek demek yüz milyonluk
komşu ve kardeş bir ülkeyi es
geçmek demektir. Libya eski
toprağın ise Mısır daha eski toprağın hatta daha Müslüman Oğuzlar Anadolu’ya gelmeden Mısır’da Türk-İslam
Devletleri
mevcuttu.
Türkiye’nin hem teoride hem pratikte en iyi ve en
derin Ortadoğu uzmanı Mustafa Kemal Atatürk’tür; şansa bakın ki Türkiye Cumhuriyeti’nin
de Kurucusu. Libya’dan Suriye’ye hem sahada hem
uluslararası arenada
görev yapan bu Adam; “Emperyalist
devletler aynı derecede Türk’ün de, Arap’ın da düşmanıdır” ve “Arap ülkeleriyle tarihî, sosyal, kültürel
ilişkilerinizi geliştirin. Fakat aralarındaki anlaşmazlıklara karışmayın” gibi prensipler bırakmış halefi olacaklara.
Bu tecrübeyi parayla satın alamazsın ancak acı
hatıralarla kazanabilirsin.
Bu analitik girizgâh sonrasında ‘Mavi Vatan’ tabirini bulanları ve Doğu Akdeniz’deki egemenliğimiz adına çabalayanları tebrikliyeyim; Cem Gürdeniz’den Cihat Yaycı