Her on yılda bir yapılan askeri darbelerin neticesinde bir memlekette demokrasi kültürü ne kadar gelişirse, Türkiye’de de bu kültür o nisbette oluştu. 1980 darbesinden sonra kurulan Anavatan partisinin şaşalı dönemi bitip 1990’lı yıllara gelindiğinde eski siyasi partilerin isimleri ve o partilerin liderleri yasaklı olduğu halde seçimlere gidiliyor, hiçbir parti tek başına iktidara gelemiyordu. Derme çatma kurulan partiler ve emanetçi parti genel başkanlarıyla koalisyonlar kuruluyor ama bir türlü kurulan bu koalisyon hükümetleri uzun süreli yürümüyordu.
Ogünlerde bir takım entelektüeller ve yazarlar, açık oturum ve gazete köşelerinde, “yönetilmeyen demokrasi” ifadesini çok sık kullanır oldular ve Türkiye bu iki kelimeyle o yıllarda tanışmış oldu. Özellikle Fransa ve İngiltere demokrasilerinden örnekler vererek, yönetilebilir demokrasi arayışlarına girdiler. Bu gün de saygınlığını hala koruyan entelektüellerimizden Taha Akyol, bu konularda çok yazdı ve belki de şu an seçim sistemimize 1983 anayasası ile giren %10 barajını en fazla savunan yazarlarımızdan biriydi.
Akyol, AKP iktidarlarını bu yüzden uzun yıllar sırf tek partili hükümet yönetimi olduğu için destekledi, ta ki, gerek AKP, gerekse Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da güç zehirlenmesini görene kadar.
Evet, AKP ve Cumhurbaşkanı, güç zehirlenmesi sendrom’u yaşıyorlar. 13 yıldır girdikleri her seçimden büyük bir oy çokluğuyla galip gelmeleri, onları sürekli hata yapmaya yöneltiyor. Neredeyse muhalefet partilerini yok sayıyorlar, önerilerini kesinlikle nazar-ı dikkate almıyorlar. Hele cumhurbaşkanı, %52 ile seçildim diye anayasada belirtilen kurallar çerçevesinde hareket etmesi gerekirken, kendisini başkan seçilmiş olarak görüyor ve hâlâ da öyle hareket ediyor.
Millet olarak alışık olmadığımız üslup ve konuşmalar, iç ve dış olaylara müdahale tarzı, adeta bizleri şaşırtıyor. Bakmışsınız medya patronuyla kavga ediyor, bir bakmışsınız merkez bankası başkanına müdahale, muhalefet liderlerine hakaretler:
-“Kaçak saray kadar başınıza taş düşsün”,
-“Kuzu kuzu geleceksiniz”,
-“Ey Doğan Hilton’un arkasına yapacağın rezidans’ı unutmadık, neyse ki orası sit alanı ilan edildi de kurtuldu”.
Evet, geçmiş Cumhurbaşkanlarından alışık değiliz böyle ifadelere, bildiğimiz kadarıyla da yönetilebilir demokrasilerin hiç birinde bu gibi sözlere rastlayamazsınız.
Hele hele Başbakanın sözleri evlere şenlik:
-“Ankara’daki katliamdan sonra partimizin oyları bir puan yükseldi”,
Van mitinginde: -“Eğer biz seçimi kaybedersek, buralara 90 larda olduğu gibi beyaz Toros’lu adamlar gelir ve faili meçhul olaylara katlanmak zorunda kalırsınız”,
Muhalefet liderlerine: -“Sivas’ın ötesine gidemiyorsunuz” diyor ama kendisi Gaziantep’e gizlice gidiyor.
IŞİD’ci “Canlı Bomba”ların aileleri; -“Benim çocuğum Işid’e katılacak canlı bomba olabileceğinden şüpheleniyorum tutuklayın onları” denildiğinde:
“Eylem yapmadan tutuklayamayız” deniliyor ama yazılmayan kitabın sahibi, işlenmemiş suçların failleri (Ergenekon ve Balyoz) davalarında olduğu gibi yıllarca içeride yatırıp, itibarsızlaştırılıyor.
Bütün bu sözlerden sonra yönetilebilir demokrasi ve iyi yönetilebilinen bir Türkiye den söz etmenin mümkün atı varmı?
Saygılarımla.