Yılanların İntikamı

113

Üstat Rasim Özdenören, bir yazısında, sosyal ilişkilerin de bir bedeli olduğunu vurgulamak için şu olayı anlatmış: 1960’larda Türkiye’ye Meksika buğdayı denen bir buğday türü getirilir. Bu buğdayın özelliği 1’e 100 vermesidir. Buğdayın Çukurova iklimine uygun olduğu düşünülür. Buğday ekilir. Ancak verim alınabilmesi için tohumun 40-50 santim derin ekilmesi gerekir. Böyle yapılır. Neticede, mevsim geldiğinde sonuç beklendiği gibi olur, bol ürün elde edilir. Fakat çok geçmeden tarlaların, fareler tarafından istila edildiği gözlenir. Fareler ambarları bile talan etmiştir. Önceki yıllarda görülmeyen bu afet neyin nesidir diye araştırıldığında durum anlaşılır: Buğday derine ekildiği için toprağın altında kış uykusuna yatan yılanların biçildiği, öldüğü; farelere gün doğduğu ortaya çıkar. Yılanlar, fareler aracılığıyla intikamını almıştır yani doğa, bedel ödetmiştir. Ya yılanları öldüreceksin bunun karşılığında bol buğday elde edeceksin ya da yılanlara dokunmayacaksın, fareleri onlara yem edeceksin buna mukabil bol buğdaydan vazgeçeceksin. Sonuç olarak söylersek, yılan, fare, buğday aynı anda olmuyor; ancak birini ya da ikisini feda ederek birini kurtarmak mümkün olabiliyor.

İster kozmoloji olsun, ister biyoloji, ister fizik; hangi bilim alanı olursa olsun, bunların dayandığı yasaların bir benzerini sosyal olaylarda görmemek mümkün değil. Kimyanın yasası bozulursa ozon delinir, fiziğin yasası bozulursa depremler olur, biyolojinin yasası bozulursa istenmeyen canlı vahşeti ortaya çıkar. Hepsinin temelinde insanın doymak bilmeyen iştahı var. Biz buna ihtiras diyoruz.

İhtiras, insanları esir ediyor, sosyal dengeleri bozuyor; kişinin hem kendisine hem de kendisiyle ilişkili bulunduğu kişilere zarar veriyor. Yetkinlikten ve yetenekten mahrum kimselerin yetkili kılındığı bir sosyal düzen sizce nasıl olur? O düzende sırf sesleri bülbüllerden fazla çıktığı için kargaların tenor olması, kişileri müzik zevkinden mahrum bırakmaz mı? Bir düzen ki ayaklar baş, başlar ayak olmuş; bu düzende insanlar içlerine kapanmaz, bir şey yapamamaktan kaynaklanan bir kırgınlık yaşamazlar mı? Oluşan kaotik ortam, yalnız tarafları ilgilendirmekle de kalmaz. Durumun farkında olan, çevresinde olan bitene ilgisiz kalmayan insanlar, gözlemleri sonucu “Burada bazı şeyler yanlış gidiyor.” diyerek insanın kıymetinin bilinmediği duygusuna saplanabilir. Onların iş motivasyonu düşebilir. Buna sebep olanların, bu kişiler nazarındaki kredisi düşebilir. Silsileyle yaşanan gelişmeler, insanlarda olumsuz dünya görüşü oluşturabilir.

Çölde leyleğin çırptığı kanat, okyanusta fırtınaya dönüşebiliyor bazen. Fırtınada batan gemilerin sorumlusu kim olacak? Yapılan bir hata, kötülük; hiçbir zaman yapıldığı yerde ve yapıldığı kadarıyla kalmıyor. Onun tahmin edilemeyecek sonuçları oluyor. Doğacak sonuçları yönüyle herkes, söylediği sözden, yaptığı yorumdan, ortaya koyduğu davranıştan, attığı adımdan sorumludur. Şu da bir gerçek ki, kalbiniz düzgün olursa sözünüz doğru, işiniz de güzel oluyor. İçinizde yaşattığınız güzellik, sizi hesabını veremeyeceğiniz kötülüklerden koruyabiliyor.

Bekir Sıtkı Erdoğan, doğadaki ilahi dengeyi örneklerle ne güzel anlatıyor: “Her canlıya Hak layık olan cevheri verdi / Tırtıl iki diş bulsa eğer, ormanı yerdi. / Şayet kediler haftada bir gün uçabilse; / Dünyada bütün serçelerin nesli biterdi.” Allah, doğayı yaratırken, başıboş bırakmamış, bir yasaya bağlamış. Buna tabiat yasaları diyoruz. İnsanı yaratırken, onun bütün fizyolojik, biyolojik, psikolojik özelliklerini genlerine kodlamış. İnsanlar ve toplumlar arasındaki ilişkileri de bir yasaya oturmuş. Böylece fıkıh ya da hukuk ortaya çıkmış. İnsanın kendisi dışındaki her türlü varlıkla ilişkisi sosyolojinin konusuna girer. Bir sosyoloji profesörü bir gün sekreterinin intihar ettiğini görür. Durum trajiktir. İkinci gün, ikinci sekreteri intihar eder. Profesöre göre durum, sosyolojiktir. Sosyal olaylarda bir disiplin, bir mantık vardır. Bir eylem, yasal olsa bile, hukuki, fıtri değilse, mutlaka birtakım arızalara yol açar. Köylülerin, çok buğday elde etmek amacıyla tarlayı derin sürmelerinde yasal hiçbir engel yoktur. Ancak, yılanların ölmesi, farelerin çoğalmasına yol açmıştır. Köylüler, doğanın yasasına müdahale etmişlerdir. Bu da yılanların intikamı olarak ortaya çıkmıştır.

Tabiat, herkese yeter. Fazla kazanmak arzusuyla, aç kalmak korkusuyla ona gereğinden fazla yüklenmek, zarar vermektir. Biz açgözlülük yapmaz, bencilce davranmazsak doğanın yasasına ayak uydurmuş oluruz. İnancımız da, günlük yaşamamızı öğütlerken, yarının sahibi olduğunu hatırlatıyor. Bu sahip, tabi ki, biz değiliz. Burada teslimiyet gerekiyor. Kürekleri aheste çeken, huzur-ı kalp ile menzil-i maksuda varıyor. Bırakın yılanlar yaşasın, fareler cirit atmasın, buğdayımız az olsun.