Yeşil Komünizm ifadesi Tercüman köşe yazarlarından Tekin Erer’e ait olmalıdır. Son yıllarda görünen o ki; komünizmin alışılmış kızılı artık iyice yeşilleniverdi. Bu eğilim aşırı sol ideolojik geleneğinden gelmemesine rağmen; milli devlet, milliyetçilik ve milletleşmeyi hastalık sayan, milliyetçiliği ırkçılık olarak görmesine karşılık, etnik ırkçılığa sempati duyan sağın bir bölümü ile ilgilidir.
Bunlara göre, Müslümanın vatanı, bayrağı, devleti, milliyeti ve milli menfaati olmamalıdır. Bu çarpık anlayış, aşırı solun işçi sınıfının egemenliği, sözde proletaryanın zaferi ve sosyalist devrimin yerine geçmektedir. Evrenselci ve beynelmilelci, milliyet ve milletleşmeyi reddeden, milli değerleri hiçleyen, aslında emperyal amaçlara hizmet eden sözde bir ümmet anlayışı ortaya çıkmıştır.
Aslında farklı milletleri bünyesinde barındıran ümmet anlayışını reddeden bu yaklaşım bir ütopyadır. Milletsiz ümmet, Müslümanları sürü ve kalabalık şeklinde gören sakat anlayıştır.
Bu eğilim yeni değildir. Ancak, küreselleştirmenin Büyük Ortadoğu Projesi soğuk harp sonrası dönemde, önü açılmış devletleri bir dönüştürme aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Müslüman ümmetin ve bu ümmetin içinde yer alan milletlerin menfaati ile de ters olan, küresel gücün Dünyayı parsellemesine yardımcı olan bu anlayışta değişim için değişim esastır. Milli ve manevi değerleri koruyarak geliştirmek ve muhafaza etmek endişesi olmayan sözde muhafazakârlık, sahte banknot gibi piyasada dolaşmaktadır.
Sivil ve askeri vesayetten kurtulmak uğruna, yabancı vesayete bile yeşil ışık yakılmaktadır. Ne olursa olsun, yeter ki Ankara’nın sözde zulmü silinsin! Bu eğilim, milli ve üniter devlet karşıtlığını da bünyesinde barındırmaktadır. Emperyal güçler, 1923 Türkiye’sine karşı 2010’larda halk katında etkili bir ortak ve taban bulmuş olmaktadırlar. Sözde İslami ve muhafazakâr görüntülü Türk düşmanlığı, onların arayıp da bulamayacağı bir şeydir. Tarih tekerrür mü ediyor, 1920’lere mi dönüyoruz soruları akla gelmektedir.
İşte birçok demokratik ülkede benzerleri görülen andımızı kaldırma ve onu 1930 modeli bir arabaya benzetip faşistlikle suçlama belirli bir süreçte yol almıştır. Milli devlet ve Cumhuriyetten hınç alma, kendi kendini ötekileştirme sonucunda Andımızı kaldırma örnekleri devam edeceğe benzemektedir.
Milliyetçileri faşistçilikle, kafatasçılıkla suçlama modası nüksetmiştir. 1970’li yıllarda komünizmi kurtuluş olarak görenler ve büyük çapta yanılanlar, kendilerinden olmayan, kendilerine hizmet etmeyen herkesi faşistlik ile suçlarlardı. İdeolojinin bağnazlığından kendilerini kurtarıp uyananları, gerçeklerle tanışıp teori ve pratiğin çok farklı olduğuna şahit olanları da revizyonistlik ve sosyal faşistlik ile itham etmişlerdir.
Bizi ziyarete gelen bazı gençler “Hocam, bize faşist diyorlar, bu ne ki” diye sorarlardı. Bu ithamı da şiddetle reddederlerdi. Komünistler ise; bilerek ve biraz da çevre şartlandırması ile yollarını seçtiklerinden, komünist sıfatından rahatsız olmaz, hatta gurur duyarlardı. Ankara’da, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi önünde bir kavgaya şahit olmuştum. Kendi dışındakileri faşist olarak görenlerin çoğunun yakasında orak-çekiçli rozet vardı.
Bu gençler de bizim çocuklarımızdı; ama rehbersizlik dolayısıyla bir yazarın dediği gibi “yanlış asansöre binmiş”, kapanın elinde kalmışlardı. Katı ideolojik saplantı onları ülke sorunlarından, Türk Dünyasından çok uzaklara taşımıştı. Onlar bazı Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerindeki Sovyet güdümlü “Ulusal Kurtuluş Hareketleri” ile ilgilenirlerdi. Sovyet modelini kabul etmeyen Mustafa Kemal ancak bir burjuva devrimcisi olabilirdi. Dün faşistlik suçlaması aşırı soldan gelirdi; bugün ise, sağın malûm bir kesiminden geliyor.