12 Eylül’ün yıldönümü dolayısıyla TV’lerde programlar yapıldı. Ankara’da bir belediyemiz müze açarak o dönem zarar görenlerin eşya ve giyimlerini sergiledi. Bu sergide söz konusu kimseler ya aşırı sol, ya da etnik ırkçı ve bölücü kesimdendi. Oysa 12 Eylül aslında milliyetçi kesim üzerinden bir buldozer gibi geçti. Birçok genç denge olsun diye ve arkası olmadığı için idam edildi; işkence gördü ve milli hassasiyeti olan insanlara marşlar söyletildi! Birçok siyasetçi haksız yere hapis yattı. Sene 2014… Kafalar öyle şartlanmış ki, 12 Eylülden zarar görenleri bile hala “Bizden ve onlardan” diye ayıranlar var. Aynı örneklere Silivri’deki duruşmalarda da zaman zaman şahit olduk. Romantik sol ve aşırı solun bu ideolojik körlüğü işkence görenlerin ortak vasfının insan olduğunu hep göz ardı ediyor. 12 Eylül’ün fikir ve proje babaları; kimlerin patron, kimlerin de “bizim çocuklar” olarak kullanıldıkları bellidir. Ne gariptir ki; bizler hep dünü tartışır; bugünkü benzer gelişmeleri ve kumpasların ardındaki gerçekleri görmezden geliriz. Gaflet ve ihanetleri tartışmayı hep yarınlara bırakırız.
İç ve dış desteklerle palazlanan bölücü ve ırkçı terör örgütü, artık belirli bölgelerimizde –mesela Doğu Karadeniz‘de– sahip olduğu ekonomik güçle yabancılarla, bilhassa Araplarla ortak şirketler kurarak daha ziyade şahıslara ait yaylalardan geniş arazi alıyor. Buraların ileride birer kurtarılmış bölge olarak karşımıza çıkacağı şüphesizdir. Bazı toprak sahipleri de o kadar barışçı, demokrat ve çözümcü ki sadece aldığı paraya bakıyor. Sandıkta desteklediklerine uygun davranarak insan hakları düşmanı, kan akıtan katillere arazi satabiliyor.
Sosyal dokumuzda sapma davranışlar ve çözülme emareleri sürekli artıyor. Muhafazakâr bazı semtlerde bile bazı emlâkçı görüntüsü altındaki kişiler, müşterilerine saatlik ve günlük eşyalı ev kiralıyorlar. Bazı vatandaşlarımız şaşkın, uyuşturulmuş ve zaten türban ve ibadetinin dışında dünya ile fazla ilgili değiller. İbadethanenin yakınındaki ahlak dışı yerleri görmüyorlar bile… Görseler ve şikâyet etseler ne olur ki? AB bastırmış ve bizimkiler on günde fikir değiştirip zinayı suç olmaktan çıkarmışlar. Muhafazakâr olmanın herhalde gereği bu! Anlaşılan Yeni Türkiye‘ye koşan ülkemiz, her türlü özgürlüğe açık olacak, her kimliği kucaklayacak ve kendini inkâr edecek muhafazakârların varlığı ile yükselecek!
Eski Türkiye diye suçlananı ve çöken geleneklerimizi bu toplum çok arayacak; ancak yenisine “bunda da bir hikmet var” deyip uymaya çalışacak. Vatandaşımızın rey verdiği yeni Türkiye’de otoriter eğilimler güç kazanacak, hukuk devleti yara alacak, gökdelenlerde ve maden ocaklarında vahşi kapitalizme uygun esir işçiler tesadüfen hayatta kalabilecek, normal dışı davranışlar özgürleşme diye özendirilecek. Bazı TV dizi ve programları ile gelenekler çökertilecek, terör örgütleriyle içli dışlı olunacak, onlara imtiyazlar verilecek, çözüm adı altında üniter yapı ve milli egemenlik çökertilecektir. Uyuşturucu terörü ülkeyi saracaktır. Ümraniye, Balyoz ve Casusluk suçlamaları ile aslında Ankara etkisizleştirilerek Bağdatlaştırılacaktır. Sırada milli kimliksiz ve Türksüz yeni anayasa var. Milli davalarımız ayak bağı olarak görülecektir. Ver kurtul anlayışı geçerli olacaktır. T.C. ve Cumhuriyetle kavgalı, dışarıdan kullanılan yeni Damat Ferit örnekleri bolca aramızda geziyor. Yeni Türkiye, ona bilerek veya bilmeyerek rey verenler için hayırlı olsun! Türkiye bu tuzakları ve kumpasları da aşacaktır.