Yeni Eğitim Tasarısına Duyulan Tepkinin Sosyolojik Temeli Var mı?

115

 

Tarihsel ve toplumsal olgulardan kopuk bir tepki, insanı gerçeklikten koparır. Etkili ve kalıcı eylem, “olgunun ne olduğunu anlamaya dayanan bakış açısıyla” mümkündür. Eğitim ve öğretim alanında doğru bir tespit yapmak dünyanın değişen dilini, eğitim alanındaki gelişmeleri ve yeni aktörleri görmeye bağlıdır. Çünkü dünya-sisteminin dili ve buna paralel olarak eğitim sistemi değişerek yeni aktörler üretmiştir. Söz konusu değişimin adı, eğitimin sivilleşmesi ve devlete bağlı eğitim sisteminin sınırlandırılmasıdır.

Dünya çapında yaşanan bu değişim, çakma liberallik ve üçüncü tip dindarlık görüntülerine olan tutkumuzdan dolayı sınırlarını aşmış; başka bir şekle bürünmüştür. Ülkemiz ölçeğinde bu durumu, “Millî eğitim sistemimiz ya da insan yetiştirme modelimiz yoktur.” ifadesi özetler. Böyle olmasına karşın, söz konusu çarpık durum sosyo-politik boyut kazanmıştır. Şeklî tartışmalar ve tepkiler, bu tarihsel ve toplumsal olguyu geri çevirmeye yetmez.

Eğitim alanında oluşan sosyo-politik olguyu kısaca özetlememiz gerekirse şunları söyleyebiliriz: 1970’lerden itibaren eğitim görevini üstlenen dershaneler, 2012 itibarıyla büyük bir sektördür. Eski sistemde liseyi bitiren bir öğrencinin üniversitede iyi bir programı kazanması dershaneye gitmesine bağlanmış; bu durum, “Parası olan üniversiteye gider!” mantığını üretmiştir. Merkezden çevreye doğru yayılan bu sistem sadece fırsat eşitliğini ortadan kaldırmamış, aynı zamanda seçkin bir sınıfın oluşmasına katkı sağlamıştır.

Siyasî mücadeleyi toplumdan başlatan dinî-politik kesimin bir tarafı, bu dengesizliği ve “yeniden dirilişin maarifle mümkün olabileceğini” dile getirerek ülke sathında eğitime yönelik bir örgütlenme faaliyetini başlatmıştır. Özel okulların açılmaya başlaması ve her türlü sınavın dershanelere bağlanması bu alanda geniş tabanlı bir yapılanmayı beraberinde getirmiştir. Her türlü sınavda başarılı olmanın ilk şartı dershaneye gitmek olunca, devlet okulları itibarını yitirmeye başlamıştır. Özel alanda oluşturulan “eğitim modeli” oy kaygısıyla bizzat iktidarlar tarafından alkışlanıp kutsanmıştır. Devlet okulları ise şeklî düzeyde belli bir süreci tamamlamak göreviyle sınırlandırılmıştır.

Dershaneler, özel okullar ve öğrenci evleri / yurtları ağı, bölgesel sınırların dışına taşarak dış dünyada faaliyet yapmaya başlamıştır. Biraz kenarda duran, bir ölçüde farklı bir İslâm anlayışına sahip kesimler bu tablodan esinlenerek aynı sistemi biraz daha farklı biçimde uygulamaya başlamışlardır. Özel okullar, dershaneler ve yurtlar yoluyla örgütlenen dinî-politik hareketler büyük bir sektör oluşturmuştur. Siyasî iktidarlar ise herşeyi “özelleştirme” adı altında ya da gücünü koruma gerekçesiyle bu ağa destek olmuştur. Belirtilen ağa en önemli desteği 28 Şubatçılar sağlamıştır. Bir toplumsal olayı ve siyasî hareketi desteklemek her zaman pozitif dille olmaz. Onu aşağılayarak ve gerçek dışı durumla tanımlayarak yapılır ki toplumsal nitelikli hareketler için en önemli destek budur.

Oluşturulan sistem, kapitalist sistemin “dinî kılıflı” bir çoğulculuk modeline eşlik eder görünümündedir. Fakat gerçek rengi farklıdır. Her şeyden önce bu sistem, maddî durumu iyi olan kesime hitap eder. Parasız olarak içine aldığı öğrenciler ise “zeki ve özel yeteneği olan gençler”dir. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın kapitalist sistemin hiyerarşik ve seçkinci mantığına dayanır. Bir öğrencinin bir aylık özel okul / dershane masrafı yaklaşık 1500 TL’dir. İki ve daha fazla öğrenciyi buna göre hesap edebilirsiniz. Daha düşük bir maliyetle veya para ödemeden sisteme dâhil olmak ise başarı durumuna ve ağın içinde yer alma yeteneğine ve işlevine göre değişmektedir.

Eğitim alanında dönen sermayeyi fark eden ve Türkiye’nin geleceğiyle ilgili belli amaçları olan bütün kesimlerin ilköğretimden üniversiteye kadar belirtilen çerçevede örgütlenmesi, devlet okullarını etkisiz ve işlevsiz hale getirmiştir. Maddî gücü yerinde olan bir sınıfın özel amaçlı olan kurumlara eklendiği bir ağ ve büyük ağın farklı bakış açılarını oluşturan ve belli bir amaca dayanan diğer ağlarla birlikte teşekkül eden sistem, millî eğitim sisteminin önüne geçmiştir. Millî eğitim, millîlik vasfını zaten yitirmişti. 1990 sonrası süreçte ise eğitim-öğretim vasfını ve yeterliliğini de yitirmiştir. Bunun en somut kanıtı önemli sınavlar döneminde okulların içinin boşalması, dershanelerin dolmasıdır.

Üniversite mezunlarının devletin herhangi bir kurumunda görev alabilme yeterliliğine ulaşma etütlerini, dershaneler yapmaktadır. Özel sektörün istihdam ve ödüllendirme politikaları, eğitim kadrolarına aşıladıkları mefkûre, devletin eğitim ve öğretim politikalarının önüne geçmiştir. Millîlik vasfını yitiren bir kurumda, beş kuruş maaşa talim eden bir öğretmenin söz konusu durumla mücadele etmesi, aynı etkinliği göstermesi sosyo-psikolojik esaslar açısından mümkün değildir.

1990 sonrası, dünya dil sisteminin devlet alanından sivil alana kaydığı ve devletin her açıdan sınırlandırıldığı bir gerçektir. Böyle bir süreçte sivil alanda gereğini yapmayan, değer üretmeyen ve kurumsallaşmayan bir yapının şeklî tartışmaların sınırlarını geçemez. İster kesintili ister kesintisiz olsun ne fark eder? “Zamanı-mekânı dolduran ve biçimlendiren olgu nedir?” ona bakmak lazım. Öyleyse söz konusu bağlamda anlamlı ve amaçlı eylemle etkili bir ağ oluşturmamış yapıların tepkisi, sosyolojik temellerden yoksundur. Tarihî ve içtimaî alanda dönüştürücü eylem geliştirememiş ve kurumsallaşmamış bir yapının payına düşen bağırmaktır. Kaldı ki bu işe tepki göstermenin alanı, sadece TBMM değildir. Önemli olan toplumsal bağlamda var olmaktır. Kimse “Neden bağırmadın?” diye sormaz. Fakat şunu sorar: Bir sivil toplum kuruluşu olan Türk Ocakları insan yetiştirme modeline ve kurumlarına sahip midir, bunların sayısı kaçtır? Cumhuriyeti ve millî devleti önemsediğini söyleyen kesimlerin eğitim alanında ve öğrencileri geleceğe hazırlama yönünde kaç tane kuruluşu vardır ve bunların işleyiş biçimi nasıldır? Üzerinde tartışılması gereken konu budur. Çünkü bu alan, sivil alanı ilgilendiren bir durumdur.

İster 8+4 kesintisiz olsun, isterse 4+4+4 kesintili olsun, isterse 5+4+4 karışık olsun ne fark eder? Hangi biçimde olursa olsun, zamanı-mekânı dolduran yapılar belirleyici olur. Var olmak, tepki göstermek ve kavga etmek değildir. Var olmak, toplumsal bağlamda değer üretmek ve geleceği inşa edecek kurumlar oluşturmaktır.