Yeni Anayasa Komedisi

108

Acaba Hukuk Fakültelerimizde Hukuk Sosyolojisi ve benzeri dersler neden okutulur diye hiç düşündünüz mü? Hukukçulara hukuki nitelikli olayların arka planında yer alan yönlendirici sosyal gerçekleri fark ettirmek ve yeni yasaların yapılmasında hata kaynaklarını en aza indirmek için bu ders verilir. Hukuk sadece yasalardaki maddeler yığını değildir; sosyal bir kurum olarak yasalar ve tedbirler de farklı kültürlere sahip toplumlara göre itibari (göreceli) ele alınmak durumundadır. Herhangi bir ülkenin ceza kanununu tercüme edip bir başka ülkede aynen uygulayamazsınız. Milletlerarası hukukun da belirli sınırları vardır. İç hukuk da bazı durumlarda milletlerarası hukukla uyum sağlamak durumundadır.

Demek ki ülkemizde Hukuk Sosyolojisi gibi hukukçuya sosyal boyut kazandıran derslerin amacı tam anlatılamıyor ve bilgilendirme yetersiz kalıyor ki, yasa ve anayasalar sürekli yapılmak ve değiştirilmek isteniyor. Her nesil önceki nesli küçümseyerek daha iyi yasa veya anayasa yapacağını varsayarak peşinen metot hatası yapıyor. Çoğu kere anayasa ve yasalar toptancı bir anlayışla rafa kaldırılıp iptal ediliyor ve dünya yeniden keşfedilmeye çalışılıyor. Ülkemizde bu metot yanlışları sürekli yapılıyor. Hele bir de dıştan kumandalı yasalar ve değişiklikler dayatılıyorsa; sorunları çözmek yerine, dağ gibi sorunlarla karşılaşır oluyoruz. Bu yanlışları önlemenin yolu farklı milletlerin sosyal yapı ve zihniyet özellikleriyle çelişmeyecek, onları daha çok geliştirecek hukuki bir sosyal çerçevenin çizilmesidir. Burada farklı milletlerin yazılı olmayan hukuklarından yani örf, adet ve geleneklerinden faydalanmak gerekir. Anayasa ve yasaların fonksiyonel değerlerinin zayıflatılmaması ve toplumla yabancılaşmaması isteniyorsa; tercüme yasalar kadar, siyasi güç rekabetinin doğurduğu olumsuz sonuçlardan da uzaklaşmak gerekir. Siyasi güç mücadeleleri yasa ve anayasa yapımına aksederse; her bir yeni yasa ve değiştirme eskiye tepki niteliğini taşıyabilir ve hukuki yapıda fonksiyonel olamadığı için boşluk doğurur. Çözüm, eskiyi reddetmek, yeniye de alkış tutmak değildir. Yasa ve anayasalarda ne değişmeli ve ne de değişmemeli ayırımını sağlıklı yapabilmektir. Biz bunu gerektiği gibi yapamadığımız için tepki anayasacılığı içinde kıvranıyoruz. Bir anayasada hak ve özgürlükleri öyle genişletiyoruz ki, bunlar kolaylıkla istismar edilebiliyor. Bu defa bunu gidermek için çeşitli yasaklama ve kısıntılara gitme ihtiyacı duyuyoruz.

Bazen de reel (gerçek) ile ideal bir yasa ve anayasayı birbirine karıştırıyoruz. Gerçeği göz önüne almadan ideal arayışlara girmek pratikte istenen sonucun alınmasını engelleyebilmektedir. İdeal bir yasa veya mevzuat her zaman gerçekçi olmayabilir.

Anayasa ve yasalar yapılış itibariyle hem bugüne, hem de yarına cevap vermek durumundadır. 1982 Anayasasını 12 Eylül’ün ürünü ve darbe anayasası olarak suçlayanlar bugün terör baskısı altında onu dindirebilmek için yeni anayasa peşine düşmüşlerdir. Böylece 1982 Anayasası rafa kaldırılmaktadır.Öyle sapmalar ve sapıklıklar ortaya konmaktadır ki; sanki milli kimlikten vaz geçilirse malum siyasi parti ve terör örgütü özerklik taleplerinden vaz geçecek, vatandaşlığı reddetmeyecek ve Ortadoğu’da bağımsız bir devletin bir parçası olmayacak. Adamların ve onların akıl hocalarının talepleri Türkiye’nin milli birlik ve bütünlüğünü parçalamak, toprak bütünlüğünü zedelemektir. Çok şükür yönetenlerimiz Türkiye’nin beka sorunu olduğunu yeni anladılar. Terör örgütü ile içli dışlı olanlar, 2014 Ekiminde halkı ayaklanmaya davet edenler, yasaları çiğneme alışkanlığını kazananlar ellerini kollarını sallayarak siyaset yapıyorlar. Yeni Anayasa,12 Eylül Anayasasına karşı bir sivil darbe anayasası olmayacak mı? Türk’e göre başkanlık sistemi diye ortaya düşenler, Türk’ü anayasadan çıkarmaya hazırlar.

ABD, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde mesela ayrılıkçı hareketler ortaya çıksa, egemenliği paylaşmak istese; o ülkeleri yönetenler “Ne yapalım, madem ki böyle talepler var; bunlar marjinal destekli de olsa oturalım ve müzakere edelim. Yasa ve anayasamızı buna göre yumuşatalım ve ayrılıkçılığa prim verelim” derler mi? Türkiye’de oynanan komedi, eğer terörle mücadele ediyorsak son bulmalıdır. Barış ve çözüm süreci, eğer milli kimliğimizi inkârla sağlanacaksa; bir avuç dış kumandalı siyasetçi dışında halk böyle düşünmüyorsa; o zaman kimlerin isteklerini yerine getiriyoruz diye düşünelim. Herhalde Türkiye deneme tahtası değil.

 

 

 

Önceki İçerikYaşar Yakış ve Onur Öğmen’le Ufuk Turu
Sonraki İçerikMevlânâ’nın Mesnevîsi (12)
Avatar photo
1944 İstanbul doğumludur. Orta Öğrenimini Maarif Kolejinde, yüksek öğrenimini İktisadî ve İdari Bilimler Yüksek Okul'unda tamamlamıştır. 1967'de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne asistan olarak girmiştir. Ord. Prof. Dr. Z.F. Fındıkoğlu'na asistanlık yapmıştır. 1972'de "Bölgelerarası Dengesizlik" teziyle doktor, 1977'de "Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri" teziyle doçent, 1988'de de profesör olmuştur. 1976 Haziranında yurt dışına araştırma ve inceleme için giden Erkal 6 ay Londra ve Oxford'ta inceleme ve araştırmalar yapmış, Doçentlik hazırlıklarını ikmal etmiştir. 1977 yılında hazırladığı "Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri" isimli Eğitim Sosyolojisi ve Eğitim Ekonomisi ağırlıklı tezle Doçent olmuştur. 1988'de Paris'de, 1989'da Yugoslavya Bled'de yapılan milletlerarası UNESCO toplantılarında ülkemizi birer tebliğle temsil etmiştir. 1992 Yılında Hollanda'da yapılan Avrupa Konseyi'nin "Avrupa'da Etnik ve Cemaat İlişkileri" konulu toplantısına tebliğle katılmıştır. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi dışında dönem dönem Harp Akademilerinde, Gazi Üniversitesi'nde, Karadeniz Teknik (İktisadi ve İdari Bilimler Yüksek Okulu) ve Marmara Üniversitelerinde de derslere girmiştir ve konferansçı olarak bulunmuştur. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümü ve İktisat Sosyolojisi Anabilim Dalı Başkanı, Metodoloji ve Sosyoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü, İstanbul Üniversitesi Senato Üyesi, Aydınlar Ocağı Genel Başkanı ve İstanbul Türk Ocağı üyesi olan Prof. Dr. Erkal'ın yayımlanmış ve bir çok baskı yapmış 15 kitabı ve 700 civarında makalesi vardır. Halen Yeniçağ Gazetesi'nde Pazar günleri makaleleri yayımlanmaktadır. Prof. Dr. Erkal evli ve üç çocukludur. Dikkat Çeken Bazı Kitapları : Sosyoloji (Toplumbilimi) (İlaveli 14. Baskı), İst. 2009 Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri, İst. 1978 Bölgelerarası Dengesizlik ve Doğu Kalkınması,(2. Baskı), İst. 1978 Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme, Ankara 1984 Bölge Açısından Az Gelişmişlik, İst. 1990 Etnik Tuzak, (5. Baskı), İst. 1997 Sosyolojik Açıdan Spor, (3. Baskı), İst. 1998 İktisadi Kalkınmanın Kültür Temelleri, (5. Baskı), İst. 2000 Türk Kültüründe Hoşgörü, İst. 2000 Merkez Binanın Penceresinden, İst. 2003 Küreselleşme, Etniklik, Çokkültürlülük, İst. 2005 Türkiye'de Yolsuzluğun Sosyo-Ekonomik Nedenleri, Etkileri ve Çözüm Önerileri (Ortak Eser), İst. 2001 Ansiklopedik Sosyoloji Sözlüğü (Ortak Eser), İst. 1997 Economy and Society, An Introduction, İst. 1997 Yol Ayrımındaki Ülke, İst. 2007 Yükseköğretim Kurumlarının Bölgelerarası Gelişme Farklılıkları Açısından Önemi ve İşlevleri, İTO, İst. 1998 (Ortak Araştırma)