Ye, İç, Yat; Gayesiz Hayat!

67

Çeyrek asır önceydi. Tatilimi nereden geçirdiğimi soran arkadaşa kaçamak cevap vermiştim. Yine, tatil ile ilgili programlar yapanları anlayamazdım. Onlar, deniz kenarında akşama kadar yatıp kızgın güneşin altında yanmayı, geceleyin geç vakte kadar oturup eğlenmeyi hayal ederlerdi. “Tatilde nereye gideceksiniz ya da ne yapacaksınız?” diye soranlara “Tatil ne ki?” dediğimi hatırlıyorum. Onların tatil algılaması ile benimki çok farklıydı. Biz tatilde, ya büyüklerimizin yanında olurduk ya tarlada, bahçede çalışırdık ya da dost ziyaretleri yapardık.

İmkanlarımız genişledikçe, kabullenemediğim tatil yaşantısı içinde buldum kendimi. “Ben böyle değildim; bana ne oluyor?” dedim. Vicdanıma onaylatamadığım, hesabını veremeyeceğim bu tatil tarzının adı, “Ye, iç, yat; gayesiz hayat!” diye özetlenebilinir.

Tam bir geçiş toplumuyuz. Ne Doğuluyuz ne Batılıyız. Alaturkalık bütün kurumlarımızda, bütün yaşantımızda kendini gösteriyor. Oturmuş bir hayat tarzımız yok. Ne yaşamımızı ne sosyal olayları hakkıyla anlamlandırabiliyoruz. Her anı ibadet olması gereken bir kültürün temsilciliğinden her anı virüs saçan bataklık sineği konumuna düştük ya da bu konuma hızla ilerliyoruz. Konuşmalarımızda boş zamanlardan bahsediyoruz ya da boş geçireceğimiz zamanların hayalini kuruyoruz. Bilmiyoruz ki boş zaman diye bir şey yoktur, zamana boş demek zamana haksızlıktır, zamanın önemini kavrayamamaktır. Ancak boşaltılmış zaman vardır. Boşaltılmış zaman, katledilmiş zamandır. Ölü zaman diyorlar hiçbir eserin verilmediği zamanlara. Bana göre zaman ölü değildir; ancak öldürülmüştür. Öldürülen zaman, insanın kendisine, geleceğine, çevresine en çok zarar verdiği zamandır. Emanete ihanet ettiği zamandır. Tatil kurgusuyla zamanı öldürmeyi hayal etmek, kişinin kendisini, geleceğini öldürmeyi hayal etmekle eş anlamlıdır. Bu, taammüden adam öldürmekten farksızdır, emanete ihanettir.

Bugünkü tatil tarzında gelinen noktada ortaya çıkan tabloya bakınız: Geç vakitte yatıldığı için geç vakitte kalkılacak, sofraya miskin miskin oturulacak, ilerleyen vakitte mideler tıka basa doldurulacak, ağızlar boş durmamacasına çalışacak, bol bol dedikodu yapılacak, birkaç gün sonra sıkılmalar başlayacak. Tatilin son günlerinde mesai öncesi sendroma girilecek. Arkasından “Ben bu tatilden bir şey anlamadım.” denecek. Halbuki tatil, zamana değer katmak için beklenen günün adı olmalı. Bir yılın muhasebesi yapılmalı tatilde. Bir türlü okuma fırsatı bulamadığız kitaplara kavuşma dönemi olmalı. Kendilerine zaman ayıramadığımız dostlarla kucaklaşma, inceleme fırsatı bulamadığımız projeleri etüt etme, mekanları gezme, kültürümüze kültür katma, ufkumuzu genişletme, bedenimize dinamizm kazandırma, yeni dostlar edinme, akrabaları ziyaret etme, aile fertlerimizin gasp ettiğimiz haklarını onlara iade etme, yarınlarda ivme kazandırmayı tasarladığımız oluşumlar için hayal kurma dönemi olmalı. Otomobil motoruyla benzerlik kurarsak, tatil, bedenin ve ruhun rektifiyesi süreci olmalı.

Bizi yaşatan, bizi kuşatan her değere değer katmak, önce kendi varlığını sonra diğer insanları değer gören kişilerin borcudur. Bu borç “ete kemiğe bürünmek”le başlamıştır. “Kalanlara selam olsun” demeden borcumuzu ödemeliyiz. Adı konan veya konmayan, soyut veya somut bütün değerleri en iyi şekilde değerlendirmeliyiz. Bu tatilde okumak adına yaptığımı size de öneriyorum. Bosna-Hersek’in bilge kral olarak nitelenen Kurucu Başkanı merhum Ali İzzetbegoviç’in “Doğu ve Batı Arasında İslam” isimli kitabını okuyun.

Şimdi iyi tatiller!