Oğuz Çetinoğlu: Merhum Eşiniz Ergun Göze, ‘Bâb-ı Âli’nin son şahini‘ olarak anılırdı. Aile reisi olarak nasıl tavsif edersiniz?
Av. Hicran Göze: Bu şekilde anıldığını hiç duymadım. İlk defa sizden duyuyorum. Bana sorarsanız hayatının son yıllarında “Bâb-ı adi” diyerek andığı o yokuşun kurbanıydı. Sağdan olsun, soldan olsun yediği darbelerle çok yıpranmıştı. Hele sağdan yediği darbeler ve aldanışlar… “Sevgili okuyucu, kendi aldanışım umurumda değil. Fakat vatanın, milletin aldanışı hele Allah’ı bile kandırmaya çalışanların maneviyatımıza verdiği zararlar… Bugün bile ızdırabımın kaynağı o…” diye yazarak sık sık okuyucusuna seslenişi aslında çaresizliğinin ilânı gibiydi. Peyami Safâ, Cemil Meriç ve Necip Fazıl’ı “Üç büyük Mustarip” diyerek kitaplaştırmıştı. Bu kitabı okuyan Mehmet Nuri Yardım’ın “dördüncü mustarip” Ergun Göze’dir deyişi çok yerinde bir tespittir. Mustafa Miyasoğlu’nun “Biyoğrafi Analiz” mecmuasında çıkan “Ergun Göze-Farklı Bir Yazar Portresi” başlığını taşıyan yazısı ise eşimin karakterinin çok önemli noktalarına parmak bastığı için bazı kısımlarını size nakletmekte fayda görüyorum
“Temelde bir politikacından çok kültür adamı olduğu için Ergun Göze’nin yazılarında hak ve hakikat taraftarlığı dışında belli bir topluluğa ait tarafgirliği, partizanlığı ve elbette hiçbir davanın kör taassubunu göremezsiniz. Zekâsı buna izin vermez. Onun için bütün sağ ve sol partilerin kör taraftarları ile üst yöneticilerinin Ergun Göze’den hoşlanmaması tabii. Bunun için Demirel’den Erbakan’a kadar bütün politikacılar ondan uzak durmuştu. 12 Eylül konseyi de onun siyasete girmesini istememiş; adaylığını veto etmişti.
Bence eşimin nasıl bir aile resi olduğu Mustafa Miyasoğlu’nun çizdiği bu portrede ayan beyan ortaya çıkmaktadır. Sizin de malûmunuzdur ki bir ideali ve davayı sahiplenmiş insanların aile reisi olarak vazifelerinde muhakkak aksamalar olacaktır. Ama aynı ideali ve davayı benimseyen bir hayat arkadaşının desteği o eksikleri ve aksamaları hiç hissettirmeyecektir. Ben de elimden geldiği kadar bunu yaptım. Bana ve çocuklarına gösterdiği alâka ve muhabbete ise hiçbir şey engel olmamıştır
Çetinoğlu: Diğer bir özelliği ‘Doğrucu Dâvut‘ olması idi. Bu özelliği sebebiyle dostluk ilişkilerinde problemleri oluyor muydu?
Av. Göze: “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.” Diye bir söz vardır. Eşim son nefesine kadar taşıdığı bu vasfı yüzünden çok acı çekmiştir. Manen ve maddeten… Bütün kapıların yüzüne kapatılması, o kapıların daha önce kendisi tarafından sahiplerinin yüzüne çarparcasına kapatılmasından da kaynaklanır. Onun bu vasfı tabii ki dostluk ilişkilerinde zorluklara sebep olmuş, hele eski dostlarla çeşitli sebeplerle yollarının ayrılması eşime çok acı çektirmiştir. “Bulunmuş Defterden Cuma Düşünceleri” adını taşıyan kitabında bu acıların izlerine çok rastlanır.
Çetinoğlu: Makalelerini ve kitaplarını yazarken nasıl bir ortama ihtiyaç hissederdi?
Av. Göze: Çok kolay yazardı. Ortam sakin olsun gürültülü olsun hiç farketmezdi. Aslında fıkrayı ve makaleyi önce kafasında yazardı. Bir dost ziyaretinde, açık havada bir yürüyüş esnasında “Eve dönelim artık” dediği anda fıkranın kafasında hazır olduğunu hemen anlardım. Acelesi onu kaybetmeden yazıya dökmesinden kaynaklanırdı. Sevdiği bir şarkının ve müziğin refakatinde yazdığı da çok olurdu. Bence Peyami Safâ’dan sonra gelen en başarılı fıkra yazarıydı.
Çetinoğlu: En çok sevdiği şahsın, rahmetli Fethi Gemuhluoğlu olduğu biliniyor. Dostluk anlayışı hakkındaki düşüncelerinizi lutfeder misiniz?
Av. Göze: Eşim için dostluk her çeşit menfaatten uzak bir sevginin ve bağlanışın ifadesiydi. “Allah için dostluk ve Allah için düşmanlıktı… Fethi ağabeyi Karadeniz Kıraathanesi’nde tanımıştı. O mekân inançları, fikirleri bir olan gençlerin toplandığı yerdi. Fethi Gemuhluoğlu ağabey’in söylediği gibi İmalât hatası olan bir gençliğin, İmalât hatası olmayan bir gençliğin karşısında kuvvetlenmeye çalışan bir gençliğin… Orada kimler yoktu ki… İlerdeki yılların vatanına dost kişiler… Prof. Dr Recep Doksat, Prof Faruk Kadri Timurtaş, Şair ve milletvekili Nurettin Özdemir, eşimi oraya götüren, Fethi Gemuuoğlu ile tanıştıran Şair, gazeteci, yazar, Milletvekili Gökhan Evliyaoğlu, Prof. Dr Muharrem Ergin, Milletvekili aynı zamanda yayıncı İsmail Dayı, Darülaceze’nin unutulmaz müdürü Hilmi Şener, Avukat Ahmet Çavdaroğlu, Erzincan Belediye başkanı Nedim Muratoğlu, Sümerbank’da görevli Şinasi Özatalay, Bankacı Ali Hatipoğlu…
Fethi Gemuhluoğlu Ergun Göze’nin tasviriyle “Çantası, koltuğunun altı, pardesüsünün cepleri gazete, dergi ve kitaplarla dolu, şişman, kalın gözlüklü, çok zeki, eskilerin tabiriyle hoşgû, çelebi bir insandı.” Eşim işte bu insanla, insan denen varlığın çok değişik örneklerinden biri olan bu insanla onun gerçek âleme göç etmesine kadar efsanevî bir dostluk yaşayacak, her dara düştüğünde onu yanında bulacaktı. Eşimin Tercüman gazetesi ile birleşen kaderinde onun hissesi vardır. Ergun Göze’nin içinde bulunduğu büyük sıkıntı ile “Ağabey Tercüman’da yazmak istiyorum”demesiyle bir müddet sessiz kalmış, “Yahu Ergun can biz bunu nasıl düşünemedik” dedikten sonra Babıâli’de Sabah gazetesinde yazdığı yazılardan bir kaçını istemiş, kendisini seven, sayan, Kemal Ilıcak’ın karşısına çıkıp “Oku bu yazıları” demişti. O zaman Ergun Gözesiz, Ahmet Kabaklı’sız bir gazete isteyen Nazlı Ilıcak daha sahneye çıkmamıştı tabii…
Vefatının arkasından yazdığı yazının başında bu satırlar vardır:” Kimde bir kıvılcım görse, o bir rahle körüğü gibi koşuyor, onu bir rahmet rüzgârıyla canlandırıyor, şevklendiriyor ve bir nâr-ı Beyza haline getirmeye çalışıyordu. Onun siyâseti bu idi. Siyâsetin üzerinde, siyâsetin dışında… Siyâsetten başka bir siyâset.” Bu büyük dostluk 1951 senesinde başlamıştı. Eşimin ifâdesiyle “1951 senesinde ukalâ bir Hukuk Fakültesi talebesi olarak rastladığım ve o günden beri, kıyamete kadar dost kalacağım Fethi ağabey…” diye âdeta yemin eder gibi onunla dost kalacağına söz vermişti… Ben ise onun “Ergun can! Bu millet Müslüman olmasına Müslüman, bunda hiç şüphe yok, ama bizim sandığımız kadar Müslüman değil galiba” Diye eşime seslenen o sıcak ve hüzün dolu sesini bazen duyar gibi olurum.
Çetinoğlu: Kitaplarından edinilen intibaya göre Ergun Göze’nin, ‘fikir adamı / mütefekkir‘ olduğu şüphesizdir. Gazeteciliğe yönelmesini nasıl yorumlamak gerekir?
Av. Göze: Gazetecilik aşkı eşimi çok erken, daha lise yıllarında esir almış bir duygudur ve son nefesine kadar da bırakmamıştır. Gazeteciliğe ilk adımı 1948-1949 yıllarında Sivas Lisesi’nde son sınıfta iken atmıştı. Lisenin idaresi tarafından desteklenen Bir duvar gazetesine cevap vermek için çıkarılmış, adı da kendisi tarafından konmuş “DARBE” gazetesiyle… Haksız yere saldırıya uğrayan bir arkadaşını korumak, onun namına cevap vemek için… Çorum Lisesi’nde de idarenin izni ile, kendisinin hazırladığı bir gazetede de “Halk Dehası” adını taşıyan yazısı çıkmıştı. İlk gazete yazısı Sivas’ta çıkan “HAKİKAT” gazetesinde 1949’da yayımlanmıştı. İlk fıkrası ise 1965’te Babıali’de Sabah gazetesi’nde “Bismillah” başlığıyla çıkmıştı. Eşim bu olayları “Bu manada yazarlığım erken uç vermiş fakat geç başlamıştır. Fıkra yazarlığına başladığımda otuz dört yaşındaydım. Bunların Bab-ı Âli’deki kaderimle alâkası gitgide bana daha derin görünüyor” diye yorumlamıştı.
Çetinoğlu: ‘Yaşasın Hatıralar‘ isimli kitabını, sizin ısrarlarınız üzerine yazdığını açıklamıştı. Hangi düşüncelerle ısrarlı oldunuz?
Av. Göze: Evet doğrudur. Ben çok ısrar ettim. Bıkmadan, usanmadan… Bizim insanımız bilhassa tarihe mâlolmuş, tarih yazmış kişiler bile hatıralarını yazma husunda çok tembeldirler. Israrımın tek sebebi bu meselede duyduğum hassasiyettir. Bir noktaya da temas etmeden geçemeyeceğim. Eşimin yaşadıkları, bana bile anlatmadığı olaylar dâhil bir kitaba sığmazdı. “Yaşasın Hatıralar” kitabı bu yüzden beni çok tatmin etmedi.
Çetinoğlu: Kitabı yazarken sıkıntıları oldu mu?
Av. Göze: Hayır olmadı. Kolayca yazdığına eminim. Çünkü muhteşem bir hafızası vardı. Çantasını, başındaki kasketini, beresini, otomobilini park ettiği yeri unutur ama yaşadıklarını olumlu, olumsuz hiç unutmazdı. Babası Ahmet Göze’nin on sekiz yaşında gönüllü olarak gittiği, dört seneye yakın süren Rusya’daki esaret yıllarını onun ağzından, hiç not almadan dinlemiş, yıllar sonra “Rusya’da üç esaret yılı” adıyla kitaplaştırmıştı.
Çetinoğlu: Bu kitabı sebebiyle tepki gösteren oldu mu? Oldu ise, siz ve merhum, nasıl karşıladınız?
Av. Göze: Tepki gördüğünü hiç hatırlamıyorum. Beğenenler çoktu. Bu beğenisini yazanlar ve söyleyenler de… Kitabın tanıtım toplantısı da çok güzeldi. Kıbrıs’ın kahraman evlâdı Rauf Denktaş da gelmiş bir konuşma yapmıştı.
Çetinoğlu: Ergun Göze’nin gönül verdiği ve hatta hayatını adadığı ‘Türk Milliyetçiliği‘ kavramını yorumlar mısınız?
Av. Göze: Aslâ ırkçılağa bulaşmayan bir milliyetçilik… Türk’ün Müslüman olmadan da sâhip olduğu güzel vasıflarına hiç aykırı olmayan Müslümanlığı etle kemiğin bağlılığı gibi karıştıran bir terkip “TÜRK MÜSLÜMANLIĞI” … Yabancılar bile kendilerinden birinin Müslüman olduğunu duyunca “TÜRK OLDU” demezler miydi?
Çetinoğlu: Merhumun maddiyatla arası nasıldı?
Av. Göze: Bozuktu… Çünkü vakarlı insandı. Bana ve çocuklarına çok şerefli bir isimden başka hiçbir şey bırakmadı. O isim bizlere yeter. Tabii kitaplarını ve hiç aktüaliteseni kaybetmeyen yazılarını da… Dede korkut “Vakar yiğidin rızkını azaltır” der. Vakarı, yani şeref ve haysiyeti hep en önde tutup lekelemeyişi Dede Korkut’un dediği gibi eşimin rızkını hep azaltmıştır. Işıl ışıl dünyalıklara hep arkasını dönüşü gurur değil vakar sahibi oluşundandı. Prensiplerinden biraz olsun fedakârlık edip o prensiplere uymayan basın organlarıyla anlaşabilseydi, muhalefet edeceğine iktidarları biraz okşasaydı hem kesesi tombullaşır hem de iltifatlara mazhar olurdu. Cenab Şahabettin’in “Yüksek yerlerde Kartala da yılana da rastlanır. Birisi o zirveye uçarak, diğeri ise sürünerek çıkmıştır.”sözü onun için söylenmiş gibidir. Kendisi gibi pek çok kişin uçmasına izin vermeyen bir toplumda o asla sürünmedi.
Çetinoğlu: Umûmî olarak, içerisinde olduğu Türk basınını nasıl değerlendiriyordu?
Av. Göze: Son yıllarında basını değerlendirmeye değer bulmuyordu.
Çetinoğlu: Ergun Göze’deki cevheri mayalayan aile büyükleri hakkında bilgi verebilir misiniz?
Av. Göze: Başta babası Ahmet Göze.., Oğluna yazdığı koskoca bir kitap olacak mektuplarıyla ve sohbetleriyle… Ergun Göze’deki cevheri işleyenler arasında bulunan aileden olmayan kişileri de ihmal etmemek lâzımdır. 27 Mayıs 1960’dan sonra, vefatına kadar süren arkadaşlıklarıyla Peyami Safâ’yı ve yirmi beş senelik dostu, ondaki cevheri gördüğü için o cevherin ziyan olmamsı için her fırsatta çabalayan dostların dostu Fethi Gemuhluoğlunu da …
Çetinoğlu: Bir tarikatla bağlantılı olduğu hakkındaki söylemler hakkında neler söylemek istersiniz?
Av. Göze: Yakıştırmadır. Ergun “Göze ile elli beş yıl” kitabımda da yazdığım gibi eşim hiçbir tarikata mensup değildir. İkimiz de mürşid makamında oturan, o makama lâyık kişilere hürmet ve muhabbet göstermişizdir. O kadar … Diğer Allah dostlarına gösterdiğimiz gibi..
Çetinoğlu: Yazmak istemediği ve yazmaktan zevk-huzur doyduğu konular nelerdi?
Av. Göze: İnsanın ruhuna hitabeden, onu az da olsa bedeninden uzaklaştıran, içinde bulunduğu dünyanın kirinden pasından uzaklaştıran yazılar yazmayı severdi ve o yazılara iradesinin dışında da yöneldiği olurdu. Meselâ örnek vereyim “İslâm’a Selâm”, “Bulunmuş Defterden Cuma düşünceleri”, “Gözümle Gönlümle tanıdıklarım” kitaplarındaki yazılar… Bir de rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’nun, “Bu yazılar okul kitaplarına konulmalı” dediği yazıları…
Çetinoğlu: Ergun Göze’li ve Ergun Göze’siz hayatınız hakkında neler söylemek istersiniz?
Av. Göze: Ergun Gözeli yıllar mücadele ve kavga yıllarıdır. Eşimin Vatan müdafaasıdır. Tek başına mücâdele ettiği Barış Derneği ve İstanbul barosu yüzünden evimizin de huzurunu kaybettiği yıllardır. Kızılların şerrinden korunmak için bazı kereler bir polisle beraber taam ettiğimiz yıllardır. Solcuların da kabul ettiği gibi sağın efsane gazetesi Tercüman’ın sesinin kesilişi de onu harab etmiştir
Ergun Göze’siz yıllar ise “BÜYÜK BİR YALNIZLIK” diye özetlenebilir.
Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim Efendim! Güzel hâtırâlarla dolu, sağlıklı ve huzurlu yıllar dilerim.
Av. HİCRAN GÖZE: Yazar ve hukukçu. Yarım asırdır devam eden yazarlık hayatında pek çok önemli esere imza attı. 1931’de Kadıköyü’nde İbrahimağa Mahallesi’nde, Ruhsar-İhsan Gürsan çiftinin kızı olarak dünyaya geldi. Çocukluğu, babasından ayrı olarak anneannesi Nigâr Hanım ve dayısı Basri Kayaman’ın himâyesinde, eski Kadıköyü’nün güzel ve nezih atmosferinde geçti. Kadıköyü’ndeki 35. Gâzi ilkokulunu bitirdikten sonra bir zamanlar Kızıltoprak’ta Zühtü Paşa’nın köşkü olan Kadıköy Kız Ortaokulu’nda birinci ve ikinci sınıfları okudu. Ortaokulu Zühtü Paşa’nın kızlar için yaptırdığı Kızıltoprak’taki taş mektep’te bitirdikten sonra gene aynı paşanın hayır eseri olan günümüzdeki adıyla Kenan Evren Lisesi’nde(Günümüzde Kenan Evren adı kaldırılmıştır) lisenin birinci sınıfını bitirdiği sırada okulun kapatılması üzerine lise tahsilini Müşir Ahmet Ratip paşa’nın köşkü olan Çamlıca Kız Lisesi’nde tamamlayarak 1950 senesinde mezun oldu. Hayatına üvey baba olarak giren Avukat Burhanettin Güleryüz’ün fikrî yapısının şekillenmesinde payı büyüktür. 1950 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. Sınıf arkadaşı olan Ergun Göze ile 1954’te evlendi. Fakülteden evliliğin araya girmesiyle ve anne olmanın yüklediği sorumluluk sebebiyle biraz gecikmeyle 1956 senesinde mezun oldu. Üç çocuğu, beş torunu ve bir de torun çocuğu bulunmaktadır. Bir dönem ‘Bâbıâli’de Sabah Gazetesi ‘nde imzasız olarak ‘Kadın ve Ev ‘ köşesini hazırladı. Hicran Göze’nin, ‘Yeşilay ‘, ‘Töre‘, ‘Büyük Türkiye‘, ‘Şadırvan ‘ ve ‘Kubbealtı Akademi’ mecmualarında yazıları yayınlanmıştır. Gençlik yıllarında Yeşilay Cemiyeti Kadınlar kolu gibi birçok dernek bünyesinde aktif faaliyet gösteren Hicran Göze çalışmalarına hâlen devam etmektedir. Yayınlanmış eserleri: *O Bir Yetim İdi, *Sulh Peygamberi, *Kılıcın Hakkı (üç safhada Hz. Peygamberin hayatı), *Türk Kadını (Muhtelif mecmualarda çıkan yazıların toplamı), *İçkinin Kokusu, Sigaranın Dumanı ve Kadın (Uzun seneler Yeşilay mecmuasında çıkan yazılar), *Âyetler ve Kadınlar (Kadın konusundaki âyetleri inceleyen bir araştırma), *Zor Yılların Zor Kadını Halide Edip Adıvar (biyografi), *Mâverâdan Gelen Ses (Sâmiha Ayverdi biyografisi), *Kadıköylü Yıllarım (hâtıra ), *Hüzünlü Bir Yolculuk – Mehmed Âkif (biyografi), *Bir Zamanların Kadıköyü’nde Edebiyatçılar ve Aşkları, *Ergun Göze ile Elli beş Yıl, *Yahyâ Kemal ve Atatürk
|