Taha Akyol
son yazısında Diyanet İşleri eski
Başkanı Mehmet Görmez’in, bir konferansında “günümüzde dindarlık
ahlak üretmiyor” dediğini aktardı.
Akyol bu kapsamda “mesela ihalelerde şeffaflık, sınavlarda,
atamalarda adam kayırmama gibi ahlaki ilkelerin dindar insanlar
tarafından dikkate alınmaz hale geldiğini” tespit ediyor.
Ve “Ali Çarkoğlu ve Ersin Kalaycoğlu’nun, 1999’daki
araştırmalarında, Türkiye’nin derin bir “anomi” (kural tanımazlık,
değerler aşınması) krizi yaşadığını ortaya koyduklarını” hatırlatıyor.
Devleti yönetenlerin açıktan yaptığı ibadetlerle
görüntülenmesi ve sözlerinde kullandıkları dini telkin ve tavsiyeler hiç bu
boyutta olmamıştı. İmam Hatipler, İlahiyat Fakülteleri, Camiler, Kur’an
Kursları, cemaat ve tarikatların eğitim kurumları ve yurtlarında verilenler de
dahil edildiğinde, “dini eğitim” veren ve alanların sayısı rekorlar
kırmaktadır. Dünyada bu çapta “dini eğitim” verilen başka ülke olduğunu
sanmıyorum.
Ama toplumdaki ahlaki çözülme ve değerler
sisteminin aşınması artarak devam ediyor.
Peki, bütün bu aşınma sürecini 19
yıldır dini ve milli değerlerimizi savunduğu iddiasında olan bir siyasi
iktidar döneminde daha yoğun yaşamamızın sebebi ne?
İktidara geldiklerinde “3Y yani Yolsuzluk,
Yoksulluk ve Yasakları” kaldırmayı vaat edenlerin ülkemizi tek başına
yönettiği dönemde yolsuzluk ve yoksulluklar hiç olmadığı kadar arttı.
Yasaklar da öyle.
TÜİK verileri esas alınarak hazırlanan “Türkiye’de sosyal bozulma raporu” da (Karabıyık, 2017) toplumun ortak değer sisteminin zayıflamasının acı sonuçlarını ortaya koymuştur.
Rapora göre, Türkiye’de madde bağımlılığı, 2011
yılından beri, 6 yılda 17 kat artarken, antidepresan kullanımı 2003
yılına kıyasla iki kat arttı.
Dünyada son 10 yılda AIDS hastalığının en çok arttığı ülke, %426 ile Türkiye oldu.
Rapora göre, boşanmalar %37, fuhuş
%790, adam öldürme %261, çocukların cinsel istismarı %434, uyuşturucu bağımlılığı %678, cinsel
taciz %449, kadına şiddet %1400 arttı.
Neden böyle oldu?
“Görünür dindarlık” artarken “yaşanan
Müslümanlık” neden azalmakta?
*****************************
Dindarlık Neden Ahlak Üretmiyor?
“Dindarlık” ahlak üretseydi bu dönemde bütün dünyada örnek gösterilen yüksek
ahlakın seçkin örneklerini yaşayan bir toplum olmamız gerekirdi.
Bildiğiniz gibi ABD’deki George Washington
Üniversitesi’nden iki akademisyenin her yıl gerçekleştirdiği bir çalışma
yapılıyor. Ülkelerin İslamî kriterlerle ne kadar uyumlu olduğu ve ne kadar
“İslamî” yaşandığı sorusunun cevabı aranıyor. “İslamîlik Endeksi” denilen
sıralamada Türkiye son araştırmada 153 ülke arasında 95. sırada ve
ilk 40 ülke arasında Müslüman ülke yok.
“İslam barış dinidir ve Müslümanlar güzel
ahlakı tamamlamak üzere gönderilmiş bir peygamberin ümmetidir.”
Fakat yaşanan gerçeklik bu temel tarife
uymuyor: İslam ülkeleri diğer devletler içinde iç ve dış savaşların en çok
yaşandığı, insan hak ve özgürlüklerinin en geri olduğu ülkeler.
Çünkü inandığımızı ve savunduğumuzu
sandığımız değerleri yaşamıyoruz.
Devleti yönetenler dinin emri olan ahlâkî
ilkeleri yaşamıyorlar.
“Allah’ım bana fakirleri daha çok sevdir” diyen peygamberin izinden gitmiyor, zenginleri
ve kul hakkı ile zenginleşmeyi seviyorlar.
“Dicle kenarındaki koyunu kurt kapsa devlet
başkanı sorumlu olur” diyen Hz. Ömer gibi davranmıyorlar. Verdikleri
kararlarla şehit olan gençlerin sorumluluğunu üstlenmiyorlar. İşsiz,
aşsız ve aç insanlarımızın sorumluluğunu hissetmiyorlar.
İslam’dan soğutuyorlar, çünkü güzel söz ve
tatlı dilden uzaklar, bencil, kibirli ve kabalar.
“Güvenilir insan olmak bir insanın
ulaşabileceği en yüksek mertebedir” diyor Doğan Cüceloğlu. Hz. Peygamberin en önemli sıfatı “Muhammed-ül
emîn”dir, yani güvenilir Muhammed’dir.
Ama bizi yönetenlerin doğru söylediğine ve
milletin emanetine sahip çıktıklarına inanamıyoruz.
*****************************
Hayatın Sermayesi Güvendir
“Hayatın sermayesi güvendir” sözü yakında ebediyete uğurladığımız Doğan
Cüceloğlu’na ait.
Doğan Cüceloğlu’nun kaybının toplumumuzun her kesiminde yarattığı
hüzün ve sosyal medyada O’nu rahmetle anmaya vesile olacak paylaşımları çok
değerli buluyorum. Güzel ahlaklı ve iyi insan olmaya sevk eden yazıları
ve kitaplarıyla insanımızın vicdanına seslenen bir bilim adamına duyulan
sevgi beni umutlandırdı.
“Bazılarının yüreğe iyi gelen bir yanı vardı,
armağan gibiydiler” diye bir
söz hatırlıyorum. Cüceloğlu’nun hayat hikayesi ve yaptıkları O’nun halkımıza
bir “armağan” olarak hazırlandığını düşündürtüyor.
O, muhteşem değerlerimizin olduğunu ama bu değerlerin
yaşanarak yaşatılabileceğini vurguluyordu:
“Amerika’dan gelen bir misafirime su verdim,
boğazına kaçtı, öksürdü, ‘helâl’ dedim. Anlamadı. ‘Ne anlama geliyor?’
diye yüzüme baktı. ‘Helal’ kavramını daha iyi anlatabilmek için ‘haram’ kavramını
ve daha sonra da ‘Kul hakkıyla karşıma gelmeyin’ anlayışından söz ettim. Dikkatle
dinledi.
‘Bu dediğin bir değer olarak yaşıyor mu,
yoksa bir slogan gibi konuşulan alışkanlık haline gelmiş bir söz mü?’ diye sordu.
‘Ne fark eder eder?’ diye sordum.
‘Gerçekten bir değer olarak yaşıyorsa sizin
ülkenizde rüşvet ve hak yeme olmaması gerekir, insanların birbirini kazıklamadığı bir
toplum olmanız gerekir, diye düşünüyorum’ dedi.”
Rahmetli Doğan Cüceloğlu bu yüzden “konuşulan
değerler değil, yaşayan değerler önemli. Değerler anlamını bulursa kurallar ve
kanunlar yerini bulur” diyordu.