Devlet memurlarının sendika çatısı altında teşkilâtlanma çalışmalarına önder olarak katılan PTT memuru Yunus Türkölmez, Yaşamımdan Süzülen isimli eserinde hâtırâlarını anlatıyor.
Hâtıra yazmak, geçmişten geleceğe mesajlar göndermek bakımından faydalı bir hizmettir. Aynı zamanda netâmeli bir iştir. Hâdiseler, hâtırâları kaleme alanların, kendi düşünce, görüş ve değerlendirmelerinden ibârettir. Çoğu kişi, keser gibi kendine yontar. Hızar gibi ‘bir sana bir bana’ diyenler azdır. Bir de üstelik adı geçen kişiler, rahmet-i rahmana kavuşmuş ise cevap verme, işin içyüzünü anlatma imkânı yoktur. Gıybet yapılmış olur. Hâtıra kitapları sübjektiftir. Denilebilir ki fotoğraf makinesinin objektifi de yalnızca kendi gördüğünü yansıtabildiği için ne kadar objektif olduğu tartışmalıdır. Bu iddia da doğrudur. Fakat orada yorum yoktur. Çıplak hakîkat vardır.
Başka bir problem daha var: Hâtırâlarını yazan, dâima muârızı olduğu, tartıştığı kişileri mat eder. Okuyucunun itimadını sarstığı olur. Yazar da itibar kaybeder.
-Peki… Kimse hâtırâlarını yazmasın mı?
-Elbette yazsın! Yazmalı. Fakat…
***
Söze konu olan kitaba dönersek fendim, Küçük Yunus, okula başlamadan okullu olmuş, Cumhuriyet Bayramını kutlama töreninde şiir okumuş, sınıfta müfettişin dikkatini çekmiş ve yaşı küçük olmasına rağmen okula kaydedilmiştir.
Eserin yazarı Yunus Türkölmez, 1976-1977 ders yılı başladığında, İstanbul’da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin tam karşısındaki lisenin üçüncü sınıfındadır. Liselilere gönüllü olarak yardım eden fakülte öğrencileriyle dostluklar kurulmuştur. O dönemde, okullarda boykotlar, işgaller ve sağ-sol kavgaları sebebiyle günler hâdiseli geçmektedir. Kurduğu dostluk dolayısıyla öldürülen fakülte öğrencisi 2 gencin cenâze törenine katılır. Okuluna dönünce sınıf öğretmeni, yaptığı işin okul yönetmeliğine aykırı olduğunu, bu tür işlere karışmaması gerektiğini söylerse de delikanlı Yunus, yaptığı işten büyük haz duymuştur. Eylemciliği böyle başlar. Liseden sonra girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Târihi bölümü öğrencisi iken de sol kanatta devam eder. Üniversiteye kaydının yaptırırken, 15 yaşını doldurmadığı gerekçesiyle zorluklarla karşılaşır:
O an sanki dünyâ başıma yıkıldı. Yapacak bir şey yoktu. Önce mahalle muhtarımıza gidip Nüfus Kimliğine Fotoğraf Tasdik İlmühaberi aldım. Sonra doğruca Bakırköy Nüfus İdaresi’ne gittim. Çok kalabalıktı, sıraya girdim. Yemek saati bitene kadar kuyrukta, endişe içerisinde bekledim. Sıra bana gelince büyük bir heyecanla kimliğimi verdim, memura talebimi anlattım. Memur noterdeki görevlinin söylediklerinin neredeyse aynısını söyledi. Sesimi biraz da yükselterek; ‘Ben bu yaşımda liseyi bitirmişim, üniversite sınavını kazanmışım, bütün belgelerim yanımda, siz benim hakkımın yanmasına mı sebep olacaksınız?’ dedim.
Görevli memur talebimi kesinlikle yerine getiremeyeceğini, ebeveynim veya bir yakınım gelmedikçe bu işi yapamayacağını, bankodan çekilmemi söyledi. Sıradakini çağırdı. ‘Gereken belgeyi almadan ayrılmayacağım’ diye diretirken, hemen arkamdaki kişi başta olmak üzere sıradaki pek çok kişi, ‘Çocuğun işini yap, hakkı yanmasın’ diyerek bana destek olmaya başladı. ‘Anne babam Kastamonu Taşköprü’nün bir köyünde, gelme imkânları yok. Zaten babamın gözleri görmüyor. Üniversite kayıt hakkımın yanmasını istemiyorum.’ dedim.
Ben konuştukça destek de arttı. ‘Memur bey, biz bir yakını gibi imza atsak olmaz mı?’ diyenler bile çıktı. Tartışmaların alevlenmesi üzerine arka taraflardan bir yetkili gelip duruma müdâhale etti. Görevli memura bir şeyler söyledi, bize de sâkin olmamızı işâret etti.
Memur belgelerimi alıp işlemlere başladı. Fotoğrafımı yapıştırdıktan sonra beni demin olaya el atan yetkilinin yanına gönderdi. Görevli belgeyi tasdik edip nüfus cüzdanımı verdi. Sevinçle teşekkür ettim. Bana destek olanlara da teşekkür ederek dâireden ayrıldım.
Ertesi gün sabah erkenden Bayrampaşa’da aynı notere gittim. Oradaki memur da tereddüt ettiğinden bekleme olunca beni bir heyecan dalgası sardı. Bir müddet sonra da işimi yaptı. Dünyâlar benim oldu.
Noterden çıkıp hızlıca Laleli’deki Edebiyat Fakültesi’nin öğrenci işleri kayıt bölümüne gittim. Burada da bir problem çıkacak mı diye merakla bekliyordum. İşlemlere başlayan görevli evrakları düzenleyip bazı formlar doldurdu ve durdu. Yaşıma takılmıştı. Arka taraftaki öğrenci işleri şefinin yanına gitti.
Bankoya gelen şef bana ve belgelere iyice baktıktan sonra, benim de duyabileceğim şekilde, ‘Arkadaşlar, kişinin kaç yaşında olduğu bizim işimiz değil. Üniversite öncesi gerekli eğitimleri tamamlamış mı, üniversiteyi kazandığına dâir belgesi var mı? Bizim işimiz bunları kontrol etmek. Siz kaydı yapın’ dedi. Çok sevinmiştim.
On beş yaşımı dolduralı henüz bir ay bile olmadan üniversiteye kaydoluşumun hikâyesi işte böyle. (s: 67-69)
Burası Türkiye… Diğer sayfalarda, yaşanan komik olaylar da anlatılıyor: PTT’de çalışmakta olan bir şahıs, görevi başında iken bir vatandaşın saldırısına mâruz kalsa ve kafası yarılsa, bir gözü çıkarılsa; mağdur, şahsen dâvâ açmak mecbûriyetindedir. Saldırı esnâsında bilfarz cam kırılsa; PTT, camı kıran şahıs aleyhine dâva açar.
Başka bir garâbet:
Yunus Türkölmez ve mesâi arkadaşları PTT’de işe başlarken; ‘Sözleşmeli Personel Hizmet Sözleşmesi’ imzalamışlardır. Sözleşmeye aykırı olarak sendikal faaliyetlere katıldıkları gerekçesiyle haklarında dâvâ açılır. Şişli 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin aldığı kararda ise sanıkların 657 sayılı kanuna göre devlet memuru olduğu belirtilmiş ve sendikanın kapatılmasına karar verilmiştir.
Rize’deki mahkemenin kararı ise şöyledir: ‘Kamu hizmeti gören Sözleşmeli Personelin temel hak ve hürriyetlerinden olan teşkilâtlanma haklarını kısıtlayıcı bir hüküm, ne Anayasa’da ne de sâir kanunlarda bulunmadığından ve esâsen bu hal kişinin temel haklarından olduğundan sanıklar hakkında tâkibata mahal olmadığına karar verilmiştir.’ (s: 178-182’den özetlenmiştir.)
Not: cümledeki Ne… ne de… edatının kullanılış hatâsına, Yazının sonunda; ‘Dilimizdeki Dikenler’ başlıklı bölümde yer verilecektir.
Bâzı mahkemeler, PTT sözleşmeli elemanlarının kurduğu sendikaların kapatılması yönünde karar verirken, Yargıtay 4. Hukuk Dâiresi aşağıdaki kararı vermiştir:
‘Kapatılması istenen kuruluş bir meslekî dayanışma örgütüdür. Hukuk düzenimiz bu tür amaçlar için örgütler kurulmasına izin vermektedir. Dâvâda ilgili kuruluşun amaç dışına çıktığı, suç teşkil eden eylemlerde bulunduğu iddia edilmediğine göre, yetkisi doğmamış bir makamın sâdece adında sendika eklentisi var diye hakkında kapatma dâvâsı verilmesi yasaya aykırıdır.’ (s: 186)
Karar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda görüşüldüğünde ise 5’e karşı 41 oyla kapatılma kararı verdi. Karar özetle aşağıdaki gibidir:
a) Anılan sendikanın kurucularının memur olmaları nedeniyle buna İş Mahkemelerinin değil de, Asliye Hukuk Mahkemesinin bakması doğrudur.
b) Dernek veya sendikaların kapatılması için Cumhuriyet Savcılarının dâvâ açabileceği sonucuna varılmıştır.
c) Memurlara Sendika Kurma Hakkı tanıyan 657 sayılı DMK’nun 22. maddesi 23.12.1972 târihinde 2 sayılı KHK ile kaldırılmış ve hâlen bu konuda yeni bir düzenleme yapılmamıştır.
d) Bu dâvânın açılmasından sonra ÎLO’nun 87 ve 151 numaralı sözleşmeleri 11.12.1992 târihinde 3848 sayılı yasa ile kabul edilerek yürürlüğe girmişse de henüz bu doğrultuda bu hakların nasıl kullanılabileceğine dair düzenleyici bir yasa çıkarılmamıştır. Bu nedenle de anılan sendika tüzel kişilik kazanmamıştır.
e) Tüzel kişilik kazanmamış böyle bir kuruluşun hukukî varlığı da olamaz. O nedenle sebeple faaliyetine son verilmek üzere kapatılmasına karar verilmiştir. (s: 188)
‘Okuyucu ‘sonrasında ne oldu?’ Diye soracak olursa: Cevap: Kapatılan Tüm Haber-Sen’in adından ‘Tüm’ kelimesi silinerek, kuruluş gününü de aynı târihe den getirilerek ‘Haber-Sen’ kuruldu. Bu defa kuruluşta ses çıkarılmadığı gibi kapatma dâvâsı da açılmadı.
Eserin yazarı Yunus Türkölmez’in 1976’da başlayan siyâsî mücâdele hayatı. O yıllarda liseli gençlik, 1977’den 1982’ye kadar da üniversite gençliği içerisinde sol ve devrimci mücâdelede yer alarak devam etmiştir.
Eserinin son bölümlerinde, hayatından kısa bölümler sunmaktadır. Safiye Erol hakkında yazdıkları okunmaya değer.
AKIL FİKİR YAYINLARI
Alemdar Mahallesi, Alayköşkü Caddesi, Küçük Sokak Nu: 6/3 Cağaloğlu, Fatih, İstanbul
Telefon: 0.212-514 77 77 e-posta: bilgi@akilfikiryayinlari.com www.akilfikiryayinlari.com
YUNUS TÜRKÖLMEZ: 1962’de Kastamonu, Taşköprü’de doğdu. İlk ve ortaokulu memleketinde bitirdikten sonra lise öğrenimini İstanbul Davutpaşa Lisesi’nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Târihi Bölümü’nden Şubat 1982’de ‘Akçaabat’taki Türk ve Bizans Devri Eserleri’ başlıklı lisans teziyle mezun oldu. Askerliğini yedek subay olarak yaptı. PTT Genel Müdürlüğü’nün memurluk imtihanını kazanarak 1985 yılı başında İstanbul Telefon Başmüdürlüğü’nde memur olarak işe başladı. 1989’da kurulan PTT ÇAYAD ile başlayan teşkilâtlanma ve hak arama mücâdelesinde yer aldı. Memurların sendikalaşması için yürütülen çalışmalara katıldı. Tüm Haber-Sen’in kuruluş sürecinde ve genel merkez yönetimlerinde görev aldı. 1993 – 1994’te TODAİE Kamu Yönetimi Yüksek Lisans Programı’ndan mezun oldu. ‘PTT’de İşçi ve Memur Örgütlenmesi’ başlıklı tezini kendi imkânlarıyla kitap olarak yayımladı. 1995’te TODAİE organizasyonuyla Almanya’da düzenlenen ‘Federal Almanya’da ve Türkiye’de Yerel Yönetim Reformu’ konulu eğitim seminerine, ardından Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi’nin İstanbul’da düzenlediği ‘Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi’ konulu sertifika programına katıldı. PTT çalışanlarının isteğe bağlı üyeliğinin bulunduğu Biriktirme ve Yardım Sandığı (PTT BYS) üzerindeki genel müdürlük bürokrasisinin yönetimine son verilmesi ve sandığın demokratikleştirilmesi mücadelesinde aktif olarak yer aldı, bir dönem de yönetim kurulunda görev yaptı. Türk Telekom İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü bünyesinde telefon müdürlüklerinde çeşitli kademelerde yöneticilik görevlerinde bulundu. Mart 2011’de Tesis Destek Müdürü görevini yürütürken kendi isteğiyle emekli oldu. Kamu çalışanlarının örgütlenmeleri ve sorunları hakkında başta Memur Gerçeği Dergisi olmak üzere çeşitli sosyalist dergi ve gazetelerde yazılar kaleme aldı. Tüm Haber-Sen ve Haber-Sen’in broşürlerinin hazırlanmasında görev alarak sendikanın yayın organında yazılar yazdı. Emekli olduktan sonra bazı yerel gazetelerde ve çeşitli internet sitelerinde târih ve güncel siyaseti harmanlayan köşe yazıları yazmaya başladı. Bu yazıları ‘Kahve Tadında Târih ve Siyâset’ isimli kitabında toplayarak yayımladı. Evli ve iki kız babasıdır. |
BİLGİLİK:
DİLİMİZDEKİ DİKENLER
GİRİŞ
Merhum Ahmet Kabaklı; ‘Dört konuda devrim olmaz, olamaz’ diyordu: 1-Din, 2-Dil, 3-Ahlâk, 4-Mûsıkî. Bozuk fikirli bâzı insanlar, dilde devrim yapmaya kalkıştılar. ‘Öztürkçecilik’ isimlendirmesi altında yeni kelimeler uydurdular. Doğudan gelen her kelimeyi attılar, yerine batıdan gelen kelimelere kucak ve ağız açtılar. Adına ‘dil devrimi’ dediler. Devrim kelimesini de inkılâp kelimesinin yerine yerleştirdiler. İnkılâp kelimesinde gelişme mânâsı vardır. Devrim kelimesinde ise devirip yerine başka herhangi bir şey koyma düşüncesi vardır.
İnsan kalabalıklarını millet hâline getiren en önemli unsur ‘dil’dir. O dil, bizim için Türkçedir. Türkçe bizim ses bayrağımızdır. Türkçemizi kaybettiğimizde, candan aziz vatan toprakları dâhil, kaybedecek hiçbir değerimiz kalmamış demektir.
Aşağıda çok az bir bölümü verilen yeni ve uydurma kelimeler dilimizdeki dikenlerdir. Dil hassasiyeti olanlar, kendileri kullanmasalar bile kullanılmasından rahatsız olmakta, Türkçemizin ve milletimizin geleceğinden endişe etmektedir.
amaç-amaçlamak: Farsçadan dilimize geçmiştir. Öztürkçeciler, Türkçe olduğunu zannederek beğenip dillerine dolamışlardır. Gaye, maksat, hedef gibi Arapçadan dilimize geçen kelimeler eskiden beri bizde daha çok kullanılmaktadır. Köylüsü de şehirlisi de bilir. Amaç gibi nereden nasıl türetildiği bilinmeyen kelime, dilimizden üç kelimeyi atmış, dilimizi fakirleştirmiştir.
anı-anımsamak: Hâtıra ve hatırlamak kelimelerinin yerine kullanılmaktadır. ‘Anmak’ fiilinden geliyor olmakla birlikte, anmak; ‘zikretmek, bir kişiden, bir hâdiseden bahsetmek’ demek olduğuna göre, anı kelimesi ‘hâtıra’ kelimesinin karşılığı olamaz. Bir başka ifâde ile kelime, mânâ itibariyle yanlıştır. ‘Anımsamak’ kelimesi, hatırlamak kelimesinin yerine kullanılıyorsa da ‘hatırlar gibi olmak’ mânâsını çağrıştırıyor. Her iki kelime de ‘hâtıra’ gibi melodi özelliğine sâhip değildir. Örnek olarak ‘gülümsemek’ ve ‘küçümsemek’ kelimeleri gösterilebilir. Bu iki kelime ‘Biraz gülmek’, ‘küçük ve önemsiz görmek’ mânâsında kullanılır.
birey-bireysel-bireyselleşmek: İşlek olmayan ‘ey’ ekiyle türetilmiştir. ‘Fert, şahıs, kişi’ gibi kelimelerin yerine kullanılmakta ve Türkçemizin fakirleşmesine sebebiyet vermektedir. Gelmiş geçmiş en büyük uydurukçu, kelime uydurmakla övünen, ‘mâdem ki batı medeniyetini tercih ediyoruz, dilimizi de batıdan aldığımız kelimelerle donatmalıyız’ diyen Nurullah Ataç bile birey kelimesini beğenmemiş ve kullanmamıştır. Birey kelimesi bu sebeplerle yanlış olduğuna göre, bu kelimeden türetilen bireysel ve bireyselleştirmek kelimeleri de yanlıştır.
bütüncül: Hürriyetleri baskı altında tutan, bütün yetkileri bir kişi veya az sayıda kişiden oluşan bir grubun yetkisi altında toplayan, Fransızcadan dilimize gelen ‘totaliter’ kelimesinin yerine uydurulan bir kelimedir. Eskiden beri kullandığımız, herkesçe bilinen, Türkçe olmasa bile Türkçeleşen ‘diktatörlük’ kelimesini kullanmaya devam edilmeli. Bütüncül kelimesi öztürkçe sözlüklerden çıkıp henüz edebiyatımıza ve dilimize yerleşememiştir.
deney-deneyim: ‘Tecrübe’ kelimesinin yerine kullanılmaktadır. Kurultay, kamutay, Danıştay, detay… gibi kelimelerle birlikte deney kelimesi de uydurmadır. Çünkü Türkçede fiilden isim yapan ‘y’ eki yoktur. Tahsin Banguoğlu -ey ekinin belirli bir mânâ taşımadığını, rastgele isim ve fiil tabanlarına getirildiğini bildiriyor. Deneysel kelimeleri de yanlış türetilmiştir. Türkçede sel-sal ekleri yoktur. En öztürkçeci Ali Püsküllüoğlu bile başlangıçta deney kelimesinin yanlış olduğu kabul etmiş ve yazmıştı.
dize: Şiirin bir satırının adı olan ‘mısra’ yerine uydurulmuştur. F. K. Timurtaş ve Necmettin Hacıeminoğlu, ‘mısra’ kelimesinin yerine dize kullanmanın Türkçeye ihânet olduğunu, bu değişikliğe hiç lüzum olmadığını belirtiyor. Mısra kelimesi Arapçadan dilimize gelin olarak gelmiş, zamanla kızımız konumuna erişmiştir.
fiziksel: -sel, -sal takılı bütün kelimeler gibi fiziksel kelimesi de yanlış türetilen bir kelimedir. ‘Nisbet î’si denilen î harfini kullanmamak için Fransızcadan alınan bu takılar maymuncuk gibidir. Hangi kelimenin ardına takılsa, o kelimeyi Türkçe yaptığı zannedilmektedir. Târih kelimesi Arapçadır, -sel takısı aldığında Türkçeleştiği zannedilmektedir.
girişim: Arapçadan dilimize giren ‘teşebbüs’ kelimesinin yerine uydurulmuştur. 7’den 77’ye, âliminden câhiline, köylüsünden şehirlisine kadar her Türk, teşebbüs kelimesini bilir. Müteşebbis kelimesini de bilir. ‘simitçi’ veya ‘çöpçü’ kafiyesindeki girişimci kelimesini kendi malı olarak kabullenememiş, kendi malı gibi sevememiştir.
ışıklar içinde uyusun: Mezara konulan ölüler için kullanılıyor. Mezarda ışık yoktur. Olsa olsa ve Cenâb-ı Allah bahşetmişse nur vardır. ‘Mekânı cennet olsun, kabri nurlarla dolsun’ deyimi çok daha mânâlı ve makbuldür.
izlemek: Seyretmek, tâkip etmek, izinde yürümek, izini aramak, peşine düşmek, gözden geçirmek, yolundan gitmek… gibi mânâlarda kullanılıyor. Evet kelime Türkçedir. Fakat güzel ve zengin Türkçemizden 7 adet kelime ve deyimin yerini alıyor ve dilimizi fakirleştiriyor. Tiyatroda ve ekran karşısında bulunanlar, seyircidir. İzleyici olarak kabul edilmesi yanlıştır.
kanı: Düşünce ve kanaat kelimelerinin yerine kullanılıyor. Tamâmen yanlış türetilmiştir. Bu kelimeye benzer olarak; teşhis yerine tanı, zannetmek yerine sanı gibi yanlışlık alanını genişleten yanlışlara da sebebiyet vermektedir. Mânâ bakımından da isâbetli değildir.
konuk: ‘Konmak’ kelimesinin kökü olan ‘kon’ hecesinden türetilen bu kelime ‘Misâfir’ kelimesinin yerine kullanılıyor. Her ne kadar Dîvânu Lugati’t-Türk’de var ve misâfir mâanâsında kullanılıyorsa da kelime kullanımdan kalkmıştır. Öztürkçeciler Dîvânu Lugati’t-Türk’deki eski kelimelerimizi canlandırmak istiyorlarsa, orada çok daha güzel kelimeler vardır. Onlar da canlandırılmalı.
konut: Mesken, ikametgâh, ev gibi kelimelerin yerine kullanılıyor. Uydurulan her kelime, dilimizdeki 3 kelimeyi lügatlerden silerse dilimiz zayıflar. İfâde gücünü kaybeder,
koşul: ‘Şart’ kelimesinin yerine uydurulmuştur. Fâhiş bir hatâ ile yanlış türetilmiş bir kelimedir. ‘Koş’ veya ‘koşu’ kökünden, işlek olmayan -l eki ile yapılmıştır. Zorlama bir kelimedir.
koşut: Aynen yukarıdaki gibi.
kronik: Eskiden kullanılan ‘vakayinâme’ yerine kullanılmak üzere Fransızcadan alınan bir kelimedir. Batı kökenli olduğu için yerine kelime uydurulmamıştır. Doğu kökenli olsaydı, mutlaka dilden ihraç edilirdi.
neden-nedeniyle: ‘Neden’ kelimesi Türkçemizde vardır. ‘Sebep’ kelimesinin yerine kullanılması yanlıştır. Soru zamiridir. ‘Sebebi nedir’ yerine ‘nedeni nedir’ denilmesi çirkinlik oluşturuyor, kulağa hoş gelmiyor. Aynı düşünce ile ‘nedeniyle’ kelimesinin yerine sebebiyle kelimesi kullanılmalıdır.
organize etmek: ‘Düzenlemek, teşkilatlandırmak’ mânâsında kullanılıyor. Organize kelimesi Fransızca, düzenlemek Türkçe, teşkilatlandırmak Arapçadır. Türkçe ve Arapça yerine Fransızcanın tercih ediliş sebebi, Batı hayranlığından başka bir şey olamaz.
önemsemek-çok önemsemek: Küçümsemek, küçük görmek, gülümsemek, hafifçe gülmek, azımsamak, az bulmak… Hepsinde yetersizlik söz konusu iken, çok önemsemek tâbirinin çok önem vermek mânâsında kullanılması çok garipsenecek(?!) bir durum…
örgüt-örgütlenme: Teşkilât, teşklâtlanma mânâsındaki bu kelimeler, kadim Türkçemizdeki Arapça kökenli kelimeleri tasfiye etme hareketinden başka bir gayesi yoktur. Üstelik örgüt kelimesi, ‘örmek’ kelimesinin kökü olan ‘ör’ ile ‘mek’ mastarını birleştirmek suretiyle yapılmış. Türkçede, fiilden isim yapan ‘güt’ eki yoktur. ‘Ben yaptım oldu’ saçmalığı Türkçemize zarar verir.
sel-sal ekleri: Fransızcadan Türkçemize bulaştırılan öldürücü 2 adet mikrop. Başlangıçta yalnızca ‘siyâsî’ kelimesinin öztürkçeleştirilmesi için kullanıldı: ‘Siyasal Bilgiler Fakültesi’ denildi. Sonra bütün Türkçemizi sardı. Böylece Arapçadan gelen ‘siyâset’, Fransızcadan aparılan ‘sal’ eki ile evlendirilerek güya Türkçeleştirildi. Memnun kalmış olmalılar ki; tarımsal, evsel, kamusal, bitkisel… ve binlercesi sökün etti. Türkçemizde isimden sıfat yapan pek çok ek varken, Fransız virüsü tercih edildi. Mizahî yerine ‘şakasal’, ‘hukukî’ yerine ‘hukuksal’… ve binlercesi… Öztürkçeleştirmeciler sevinirken, Amerikalı Türkolog Geofrey Lewis, ‘Trajik Başarı – Türk Dil Reformu’ isimli kitabında feryat ediyor, ‘Türkçe Katledildi’ diyor.
sorun: Dert, problem, dâvâ, mesele, sıkıntı, üzüntü ve benzeri kelimelerin yerine konulan fakirleştirme mucizesi.
sürmek-sürdürdü-sürdürmek-sürdürebilmek: devam kelimesi ve türevlerinin yerine uydurulan bir kelimedir. Sürmek denilince akla, tarla sürmek gelir. Köylümüz şehirlimiz böyle bilir. Öztürkçeciler bilmezler. Herkesin bildiği ve kullandığı ‘devam’ kelimesinin kusuru nedir? Arapça oluşu mu? Dilimizdeki Arapça kelimelerin hepsini çöpe atarsak, konuşamayız, anlaşamayız.
umarım: ‘Ümit ederim’ gibi zarif, nârin, nâzik, ince ve zevkli, iç acıcı bir kelimemiz varken, ‘umacı’yı hatırlatan kelimenin tercih edilmesinin mâkul ve mantıklı açıklaması bulunamamıştır.
yaşam: Hayat ve ömür kelimesinin yerine uydurulmuştur. Nurullah Ataç, hayat kelimesinin yabancı, yaşam kelimesinin ise Türkçe olduğunu iddia ediyordu. Türkçe oluşunun sebebini açıklayamamıştı. F. K. Timurtaş, kelimenin hatâlı türetildiğini yazdı. Hayat kelimesinin kapsama alanı geniş, uydurma bir kelime olan yaşam ise çok kısırdır. Birbirine sevenler ‘hayatım’ yerine ‘yaşamım’ diyebilecekler mi? arada ‘Hayat memat meselesi’, ‘ömrüne bereket’, ‘sizlere ömür’ gibi güzel ve samîmi deyimlerimizi niçin çöpe atıyoruz? Yaşam kelimesi ömür kelimesinin yerine de kullanılıyor. Türkçemiz fakirleştiriliyor. ‘Yaşantı’ kelimesi ise çok çirkin. Kaşıntı, kırıntı, şırfıntı kelimelerini hatırlatıyor. Bir de ‘yaşanmışlıklar’ var. Hem ‘hayat’ hem de ‘hâtıra’ kelimesinin yerine kullanılıyor. Hayat başka, hâtıra başkadır. Bilinmiyor mu? Vah vah…
***
-Söylenen söz için ‘deniyordu’ kelimesi kullanılmaz. Bu kelime, ‘tecrübe ediyordu’ mânâsını da çağrıştırıyor. ‘Deniliyordu’ demek gerekir.
-‘Delegeler konuştular’ ifâdesi yanlıştır. ‘Delegeler konuştu’. Denilmesi gerekir. Kaide: Özne çoğul olsa da fiil tekil olur.
-Ne… ne de… edatının bulunduğu kelimelerde fiil olumlu yazılır. Uzun cümlelerde nadiren çoğul olabilir. Türkçemizin 130 yıllık problemidir. Yanlış yazmaktansa bu bağlacın kullanılmasından kaçınılmalıdır. ‘Ne Ahmet ne de Mehmet bugün okula gelmedi’ cümlesi yanlıştır. ‘Bugün ne Ahmet ne de Mehmet okula geldi’ veya ‘Ahmet ve Mehmet bugün okula gelmedi’ şeklinde yazmak gerekir.