Daren Acemoğlu (tam adıyla Kamer Daron Acemoğlu) bu coğrafyanın yetiştirdiği dünya çapında akademisyenlerden biridir. İstanbul doğumlu ve Galatasaray Lisesi mezunu olan Acemoğlu, şu an dünyanın bir numaralı teknik üniversitesi olan Massachusetts Institue of Technology’de (MIT) ekonomi dersleri vermektedir. IDEAS/RePEc araştırma veri tabanına göre dünyada en çok alıntı yapılan 10 ekonomistten biridir.
Bu yazının başlığına konu olan “yaratıcı yıkım” kavramı ekonomist Joseph Schumpeter’e aittir. Daron Acemoğlu ve James Robinson birlikte yazdıkları Ulusların Düşüşü adlı kitabın bir bölümünde Schumpter’e atıfla bu kavram üzerinde durmaktadırlar.
Yaratıcı yıkım bilimin ve teknolojinin gelişmesiyle ortaya çıkar. Bu teknoloji eskiyi yeniyle değiştirir. Yeni sektörler kaynakları eskilerden kendilerine doğru çeker. Yeni şirketler işi eskilerinin elinden alır. Yeni teknolojiler mevcut becerileri ve makineleri işe yaramaz hale getirir. Ekonomik büyüme süreci ve dayandığı kapsayıcı kurumlar, siyasi arenada ve piyasada kazananlar olduğu kadar kaybedenler de yaratır. [Acemoğlu&Robinson, Ulusların Düşüşü, Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri (Why Nations Fail, The Origins of Power, Prosperty and Poverty), s.84, Doğan Kitap, İstanbul, 2018]
Dokunmatik ekran (akıllı) telefonların ortaya çıkmasıyla ilk nesil tuşlu cep telefonlarının piyasadan çekilmesini; Apple yükselirken Nokia’nın gerilemesini; yine digital fotoğrafların yaygınlaşması nedeniyle 24’lük ve 36’lık pozların ve karanlık odalarda film tab etme işleminin tarihe karışmasını yaratıcı yıkımın güncel örnekleri olarak sayabiliriz.
Yaratıcı yıkım, her zaman yukarıda anlatıldığı kadar kolay gerçekleşmiyor elbette. İngiltere’de Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesi ve ilk üretim tesislerinin kurulmaya başlaması sebebiyle, geçimini el becerisiyle gerçekleştiren zanaatkârlar ile ekonomik gücün el değiştirmesi sonucu siyasi güçlerini de kaybedeceklerini anlayan toprak sahibi aristokratlar bu değişime karşı oldukça sert tepki vermişlerdir. Luddistler olarak adlandırılan bu topluluk, kendi ekonomik gerilemelerinden sorumlu tuttukları makinaları tahrip edecek kadar işi büyütmüşlerdir.
Bir toplumun ve/veya ülkenin gelişmeye “yaratıcı yıkımla” başlayacağı açıktır. Yaratıcı yıkımın gerçekleşebilmesi için güçlü bir “sivil” teşebbüsün varlığı elzemdir. Sivil teşebbüs ise, özgür düşüncenin var olduğu, fikirlerin baskı altına alınmadığı, en aykırı fikirlerin bile ciddiye alınıp değerlendirildiği toplumlarda güçlenebilir. Daha açık bir ifadeyle, siyasi otoritenin aykırı fikirlere düşmanlık etmediği, bilakis yeni fikirlerin ortaya çıkması için uygun ortam ve zemin hazırladığı ve ortaya atılan fikirlerin hayata geçirilebilmesi için gereken tüm katkıyı sağladığı toplumlarda güçlü bir sivil teşebbüsten bahsedebiliriz.
Siyasi otoritenin fikirlere ceza verdiği, ceza vermese bile o fikrin geliştirilip pratik hayata uygulanabilmesi için gereken desteği sağlamadığı ülkeler birer yetenek çöplüğünden başka bir şey olamazlar.
Yüzyıllardır, aralarında yüzlerce kilometre olduğu halde birbirlerinin yüzlerini görerek görüşen insanlardan, su üzerinde yürüyen adamlardan, Belkıs’ın tahtını bir anda Yemen’den Kudüs’e getiren adamdan bahseden evliya menkıbelerinin anlatıldığı bir toplumda, bu anlatılanlar üzerine hiç kafa yorulmaması ve bu anlatılanların yüzyılar sonra başkaları tarafından gerçekleştirilen teknolojik gelişmeler olarak karşımıza çıkması, özgür düşüncenin ne kadar kıymetli olduğunun en somut göstergesi olsa gerek.
Lozan Antlaşması’nın 2023 yılında hükümsüz hale gelecek gizli hükümleri (!) gereği Anadolu’daki petrolü çıkartmayacaksak şayet, Türkiye ekonomik değeri olan yer altı kaynaklarına sahip olmayan bir ülke. Türkiye’nin ekonomik sıçrama gerçekleştirmesinin tek çaresi kendi yaratıcı yıkımını sağlamasına bağlı. Onun da yolu fikirlere önce serbestiyet, sonra değer ve nihai olarak da destek vermekten geçiyor.