İngiltere’de bir zenci gencin polis tarafından öldürülmesi ile ortaya çıkan olaylar sanayi toplumlarının sosyal hastalıklarını sergilemektedir. Aslında bu tip olaylar Fransa dahil Avrupa ülkelerinde sıkça görülmeye başlanmıştır. Yine İngiltere’de Newyork’taki İkiz Kulelere yapılan saldırıdan sonra neredeyse bütün esmerler potansiyel suçlu görülmüş ve bir Brezilyalı genç metroya girerken üstünde bir mont var diye öldürülmüştü. Batı sanayi toplumlarında iktisadi ölçülerle ortaya çıkan gelişmişlik, moral tatminin ve manevi duyguların zedelenmesi sonucu insanları tatmin edici olmaktan uzaklaşmaktadır. Yalnızlaşan, basit bir madde gibi görülen, moral değerleri dışlanan insan, en ufak bir olayda kitleler halinde tepki hareketinin içinde yer almaktadır. Zihinleri pozitivizmin farklı tonları ile şartlanmış olan Batılı aydınlar önlerinden bu sis perdesi dolayısıyla gerçekleri görememekte, fertçi, faydacı ve maddeci bir yaratık haline gelen insanın eksiklerini giderememektedirler.
Marjinalleştirilen, dışlanan, rengi veya yabancı kaynaklı olması dolayısı ile ikinci ve üçüncü sınıf muamelesi gören insanlar, sözde bu ileri demokrasi ülkelerinde dışlanmaktadırlar. Batı Avrupa ülkeleri kendi kendilerini yenilemek ve yeni kuramsallaşmaya gitmek durumundadırlar. Birçok Batılı değer ve kurum fonksiyonunu kaybetmiştir. İngiltere’de yağma yapan, etrafı kırıp geçiren ve sanayi toplumuna karşı birikmiş olan tepkilerini boşaltanlar terörist de değildir. Ama ileri ve modern denilen toplumların açmazlarına karşı kendi varlıklarını haykırmaktadırlar. Irk ve renk ayrımının, yabancı düşmanlığının, İslamifobinin zirve yaptığı bu ülkeler nasıl ileri demokrasinin temsilcileri olabilir? Yeni modernleşme teorileri, postmodern yaklaşımlar da post kavgasından ileri geçememekte, yeni marjinaller yaratmaktadır.
Suriye ile geliştirilen ilişkiler ve Türkiye’yi bölgede daha etkili yapacak süreç, dış dayatmalarla birden değişiverdi. Suriye’de Müslüman kanı dökülmesinden ABD ile birlikte rahatsız olanların, Irak’ta binlerce sivilin kanı akarken, kadınların ırzına geçilirken, insan hakları çiğnenirken, Türkmenler evlerini terke zorlanırken, tapular yok edilirken neden sesleri bile çıkmadı? ABD tekliflerini Suriye’ye götüren bir PTT memuru konumuna sokulmadık mı? Ülkenin itibari ve bölgedeki etkinliği zayıflatılmadı mı? Aynı şey Libya’ya karşı da uygulandı. Bu kadar istikrarsız bir dış politika ile ciddi devlet olunabilir mi? NATO’nun Libya’da ne işi var dedik, bombardımanlara karşı çıktık, İzmir’i saldırı üssü yaptık. İltica etmek isteyen yüzlerce Libyalının Akdeniz’de boğulmasına seyirci kalan insanlık dışı örnekler karşısında sesimizi çıkarmadık.
Dışarıda yabancılara karşı çok yumuşağız; ama içeride kendi insanına ve temel kurumlarına karşı aslan kesiliyoruz. Türkiye Orta Doğu bataklığına sürüklenmemeli ve kullanılmamalıdır. Sayın Cemil Çiçek “herkes yerini tayin etsin” diyor. Acaba kendileri yer tayininde isabetli mi karar vermişlerdir?
Ülkenin Ankara’dan yönetilmediği iddiaları var. Açılım adı altında bölücü ırkçılığa ve teröre karşı tavizler zinciri devam ediyor. 31 Temmuz 2011’de Türkiye-İran sınır kapısı Esendere’de 2. Habur rezaleti ortaya çıktı. Malûm partinin bir milletvekili ve yanındakiler “burası bizim özerk bölgemiz buraya pasaportla ancak giriş yapılabilir” diye sınırı kapatma teşebbüsleri oldu. Ülkeyi yönetenlere açıkça küfreden ve terör örgütü ile beraber çalışan bazı belediye başkanlarının kılına bile dokunulamıyor. İsveç’ten rica ile getirilenlere Kürtçe Kuran hediye ediliyor ve resmi karşılama yapılıyor.
Anayasa değişiklikleri ile farklılıkları kutsallaştırarak, etnik ve mezhep gözlükleri ile toplumu demokratikleştireceklerini zannedenler, Avrupa’ya bakmalılar. Almanya yeni göç yasası ile evlenme de dahil iyi Almanca bilmeyeni hoş görmüyor ve ülkesine sokmuyor. Danimarka çirkin ve garip entegrasyon testleri uyguluyor. AİH Mahkemesinin içtihatları arasında din ve ırk farkının veya yeni milliyetler yaratılmasının mutlaka anayasaya girmesi diye bir şart yok. Tam tersine her konuda milli seviyede birliktelik ve vatandaşlar arasında eşitlik esas alınıyor. Kimseye pozitif ayrımcılık yapılmıyor. İsviçre federal bir yapıda olmasına rağmen, İsviçrelilik kimliğini öne çıkarıyor. Dünya nereye, Türkiye ise nereye götürülüyor?