İnsan, hayatı boyunca nice olaylarla karşılaşır, bunların birçoğu unutulur geçer, ama bazıları vardır ki; ömür boyu hafızaya kazınır ve çok derin izler bırakır.
Ortaokul 2. Sınıftayım, sınıf öğretmenimiz bütün sınıfın okuması için her gün bir gazete aldırırdı. O günlerde gazeteler şimdiki gibi çok sayfalı, renkli, magazinsel değil gayet sade, haber ve köşe yazarları, bir de devletin verdiği ilanlardan ibaret dört sayfa olarak çıkardı.
Sabahtan öğlene kadar gazetelerin bir yüzünü, öğleden sonra da diğer yüzünü sınıfın duvarına asar, böylece bütün gazeteyi okumuş olurduk.
Bir gün dersimiz matematik; öğretmenimiz içeri girdi selâm verip bizler yerimize oturduktan sonra şöyle bir duvardaki gazeteye baktı, (Akşam Gazetesi – Çetin Altan çıkarıyordu) döndü sınıfın tümüne sert bir şekilde:
-“Kim aldırıyor lan bu gazeteyi, başka okuyacak gazete bulamadınız mı?” dedi.
Tabii o gün için Hocanın ne demek istediğini pek anlayamamıştık.
Bu defa lise 2. sınıftayım. Yıl: 1968 Öğrenci olayları bütün Avrupa da özellikle Fransa, İspanya ve İtalya’da ve aynı akımın devamı olarak Türkiye’de.
Boykotlar, yürüyüşler, işgaller sürekli gündem oluşturuyor. Yüksek okullarda başlayan bu hareketler, yavaş yavaş liselere de yayılmaya başladı. Biz de tabii olarak o günkü şartlarda yelpazenin bir tarafında yerimizi aldık.
Çok geçmeden anladım ki Orta Okuldaki Matematik öğretmenimiz de bizdenmiş!
Çünkü o yıllarda Akşam gazetesi sol görüşü savunuyordu.
1970’li yıllar. Rahmetli Nihal Atsız fikir suçundan içerde. Çetin Altan, o da içerde. Aynı suçtan yatıyor.
Çetin Altan‘ın dışarıya çıkarılması için rahatsızlığı (sadece tek gözünden rahatsızdı) öne sürülerek o günkü basından, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e büyük baskı var.
Bir bayram konuşmasında “Milliyetçiliği eksantrik” görüş olarak niteleyen Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Çetin Altan’ı affetti ve içeriden çıkardı. Hâlbuki o günlerde Nihal Atsız da rahatsızdı ve çıkarılması için şahsi müracaatı vardı, olmadı.
Çetin Altan’a karşı görüşlerim, fikriyatını öğrendikten sora zaten olumsuzdu, bu olaydan sonra kendisine daha da kinlenmeğe başladım. Yazılarını okuyordum ama bende hep olumsuz düşünceler bırakıyordu.
****
Aradan yıllar geçti. İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy‘un vefatının 78. Ölüm yıldönümünde “Haber Türk, Öteki gündem- Pelin Çift’in programında” konuşmacılardan dinlediğim bilgiler beni adeta şok etti.
Kendisinin ne kadar çileli bir hayat yaşadığını zaten biliyorduk, vefatından sonra geride bıraktığı yaşam hikâyeleri ise tam anlamıyla bir facia.
“Yıl 1962 Bir gazete köşe yazarının bürosuna üstü başı perişan, saçlı sakallı birisi girer. Kendisini tanıtır ve paraya ihtiyacı olduğunu söyler. Köşe yazarı cebinden cüzdanını çıkarır, gelen adama uzatır ve içinden istediği kadar almasını söyler. Adam, lâzım olan parayı alır ve dönüp kapıdan çıkar gider. Aradan çok az bir zaman geçmiştir ki köşe yazarının gözüne o günkü gazeteden bir resim ilişir. Çöp bidonunun yanında bir insan cesedi bulunmuştur. Dikkatlice baktığında görür ki bu resim birkaç gün önce para verdiği adamın resmidir.
Ve o ceset, Mehmet Akif Ersoy’un oğlu Emin Ersoy’a ait cesettir”.
Siz bu köşe yazarının kim olduğunu mu merak ediyorsunuz?
O adam Çetin Altan‘dır.
Şimdi kendi kendime soruyorum:
Siyasi hayatım boyunca, hakkında hep olumsuz düşündüğüm bu adama Emin Ersoy‘u muhtaç eden saik ne idi?
Emin Ersoy için koskoca İstanbul’da gidecek başka bir kapı yok muydu?
Bilmeden de olsa ideolojik bir yanılgının içinde mi oldum veya Çetin Altan‘ın yerinde kim olsa aynı duyarlılığı gösterir miydi?