Yunanistan’da Aynoroz (veya Aynaroz) denilen bir yarımada ve burada 20 kadar manastır vardır. 10. yüzyılda dini bir topluluk olarak doğan Aynoroz Bizans, Osmanlı ve Yunan egemenlikleri boyunca özerk bir devletçik olarak yaşamayı başarmış. Bu devletçik 20 manastırı temsil eden 20 kişi ve küçük bir meclis tarafından yönetilir ve Yunanistan‘a bağlıdır. Nüfusunun çoğunluğu rahiplerden meydana gelir ve 2.250 kişi kadardır. Aynoroz nüfusunun tamamı erkektir. Aynoroz’a kadınların girmesi yasak olduğundan Dünya ve Yunanistan’ın tek kadınsız bölgesidir. Aynoroz’un 20 manastırı da ortak bir plana göre ortak bir mimari yapıda inşa edilmiştir. Hepsi kuleli bir surla çevrilmiş olan geniş avlulu kalelerdir.
Aynoroz’a gidebilmek için önce Yunanistan’dan vize almanız gerekiyor. Bu da yetmiyor Türkiye’deki Fener Rum Patrikhanesi’nden de vize almanız icap ediyor. Ortodoks oldukları için, Aynoroz’daki manastırlar yüzlerce yıldan beri Fener Rum Patrikhanesine bağlılar.
Doç. Dr. Ahmet Haluk Dursun bir Türk’ün girmesinin neredeyse imkânsız olduğu bu yere Ortodokslarca çok önemli olan Ayasofya Müzesinin Başkanı olduğu için girebilmiş ve ayinlerini izleyebilmiş. Ayini yöneten dini lider kendisine (Türklere bakışını gösteren) şu sözü söylemiş: “Sizi kâfir kontenjanından ayinimize dâhil ettik.”
*****
Yukarıda sunduğum ve aşağıda arz edeceğim anekdotları (Körfez Belediyesi’nin organizasyonu ile) “Yâdigâr-ı Vatan / “Kültür Coğrafyamızda Osmanlı Mirası” başlıklı bir konferans veren Doç. Dr. Ahmet Haluk Dursun‘dan dinlediklerimden aktarıyorum.
Doç. Dr. Ahmet Haluk Dursun farklı bir bilim adamı. Sadece kütüphanede ve arşiv belgelerinde çalışan bir tarihçi kimliğini yeterli görmediğinden, tarihin günümüzdeki izlerini sahada izlemeye gayret eden bir araştırmacı.
O, Tarihimizin izlerini taşıyan (Tuna ve Orhun gibi) nehirleri, Osmanlı’nın yerleştiği her yere diktiği çınarları, yaptığı dini ve dini olmayan mimari eserleri görmeye, resimlerini çekmeye, belgeleri yorumlayarak kamuoyu ile paylaşmaya çalışmakta.
“Yadigâr-ı vatan”ı yani kaybettiğimiz vatan topraklarında bıraktığımız izleri anlatan bu hikâyecikler, geçen haftaki “İç Düşmanlar Dış Dostlardan Yakındır” başlıklı yazımı tamamlar nitelikte bir sonuç çıkarmamıza yardımcı olacak. (“İç Düşmanlar Dış Dostlardan Yakındır” başlıklı yazım bugüne kadar facebook’ta en fazla paylaşılan yazım oldu. Alaka duyan okuyucularıma teşekkür ediyorum.)
*****
Doç. Dr. Ahmet Haluk Dursun Balkan ülkelerinde dolaşırken çektiği resimleri paylaşırken iki hususa dikkat çekti:
Eski Osmanlı toprakları olan bu devletlerden çoğu Türklüğe ve Müslümanlara karşı bir kompleks içinde. Bu ülkelerde bol bol Türk’ü / Müslüman’ı tahkir eden heykeller yapılmış. Mesela Haç taşıyan mağrur ve muzaffer Hıristiyan askerinin ayaklarının altına düşmüş Ayyıldız bayraklı, sancağının tepesindeki hilal yere yapışmış Türk askerini gösteren heykel gibi.
Balkanlarda Osmanlı’dan kalan Camilerin hepsinde (AB fonlarıyla yeni restore edilen eserlerde bile) minarelerin ya yarısı veya tamamı yok edilmiş. Bunların bir İslam eseri olduğu gizlenmeye çalışılmış.
*****
Doç. Dr. Ahmet Haluk Dursun, Çin Devletinin sınırları içinde kalan ve Türkler için girmesi son derece zor olan Kaşgar‘ı da (uluslararası bir heyete dâhil olarak) ziyaret etmiş. Kaşgar, Orta Asya’da Türkiye Türkçesine en yakın lehçenin konuşulduğu bölge imiş. Haluk Dursun Hocanın dikkatini çeken hususlardan biri (yasak olduğu halde internet siteleri marifetiyle) Kurtlar Vadisi adlı dizinin Kaşgarlı Türkler arasında çok ilgi görmesi ve seyredilmesi olmuş. Bazı Kaşgarlılar filmdeki bir kısım konuşmaları ezberlemiş, Memati ve Polat rollerine girerek sahneyi canlandırmışlar. Birisi de “Memati Polat’a neden ‘Usta’ diye hitap ediyor. Türkiye Türkçesinde başka bir manası mı var?” diye sormuş.
*****
Ve Doç. Dr. Ahmet Haluk Dursun’u en çok etkileyen şehirlerden Şam‘da yaşadığı bir olay: Hafız Esad döneminde birkaç sene Şam’da yaşayan Doç. Dr. Dursun’a göre, oğul Esad dönemi baba Esad dönemine göre çok yumuşak bir idare olarak kalmaktadır. O dönemde trafik kuralları çok sert cezai yaptırımlara bağlanmış. Ancak Haluk Dursun yabancı arkadaşlarından öğrenir ki, bu cezalar sadece Suriye vatandaşları için olup yabancılara uygulanmamaktadır. Bu bilginin verdiği rahatlıkla yaya geçidi yerine kestirmeden karşıya geçerek kural ihlali yapan Haluk Dursun, Suriye polisine yakalanır. Cezadan kurtulmak için hemen pasaportunu göstererek “ecnebi” yani yabancı olduğunu söyler.
Pasaportu alıp inceleyen Suriyeli polisin verdiği cevap ciltlerle kitabın anlatamayacağı kadar özlüdür: “Sen ecnebi değilsin.” Sebebini de açıklar: “Alman ecnebi, Fransız ecnebi, Amerikalı ecnebi. Ancak sen Türk’sün, sen ecnebi olamazsın.”
*****
“Müslüman halkları çok seven” ABD/AB devletlerinin dost ve müttefiki olarak, “Arap Baharı‘na“ destek verdik. Libya’ya tepelerine bombalar yağdıran “Batılı dostlarımızla” birlikte “demokrasi getirdik.” Şimdi de sıra Suriye’de.
Dünya siyasetinin dengeleri icabı bazı taktik tercihler -yanlış olduğu kanaatine varılsa bile- mazur görülebilir. Ancak ülkeyi yönetenler uzun vadeli ve stratejik tercihler yaparken şu temel kuralı unutmamalıdır:
“Dış dost” veya “dış düşman” kavramlarını belirleyen asli unsur geçici siyasi şartlar değil, milletlerin genlerine kadar işlemiş tarihi ve kültürel miraslarıdır.