Vefatının 21. Yılı Vesilesiyle AHMET KABAKLI’nın Hayatı, Fikriyatı ve Eserleri – 12

86

Bir Türk Beyi
AHMET KABAKLI – 2
O bir Türk Beyi’ydi… Dünyâsı, inançlarıyla bütünleşmişti. O inançlarını fikirlerinde yaşatan
nâdir insanlardan biriydi. Düşüncelerinden fedakârlık yapmadan, ülkesine ve insanına
sevgisinden bir şey kaybetmeden bu Dünyâya vedâ etti… İnançlarındaki temel sevginin
şekillendiği ‘Türk insanı’ için düşündüklerine gelince, sanırım en doğru olan yine hocanın
kendi söylediklerinde bulunacaktır. 1980’li yıllarda neşredilen Boğaziçi Fikir Dergisi’nde
kendisiyle yaptığım bir sohbette, Türk insanını târif ederken âdeta kendi nefsinde yaşattığı ve
kendine şiar edindiği vasıfları şu cümlelerle dile getirmişti:
‘Türk’ün yüzyıllar içerisinde ortaya çıkmış belli bir insan yapısı vardır. Bu insan yapısının
temelde iki unsura dayandığını söylemek mümkündür: Maddî ve mânevî yapı ve bozkır kültürü.
Türk’ün Orta Asya’da ve umumiyetle bütün Asya’da geçirdiği büyük mâcerâ, bu büyük
mâcerânın bizâtihi sebebi olan varlığı ve O’nu bu mâcerâya sürükleyen maddî cevheridir. Türk
insanını, meydana getiren mânevî unsur ise, İslâmiyet’tir. İslâmiyet ile birlikte Türk insanında
âdeta kendisinin aradığı bir varlık, bir mânevî ruh teşekkül etmiştir. ‘İki denizin birleşmesi’
diye bir söz vardır, işte onun gibi… Türk insanı maddî unsuruna ilâve olarak aradığı mânevî
unsuru İslâmiyet’le bulabilmiştir. Türk’ün İslâmiyet’e çabucak teslim oluşu, savaşsız olarak,
kitleler hâlinde İslâmiyet’e râzı oluşu, O’nu bütün benliği ile içten gelerek kabul edişi, esâsen
O’nu aramakta olduğunun bir ifâdesidir. Demek ki, maddî unsur olarak göçebe Türk’ün
imparatorluk ve İslâmiyet devrinde dahi devam edip gitmekte olan akıncı rûhunu, mânevî unsur
olarak İslâmiyet ve bağlı olarak tasavvufun getirdiği olgunluk ile birlikte mütalâa ederek ‘Türk
insanı tipinin’ bu iki unsurdan meydana gelmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bunun daha ziyâde
nev-i şahsına münhasır bir karakter yapısının meydana getirdiğini kabul etmek gerekir. Türk,
Batıyı, yâni Anadolu ve Rumeli’yi tanıyor, İslâm’la müşerref oluyor ve kendisinde, Orta Asya
ile Horasan unsurlarını da taşıyordu.”
O’na göre: ‘Horasan’da İslâmiyet’in ilk temelleri ile birlikte Türk’ün bünyesinde değişiklik
başlar. Türk, şehre yerleşiyor, tabiatıyla büyük bir karakter değişikliği meydana geliyor.
Göçebelikten yerleşik bir kavim doğuyor. İslâmiyet bir tarz-ı hayat hâlinde yaşanıyor. Bunun
yanı sıra mâbetler, kütüphâneler, türbeler yapılıyor ve eski Türk töresinin İslâmiyet içerisinde
ayrı bir şahsiyete büründüğü dikkati çekiyor. Horasan devrinin bize en büyük yâdigârları,
meselâ Hoca Ahmet Yesevî bir Alperen tipi etrâfında kendini gösterir. Hoca Ahmet Yesevî,
Türklük ülküsü ile İslâmlık ülküsünü birbirine kaynaştırmış bir mütefekkir olarak, Anadolu’ya
Alperenler gönderir. Böylece, bir mânâda oraya iyice yerleştikten sonra, Türk insanı
Horasan’dan Anadolu’ya bir ok hâlinde atılıyor. Anadolu’ya gelen Gazi Erenler, Alp Erenler
ve Bacılar, Hacı Bektaş Veli ve Yûnus Emre etrafında Horasan Türklüğün inançlarını
Anadolu’ya getiriyorlar ve yaymağa başlıyorlar. Türklük devlet kurarak, devletler kurarak asıl
şahsiyetini Anadolu’da gösteriyor. Biri Selçuk, diğeri Osmanlı olmak üzere iki büyük
İmparatorluğu Anadolu’da yaşayan Türk Milleti, tabiatıyla ne Horasan Türküne, ne de Orta
Asya Türküne benzeyen yâhut az benzeyen amma onların devâmı olan yeni bir karakteri, yeni
bir dünya görüşünü getirmiş yâhut da edinmiş oluyor. Nedir bu husûsiyetler? Toprağa
yerleşmiş, şehirleşmiş, şehirlerinde mîmârî anıtlarını, İslâm diniyle Türk töresini kaynaştırdığı
müesseselerini kurmuş bir Türklük meydana geliyor. Bu Türklük, yeni geldiği Anadolu’da aynı
zamanda yeni bir takım medeniyetlerle karşılaşıyor. Meselâ Akdeniz havzası medeniyeti ile
karşılaşıyor. Aynı zamanda bir takım başka milletlerle, meselâ Bizanslarla, Araplarla
karşılaşıyor. Bunlarla temas hâline geçiyor. Bu, tabiatıyla başlı başına ne sâdece İslâm’dır, ne
Anadolu’dur, ne de Horasan veya Orta Asya’dır. Bu her üçünün sentezini meydana getirmiş
olan Anadolu Türklüğüdür. Anadolu Türklüğüdür ki, bu Araplardan ayrı, Anadolu’da tanıştığı
Rum ve benzeri diğer kavimlerden ayrı, onlar ölçüsünde olmasa da kısmen Orta Asya’daki
Türk’ten de ayrıdır. Binaenaleyh netice îtibâriyle, nev-i şahsına münhasır bir kültürün,
medeniyetin, yaşayışın bir temsilcisi hüviyetini almıştır.’
İşte aziz Ahmet Kabaklı Hoca’mın görüşündeki Türk kimliği buydu. Maddî varlığı içinde
mânevî değerleri bütünleştiren bir Türk beyi idi. Milleti için her türlü fedakârlığa hazırdı. Hatta
kirlenmiş olduğunu gördüğü, bildiği siyâsette bile! Ve o, ‘yükselmeyi paraya göre ölçenlerdir
ki, böyleleri muayyen kademelere erişinceye kadar çıkarları olan yerlerde sürünmeye bile râzı
olurlar. Yüksek tepelerde kartallar da, yılanlar da bulunur, ama biri sürünerek, biri uçarak
gelir ve servet insanın şahsî değerine hiçbir şey ilâve etmez. Yaradılış bir bütündür. Her insan
bu bütünün bir parçasıdır’, inancını yüreğine kadar hissetmişti. Ülkesinin ve Türk Dünyâsının
da düzgün insanlarca yönetilmesini isterdi. O’nun için Türk dili millî varlığın temelidir.
Kabaklı Hoca’nın sevdâsının temelinde Türk fikir ve edebiyât dünyâsı vardı. Ona göre; ‘Hiç
değişmeyen vasıflarımızın başında, önce Türk’ün akıncı, yerinde duramayan, kabına
sığamayan karakteri gelir. Garip bir tarzda, her üç edebiyâtımız, yâni Orta Asya, Horasan ve
Anadolu edebiyâtları, tetkik edildiğinde hepsinde akıncı rûhun, bir yerden bir yere gitmek
isteyen rûhun hâkimiyetine şâhit olurduk.’
Kabaklı hoca kültür, çağdaşlık ve millet olma anlayışını şu ifâdelerle açıklar:
‘İrfan. En sevdiğim kelimedir. Gönül isterdi ki, batıdan kültür kelimesini alacağımıza ‘irfan’
kelimesini kullansaydık. Zâten kültür kelimesi, uzun bir süre bu anlamda kullanıldı. İnsanların
iç zarâfeti, ruh derinliği mânâsıyla; milletin iç zarâfeti ile ruh derinliği anlamında olan kültürü
birleştirebilmeliydik, birleştirmeliyiz. Çağdaşlığa gelince, çağdaş insan olmakla, ârif insan
olmak aslında birbirinin aynıdır. Medeniyete intibak için rûhi hazırlığınız olmalıdır. Tekniğe
intibak etmek için, yeni yaşayışlara intibak etmek için, ileri diye adını koydukları ne varsa
hepsine sâhip çıkabilmek için, kendi irfânınızı ayakta tutmanız, aydınınızı evvelâ olgun, kâmil
insan tarzında yetiştirmeniz gerekmektedir. Ancak biz her neslin yeni bir millet hâline
gelmemesi için gayret göstermeliyiz. Eğer her nesil yeni bir millet olursa, işte o zaman felâket
olur. Bizde tevâli eden, üst üste gelen inkılâplar, değişiklikler âdeta her nesli yeni bir millet
yapma hedefine yönelmiş gibidir. Tedbirlerimizi aldığımız takdirde ve kemâl devrinden
hareketle irfan unsurumuzu millî eğitimimize ithal ettirebildiğimiz takdirde, gelecek nesiller hiç
şüphesiz bugünküne benzemeyecektir amma, tabiatıyla bu milletin devâmı olacaktır.’
Böylesine inanç ve güven yüklü olan hocanın zaman zaman mahzun ve muazzep anları olurdu.
Hele yakın çevresinden ihânetlerle karşılaştığında çok sarsıntı geçirirdi. Cemiyet, Vakıf ve
Dergi çalışmaları sırasında böylesi anları olduğunda çok güvendiği birkaç ismi çağırarak
istişâre etme gereğini duyardı… İşte o anlarda çâresizlik içindeki Hoca’nın, idealist olarak
düşündüğü insanların fikre neden ihânet etmekte olduklarını anlayamadığını ve hocanın,
parayla ne kadar az ilişkili olduğunu daha yakından yaşardım… Ama onlara bile müsâmaha
göstererek doğrular elde edileceğine inanırdı… Mücâdelesinden ve inançlarındansa asla tâviz
vermezdi… O, nesli tükenen ender insanlardan biri olarak Türk fikir hayâtının son elli yılına,
sâdece fikirleri ve edebî yapısıyla değil, sözünün özüyle bütünleştiği şahsiyetiyle de damgasını
vuran nâdir düşünürlerimizdendir…
Metin Eriş: Gönlümde Taht Kuranlar (s: 174-183) Kubbealtı Neşriyatı. İstanbul 2009.
Dr. METİN ERİŞ
TÜRK EDEBİYATI DERGİSİ – 2
Bu dergide, başka gazete, kitap ve dergilerden seçilmiş bazı yazılar da bulacaksınız. Bunlar
uygun gördüğümüz sanatın veya düşüncenin belgeleri gibi alınmalıdır. Daha kuvvetliler çıktıkça,
seçimlerimizin sayısı artacaktır. Uygun görmediğimiz yazı veya şiirlerden hiç söz açılmayacak mı?
Bu pek seyrek olarak, asla polemiğe kaçmaksızın, zayıf, yanlış, gereksiz yanlarını göstermek
suretiyle ve sırf sanata hizmet için yapılacaktır.
Türk Edebiyatı’nın bizce en büyük hizmetlerinden birisi de, her sayısında, o ay içinde çıkmış telif
veya tercüme (sanat, fikir, ilim) eserlerini, yetkili kalem sahiplerine inceletip tanıtması olacaktır.
Bugünün okumuşları (ayrıca öğrencileri, velileri) bir yayın sağnağı altında bulunuyorlar, iyisi
kötüsünden ayırd edilemeyecek sayıda kitap, dergi, broşür çıkıyor. Bunların iyisini, kötüsünü,
zararlı veya değerlisini ayırd edecek güvenilir bir tenkid dergisi yoktur. Halbuki Batı’da sırf bu
amaçla çıkan mevkuteler vardır. İşte Türkiye Edebiyat Cemiyeti bilhassa bu ihtiyaçla,
okuyucuların yardımına koşan tarafsız tenkid ölçüleri bulacaktır. Bu tutumumuz ciddî olabildiği
ölçüde, kültür buhranını yapan sebeplerden birisi daha kontrol edilebilir olacaktır.
Bir derginin muhtevasını ve imkânlarını saymak ve hattâ tahmin etmek kolay değildir. Gelecek
sayılarımız kendi gücünü, varsa, bizzat gösterecektir. Şüphesiz ki bu dergi çok güzel şeyler
yapmak isteyecek fakat dileklerin gerçekleşmesinde ‘mârifet rağbete bağlıdır.’ hikmeti de
unutulmayacaktır.
Türk Edebiyatı Dergisi’nin 1. sayısındaki yazılardan bâzılarının başlıkları ve yazarları: *Adam
Sen de… (Şiir): Gültekin Sâmanoğlu. *Ahmet Hamdi Tanpınar ve Güzel Eserin Üç Temeli:
Prof. Dr. Mehmet Kaplan. *Korku ve Titreyiş’ten: S. Kırkegaard. Tercüme: Erol Güngör.
*Kaybolan Sanat Eserleri: Mâlik Aksel. *Kâtip Çıkmazı (Tiyatro Eleştirisi): Emine
Barutçuoğlu. *Halı Destanı (Şiir): Mustafa Necâti Karaer. *Büyük Türk Bestekârı Dede Efendi:
M. Câhit Atasoy. *Tiyatro, Sinema ve Bir Kitap: Mustafa Miyasoğlu. *Eski İstanbul’dan
Sahneler: Ahmet Râsim. Bu günkü dile çeviren: K. Domaniç. Dergi ve Gazetelerde Geçen Ay:
M. Nuri Samancı.
Dergi, Ocak 1975’te yayımlanamadı. Şubat 1975’te 37 ve 38. sayılar birleştirilmiş olarak çıktı.
Bu sayı ile yayına ara verildi. 1 Ocak 1977’de tekrar yayımlanmaya başladı. Derginin içeriği
aynı kalmakla birlikte; isim logosu, kapak ve iç sayfalar düzeninde değişiklikler oldu. Bütün
yayın hayatı boyunca dilde yaşayan Türkçe’yi esas alıp milliyetçi-muhafazakâr tutumundan,
memleketçi anlayışından hiç tâviz verilmedi. Azerbaycan edebiyatı başta olmak üzere, Misak-ı
Millî sınırlarımız dışındaki Türklerin edebiyatına ilgi gösterildi. Eski ve yeni kuşakların edebî
ürünleri bir arada yer aldı. Zaman zaman özel sayılar hazırlandı. 1970 sonrasında en çok satan
edebiyat sanat dergileri içinde en fazla satan dergi olarak geniş bir okur kütlesine seslendi.
Derginin Kasım 1999’da çıkan 313. sayısında Zeynep Uluant’ın *Afife Jale Masalı başlıklı
yazısı dikkat çekiyordu. Yazar makalesinde; Afife Jale, Müslüman Türk kadınının medârı
iftiharı değildir. Yalnızca Dârülbedâyi’ye giren ilk Müslüman kadın oyuncudur. Müslüman
Türk kadını için ölçü olabilecek kriterlere sâhip olduğu söylenemez. Zira toplumların çeşitli
kesimlerinde bâzı vasıflarıyla temâyüz eden kimselerin, öncelikle örnek bir hayat çizgisine
sâhip olmaları gerekmektedir. Hâl böyleyken, genç yaşta uyuşturucuya müptelâ olup, bir akıl
hastanesinde hayata vedâ eden bu bahtsız kadının topluma hangi mesajı verebileceğini
doğrusu merak etmişimdir… Afife Jale, bazı yazar ve aydınlarımızın iddia etiği gibi, Müslüman
kadınına sahne oyununu açan bir fedâi midir, yoksa kadınımızın bugünkü teşhirci basının
elinde metâ hâline getirilişin müsebbiplerinden, bir zavallı kader kurbanı mıdır? Batılı
anlamda tiyatro icra etmek medeniyetin tek ölçüsü sayılamaz. Afife’yi ön plâna çıkarmak
isteyenler, yozlaşmayı sanat olarak görenlerdir ki, bunun tiyatro severlikle bir alâkası yoktur.
Tiyatro edebiyatı ve dünyası, birbirinden seçkin tiyatro eserleri ve sanatkârlar ile doluyken
böylesine basitliği ön plâna çıkarmak acaba hangi cehâletin örneğidir dersiniz? Diye soruyor.
Dergi ile ismi özdeşleşen Ahmet Kabaklı ise başyazıda Atatürkçülerin Atatürk Düşmanlığına
değiniyor. Birol Emil yazısında, Radyo-Televizyon Dilinin Bu Günkü Meselelerini irdeliyor.
Diğer sayfalarda; Hüsrev Hatemi, Mehmet Doğan, Hasan Kayıhan, Reha Oğuz Türkkan,
Süreyya Beyzâdeoğlu, Ramazan Gülendam, Mehdi Ergüzel, Fikret Kızıltuğ, Can Etili’nin
yazıları, Mehmet Zeki Akdağ ve Ahmet Balta’nın şiirleri, Savaş Bektaşoğlu’nun Mustafa
Miyasoğlu ile romancılık üzerine yaptığı mülâkat, Cafer Akman’ın bir hikâyesi, Muhterem
Yüceyılmaz’ın kitap tanıtımları vardı.
Türk sanat ve kültürünü, edebiyatın imbiğinden geçirerek sayfalarına aktaran dergide, asırların
ötesindeki bilgelikler, sanat hâline getirilmiş kültür zenginlikleri olarak Mehdi Ergüzel’in
Kutadgu Bilig’den alıntılarıyla günümüze intikal ettiriliyordu: *Kamçı yarası geçer, dil yarası
yıllarca acır. *Cimriye sövülür, cömert övülür. *Töre, yol ve usûlü iyi bilmeli. *Siz diyene siz,
sen diyene sen demeli. *Kendinden yükseklere yaklaşma, yüz güzelliği değil, huy güzelliği ara.
* Ölüyü gören diri kalmaz, ölüme hazırlan….
Türk Edebiyatı Dergisi’nin 315. sayısı, Ocak 2000’de, 56 sayfa olarak çıktı. Muhtevâsını
oluşturan yazılardan biri; ‘Sanat Biçiminde Târih’ başlığını taşıyor. Şeyhü’l Muharrirîn Ahmet
Kabaklı makalesinde; ‘Geçmişte yaşanan olayların, zamanın, mekânın, kültür ve medeniyet
öğelerinin bilgisi, sonraki asırlara iki şekilde aktarılmaktadır. Birincisi: bir bilim dalı olan
târih yazıcılığı yoluyla, ikincisi ise: sanat yoluyla yapılan aktarımdır. Sanat bir yorum
olduğuna göre, sanatın yorum konusu olan târih, halkın hâfızâsına silinmeyecek şekilde
yerleşmektedir.’ Diyor. Kabaklı Hocamız yazısında şu hükme varıyor: ‘Târihin edebiyatımıza
bilinçli olarak taşınması, Tanzimat romantizmiyle başladı, Servet-i Fünûn ile sona erdi. Yahya
Kemal’e kadar, târihimize sevgi ve gururla bakan kimse yoktu. Sanatçılarımız, târihimizin
uçsuz bucaksız olduğunu bilmeliler. Küçük ve pis kokulu gerçeklerin şerrinden yakayı sıyırıp
da bu derin hakîkatlere dönmeliler. Böyle yaparlarsa, millî ve şahsiyetli sanata en kestirme
yoldan varacaklardır. Bu, öyle bir sanat ufkudur ki, bizden gayrısı görmez, sevemez ve
anlayamaz.’ Dergideki diğer yazılardan bâzılarının başlıkları ve yazarları: *Görüntüler
Görüşler: Hüsrev Hatemi. *Millî Egemenliklere ve Göreneklere Müdâhalenin Sınırı: Reha
Oğuz Türkan. *Puşkin Dağlarında: Hasan Kayıhan. *Bienos Dias Meksika: Metin Eriş.
Dergide ayrıca, Ayşegül Celepoğlu’nun Prof. Dr. Sadık Tural ile yaptığı, *Şiirde Zaman
konulu, Gülay Güngül’ün, Gül Şâiri olarak anılan Nurullah Genç ile yaptığı *Gül ve Ben
Üzerine başlıklı röportajlara yer verilmişti. Son sayfalarda; *Sanat Dünyasından, *Sanat
Fidanlığı ve *Yeni Kitaplar bölümleri vardı.
Türk Edebiyatı’nın hayat suyu olma özelliğine sâhip Türk Edebiyatı Dergisi, Ahmet
Kabaklı’nın vefatından sonra, milliyetçi çizgide ciddî bir dergi olarak merhumun yeğeni Servet
Kabaklı tarafından, edebiyatı da içine alan sanatı, edebiyatçıyı da temsil eden sanatkârı, sanat
dostlarına ulaştırmaya, sanat zevki incelikleriyle devam ediyordu. 2005 yılının Ocak ayında
392. sayısı yayınlanmıştı. (DEVAM EDECEK)
AHMET KABAKLI diyor ki…
Türk edebiyat sanat ve felsefesine asıl rengini veren, İslâm dininin getirdiği medeniyet ve kültürdür. Bu kültür ona devre devre edebiyatını
eski kavmî edebiyatlarımızdan yeni özellikler ve belirgin çizgilerle ayırmıştır. Kültür ve edebiyat bu uzun devrede milletle birlikte ümmete de
dayalı bir karakter göstermiştir. Dağınık geniş Türk bölgeleri ve türlü zümre sanatları arasında ortalama benzeyiş çizisini yine İslâm dini
sağlamıştır.
İslâm’la Kaynaşmış Türk Edebiyatı. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları. (s: 7-8) İstanbul 2006.

Önceki İçerikFırat Yılmaz Çakıroğlu’nun Aziz Ruhuna
Sonraki İçerikBazı Ülke Manzaraları Moral Bozucu Olmamalı
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.