Vefatının 21. Yılı Vesilesiyle AHMET KABAKLI Hayatı, Fikriyatı ve Eserleri – 23

80

Kültür emperyalizmi bir milletin hayatına  

şarıdan dil ve yaşama biçimi olarak  

farklı yollardan sokulmuş unsurlarla

millî bünyeyi bir işgal teşebbüsüdür.’

Türk Edebiyatı Dergisi Genel Yayın Yönetmeni İMDAT AVŞAR
ile

AHMET KABAKLI ve O’nun idealleri hakkında konuştuk.

 

Oğuz
Çetinoğlu:
Ahmet Kabaklı Hocamız Türk Edebiyatı Dergisi ile topluma
hangi hizmetleri vermeyi tasarlamıştı?

İmdat
Avşar:
Ahmet Kabaklı
üstadımızın bu dergi ile Türk milletinin kültür ve medeniyet alanında hangi
dertlerine devâ olmak istediğini, Türk Edebiyatı dergisinin 15 Ocak 1972
târihinde çıkan ilk sayısında yer alan ‘Çıkarken
başlıklı, manifesto niteliğindeki yazısında geniş şekilde bulabiliriz.
Meraklıları için, bu yazının 50. yılımızın ilk sayısında yâni Ocak 2022’de
yayımlanan 579. sayımızda yeniden yayımladığını duyurmak isterim. Üstat, bu
yazısıyla kökü mâziye dayanan yeniyi inşa etmek, çağdaş ve klâsik sanatlar
arasındaki bağı güçlendirmek, devrin kültür buhranına kapılmadan kendi
köklerinden filizlenen yeni kültür ve sanat adamlarını yetiştirmek, sanatta ve
edebiyatta taklitçiliğe düşmemek, yaşayan Türkçeyi esas alarak dildeki
bozgunculuğun önüne geçmek, yurdun neresinde olursa olsun istidat sâhibi
kalemlere sâhip çıkmak ve bu amaçla bir sanat fidanlığı oluşturmak, ideolojinin
esiri bir edebiyata değil hâlis sanata ve doğru düşünceye destek olmak,
binlerce yıldır ürettiğimiz değerlerin inşa edeceğimiz yeniliklerde ilham
kaynağı olmasını sağlamak, yeni çıkan ilim, sanat ve fikir eserlerinin geniş
kitlelere yayılması için ehil kalemlerce tanıtımını yaptırmak gibi asil
hedefler koymuştur. Böylece, millî ve manevî köklerimize bağlı bir edebiyatı ve
sanatı destekleyeceğini dolayısıyla böyle bir toplumun inşası için hizmet
verileceğini duyurmuştur.

Çetinoğlu:
Derginin günümüzdeki hizmet anlayışı hakkında
neler söylemek istersiniz?

Avşar: Birinci sorunuzla bağlantılı olarak şunu
söyleyebilirim ki Türk Edebiyatı Dergisi
Ahmet Kabaklı Hocamızın ilk sayımızda belirlediği ilkelerden hiç sapmadan yayın
hayatını bu düsturlar eşliğinde devam ettirmiştir. Dergimizin 50 yıllık
geçmişine de bugününe de bir göz atıldığında, Türk Edebiyatı Dergisi’nin, Türk milletinin kültür ve
medeniyetine hizmet için öncülerinin koyduğu ilkeler doğrultusunda büyük bir
gayretle faaliyetlerine devam ettiği görülecektir.

Çetinoğlu:
Türkçemizin karşı karşıya bulunduğu
problemlerin çözümünde Türk Edebiyatı Dergisi olarak teklifleriniz neler olabilir?

Avşar: Türkçenin, son yüzyılda bazı temelsiz
politikalarla birtakım hücumlara uğradığı hattâ bunun zaman zaman aydınlar,
sanatçılar eliyle yapıldığı doğrudur. Günümüzde de Türkçe; teknolojinin,
internetin, değişen hayat şartlarının, küreselleşmenin getirdiği bir takım
bozulmalarla, hücumlarla karşı karşıya. Televizyonlar, dergiler, gazeteler de
bu dil bozgununa aracılık ediyorlar maalesef. Meselâ iki yıldır küresel bir
salgınla karşı karşıyayız. Bilinçli olarak ‘salgın
diyorum. Çünkü var olan bu güzelim kelime görmezden gelinerek dilimize bir ‘pandemi’ kelimesi yerleştirildi. Bununla
birlikte resmî ağızlardan ‘bulaşma
fiili yerine ‘bulaş’, ‘tarama ekibi’ yerine ‘filyasyon ekibi’, solunum cihazına bağlı
hasta yerine ‘entübe hasta’
deniliyor: Dil, dışardan müdâhalelerle toptan değişebilecek bir şey olmasa da
ciddî bozulmalar da baş göstermektedir. Daha önce de söylediğim gibi Türk
Edebiyatı
Dergisi geçmişte de
günümüzde de yaşayan Türkçeyi esas alarak, Türkçe konusunda büyük bir
hassasiyet göstererek yayın hayatına devam etmektedir, edecektir. Biz bu
kelimelerin Türkçe olanını kullanarak yaygınlaştırmaya çalışıyoruz.

Çetinoğlu:
Kabaklı Hocamız, ‘Türk Dünyası Birliği’ düşüncesini gerçekleştirmeyi ideal olarak
benimsemişti. Türk Edebiyatı Dergisi
olarak bu idealin edebiyat ayağında gerçekleştirilmesi yönündeki
düşüncelerinizden bahseder misiniz?

Avşar: Merhum Ahmet Kabaklı üstadımız Türk dünyası
ile bağlarımızın yeniden kurulabilmesi için dilin, kültürün, geleneklerin,
törenin sarsılmaz köprüler olduğunu; Türklüğün, Türk kültür ve medeniyetinin
bir bütün olduğunu da biliyordu. Onun hayatının büyük bir bölümü, Türkistan
Türklüğünün Sovyet ve Çin işgalinde olduğu bir döneme denk geldi. SSCB’nin
dağılma sürecinden sonra sadece on yıl yaşadı. Buna rağmen o, daha Sovyet
devrinde, her şeyin yasak olduğu bir dönemde Azerbaycanlı şairlerin şiirlerini Türk
Edebiyatı
Dergisi’nde yayımlamış,
sonra o ülkelere ziyaretlerde bulunmuştu. Onun Türk Edebiyatı adlı beş
ciltlik eserinin ilk cildi de Türk dünyası ile ortak olan destan ve masallara
ayrılmıştır. Ondan sonra derginin yönetimini üstlenen bütün yetkililer onun
izinden gitmişlerdir. Bugün bizler de aynı sürecin bir devamıyız. Dergimizin
geçmiş sayılarına bakıldığında Türk dünyasına mal olmuş Nevai, Yunus Emre,
Fuzuli, Dede Korkut gibi ortak değerlerimiz adına yayımlanmış özel sayıların yanında
Bahtiyar Vahapzade, Cengiz Dağcı, Cengiz Aytmatov, Necip Fazıl, Nihal Atsız,
Anar gibi çağdaş edebiyatçılara hasredilmiş özel sayılarımız da mevcuttur.
Ayrıca Kazak Edebiyatı, Kırgız Edebiyatı, Balkanlar Türk Edebiyatı, Kıbrıs Türk
Edebiyatı, Azerbaycan Edebiyatı, Özbek Edebiyatı gibi özel sayılarımız da
vardır. Biz Türk dünyası birliğinin dil, kültür, sanat ve edebiyatla
kurulacağının bilincindeyiz. Çünkü bu yollarla kurulan köprülerin siyasî ve
ekonomik köprülerden daha sağlam ve kalıcı olduğunu biliyoruz. Kurmuş olduğumuz
Turay Yayınları, Türk dünyasından yazar ve şairlerin kitaplarını
yayımlamaktadır. Türk Edebiyatı Çocuk Yayınevimiz aracılığıyla çocuklara
yönelik ‘Türk Dünyası Masalları
serisini, ‘Dede Korkut Destanlarını
resimli olarak yayımladık. Dergimizde her ay Türk dünyasından bir şair veya
yazarın şiirlerini, hikâyelerini, ilmî yazılarını bulabilirsiniz. Biz Türk
dünyasını edebiyat ve sanat yoluyla birbirine yaklaştırmayı hedefliyoruz,
çalışmalarımız da bu yöndedir.     

Çetinoğlu:
Belli başlı edebî eserlerde; romanda, şiirde,
hikâyede çok şeyler değişti, değişiyor. Kabaklı Hocamızın değişmemesi için
direnç gösterdiği hususlar nelerdi?

Avşar: Değişme kaçınılmaz bir olgudur. Değişime
karşı direnç göstermek de mümkün değildir. Çünkü değişim seli bütün insanları
içine alır ve sürükler. Hiç şüphesiz Ahmet Kabaklı üstadımız da ülkede ve dünyâda
meydana gelen kültür sanat anlayışlarındaki değişimlerin farkındaydı ve hiç
kuşkusuz o da her zaman yenilikten yanaydı. Ancak o, ‘yeni yetişenlerin, başka ülkelerdeki deneyişleri öğrenmeden veya o
deneyişleri taklit etmeden önce kendi ülkelerindeki eski veya çağdaş
sanatkârların deneyişlerini tanımak mecburiyetinde’
olduklarını söylüyor,
kendi köklerimizden beslenen bir yeniliği telkin ve teşvik ediyordu. ‘Batı’dan alınarak taklit edilmiş bir
yeniliğin yerlileşemeyeceğinden
’ bahseden üstat Şeyh Galip, Yahya Kemal,
Mehmet Akif ve Ziya Gökalp gibi şahsiyetlerin yaptığı yeniliği de örnek olarak
gösteriyordu.  

Çetinoğlu:
Kabaklı Hocamız, Tercüman Gazetesi’nde ‘Yaşayan
Türkçemiz
’ köşesi ihdas etmişti. Bu proje Türk Edebiyatı Dergisi’nde canlandırılabilir mi?

Avşar: Üstadımızın yaşadığı o dönemde bunlar
gerekliydi. Onun bu yaptıkları, millî hassasiyetlerimizi dikkat merkezine
çekmekti. Yukarıda da bahsettiğim gibi Türk Edebiyatı Dergisi elli yıllık yayın hayatında bir
bütün olarak ‘Yaşayan Türkçemizi
esas alarak ve dilimize büyük ihtimam göstererek yayın hayatını devam ettirdiği
için ayrıca bir başlık açılmasına gerek olmadığı kanaatindeyim.     

Çetinoğlu:
Ahmet Kabaklı’nın yakından ilgilendiği kültür
emperyalizmi (günümüzdeki adı ile kültür endüstrisi), âşık edebiyatı, tasavvuf
edebiyatı ve halk edebiyatı hakkındaki görüşlerinizi lütfeder misiniz?

Avşar: Kültür emperyalizmi bir milletin hayatına
dışarıdan dil ve yaşama biçimi olarak farklı yollardan sokulmuş unsurlarla
millî bünyeyi bir işgal girişimidir. Dünya son elli yılda baş döndürücü şekilde
bir değişime uğramıştır. Ülkeler arasındaki sınırlar sanal yollarla
lağvedilmiştir. Siyasî, ekonomik, kültürel ilişkiler şekil ve yön
değiştirmiştir. Eskiden ülkeler işgal ediliyor, sömürülüyordu. Şimdi ise
insanlar… İnsanlar kablolara bağlı bilgisayarlar ve cep telefonları ile küresel
kültür emperyalizminin gönüllü sömürgesine dönüşmüşlerdir. Bu durum kültürde,
dilde, toplumsal ilişkilerde, değerlerimizde, geleneklerimizde tahribat
yaratmaktadır. Üstat da bu konulara daha o yıllarda dikkat çekmiştir. Halk
edebiyatının, âşık edebiyatının milletin millî yönünü, tasavvuf edebiyatının
ise manevî yönünü muhafaza ettiğini, köksüz değişimlere karşı millî ve manevî
benliği koruduğunu söyleyebilirim. Dilimiz, töremiz, geleneklerimiz farklı
siyasî yapılar içinde âşık edebiyatıyla yüzyıllara direnebilmiştir. Manevî
kimliğimizi inşa edip koruyan din ve tasavvuf öğretisi olmuştur. Ahmet
Yesevi’nin, Yunus’un, Mevlana’nın, Fuzuli’nin, Şeyh Galip’in, Karacaoğlan’ın,
Dertli’nin, Emrah’ın inşa ettiği bir millettir Türk milleti.   

Çetinoğlu:
Dil olgusunun millet kavramındaki yeri nedir?

Avşar: Dil olmadan milletten bahsetmek mümkün
değildir. Millet kavramının belirleyici unsuru dildir. Edebiyat, kültür ve
sanat da o dil ile üretilir. Bizim için Türkçenin konuşulduğu her yer vatandır.
Dolayısıyla dil aynı zamanda vatandır bizim için. Soy olarak Türk olmakla
birlikte bugün başka bir dili konuşan insanlarla bağlarımız kopmuştur. Bizi
millet olarak birbirimize bağlayan şey dil ve dilin ürettiği değerlerdir.

Çetinoğlu:
173 yaşındaki Türk dergiciliğinin günümüzdeki
durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Avşar: Sürekli artan mâliyetler, yabancı paralara
bağlı olarak gelişen iktisadî dengesizlikler, kâğıdın bile ithal ediliyor
olması, internet yayıncılığı ve internet bağımlılığı sebebiyle dergilere olan
talebin azalması maalesef günümüzde dergilerin yayın hayatına devam
edebilmesini zorlaştırıyor. Kapanan dergiler antolojisinde yer almamak için
gayret gösteriyoruz. 

Çetinoğlu:
Sorularla sınırlı kaldığınız için temas
edemediğiniz hususlar için söz sizin efendim, buyurunuz.

Avşar: Sizin aracılığınızla okuyucularımızdan,
Ahmet Kabaklı üstadımızın yaktığı bu kutsal ocağa sâhip çıkmalarını, onun
yaktığı bu edebiyat meşalesini söndürmemeleri ve bizlere destek olmalarını rica
ediyorum.

 

 

Ahmet
Kabaklı’dan Bir Makale

1924’e kadar vatandaşımız olan, Türkçeyi,
Urfalı, Harputlu gibi konuşan, folkloru Türk dünyasını saran Fuzulî’yi de
yetiştirmiş olan bu en eski Oğuz-Bayat (Dedekorkut) Türklerini, artık bilen
yok, öğrenen yoktur. Hallerine kimse acımıyor.

Güneydoğu’da en büyük teminatımızın
Türkmenler olduğunu bilip düşünen siyâsetçimiz, savunmacımız kaldı mı
bilmiyorum? Korkarım, nerelerde uçup konan garip kuşlar olduklarını, söyleyecek
kimseler de azalıyor.

O sebeple, bizden oldukları için her türlü
felâkete uğratılan Irak Türkleri hakkında (bir kısmı Irak Millî Türkmen
Partisi’nden alınmış) şu basit bilgileri okuyucularıma sunmayı gerekli saydım:

Osmanlı Devletimizde Irak üç vilâyetti:
Bağdat, Basra, Musul. Bugün Kuzey Irak denilen bölge, Musul vilâyetinin büyük
kısmıdır.

Başta petrol olmak üzere, birçok
zenginliklere ve önemli jeostratejik konuma sâhip olan Musul vilâyeti, Kerkük
ve Süleymaniye sancaklarından oluşmakta idi. 

Lozan Andlaşması’da Musul vilâyetinin Irak
veya Türkiye’de kalması meselesi, çözüme bağlanmadığı için (Cemiyet-i Akvam
araya girerek) Musul’un tamamı Irak’a verildi.

Irak Türkmenleri Irak’ın kuzeyinden itibaren
Telafer; Musul, Erbil, Altunköprü, Kerkük, Tuzhurmatu Kifri, Hanekin, Mendeli
ve Bağdat’ın güneydoğusunda bulunan Bedre’ye kadar uzanan bir şerit üzerinde
yaşarlar.

Türkmenlerin nüfusu (Irak’ın asimilasyon
politikası icabı) gizli tutulmuştur ve gerçek dışıdır.

İngiliz kaynaklarına göre Irak’ın % 8.94’ü
Türkmen’dir. Aslında Türkler Irak nüfusunun % 10’undan fazladırlar. 1925
yılında yayımlanan ilk anayasanın metni Arapça, Türkçe ve Kürtçe olarak
basılmıştır. Anayasa’da ‘Resmî dil
Arapçadır
’ denilmekle birlikte 74 sayılı kanunla bunun istisnaları belirtilmiştir.
Bu kanun gereğince başta Kerkük ve Erbil olmak üzere bazı Türkmen bölgelerinde
yargılamanın Türkçe olarak yapılması kabul edilmiş Türkmenlerin çoğunluk teşkil
ettiği ilkokullarda da öğretim tamamıyla Türkçe olmuştur. Sonra bu hakların
hepsi geri alınmıştır.

14 Temmuz 1958’de Cumhuriyet’in kurulmasından
sonra Bağdat Radyosu’nda Türkmence yayınına başlanmış; 1960 yılında, Irak
Türkmenlerinin kültürel ve sosyal hakları çerçevesinde Türkmen Kardeşlik
Ocağı’nın kurulmasına izin verilmiş ve 1968 yılında Kerkük televizyonunda Türkmence
yayın hakkı da tanınmıştır.

1971 yılından itibâren ise ağır bir sindirme
ve asimilasyon politikasına tâbi tutulan Türkmenlerin, yüzlerce genci idam
edilmiş, savunma hakkı tanınmayan devrim mahkemelerince türlü cezâlara
çarptırılmışlardır. Şu anda Irak Türkmenlerinin en basit insan haklarından nasipleri
yoktur.

Irak Türkleri, en sıkıntılı dönemlerini,
1980’den sonra yaşamışlardır. Sekiz senelik İran-Irak ve Körfez Savaşı’nda Irak
yönetiminin o kadar güçlüklerine rağmen Irak Türklerine düşmanlıkları zulümleri
bitmemiştir. Toplu tutuklamalar, yargısız infazlar ve katliamlar devam
etmiştir.

28 Mart 1991 târihinde Altunköprü’de 87
Türkmen’in kurşuna dizilerek şehit edilmeleri, Körfez hengâmesinden dolayı
dikkate bile alınmadı. 5 Nisan 1991 târihinde İstanbul’da, Irak konsolosluk
yetkililerinin 2 Türkmen gencini öldürmeleri de unutulmamıştır.

Irak Türklerinin sıkıntıları, bugün artmış
olsa da aslında çok eski Irak devlet politikasıdır. Hiçbir hakları olmadığı
gibi, 1924, 1926, 1939, 1941, 1946 ve 1959 yıllarında, Türkmenlere uygulanan
katliamlarda nice ocaklar söndürülmüştür.

Irak Cumhuriyeti 7 Temmuz 1990 anayasasının
6. maddesinde ‘Irak halkının Arap ve Kürtlerden
meydana geldiğini ve Kürtlerin millî haklarını
’ kabul etmiştir.

Yâni Türkmenler, yok sayılmıştır. Buna
dayanarak da Türkmenler silinmesi, sindirilmesi hatta katledilmesi gerekli bir
yığın sayılmıştır. (Bunu T.C.’nin varlığına rağmen yapıyorlar, hâlimizi
düşünün.)

Türkmenlere açık yerde Türkçe konuşmak
yasaklanmakla kalmamış, ailesiyle telefon konuşması yapanlar dahi cezalandırılmıştır.
Yüzlerce Türkmen köy ve kasabası yıktırılmış, Türkmen halkı başka yerlere göçe
zorlanmıştır. Irak’ın güneyinden yüzbinlerce Arap vatandaşının Türkmen bölgelerinde
yerleşmeleri için kendilerine karşılıksız teşvik primleri verilmiş ve arazi
dağıtılmıştır.

Devrim Komuta Konseyi’nin 29 Ocak 1976
târihli ve 41 numaralı kararı ile Kerkük ilinin adı bile El-Temîm olarak değiştirilmiştir.
418 numaralı karar ile Kerkük’te, Türkmenlerin gayrimenkul satın almaları
yasaklanmıştır. Saddam’ca mimlenen birçok Türkmen, Erbil ve çevresine, mecburen
göç ettirilmiş olup… Onlar işte bugün Barzanî’nin ayakları altına itilip
öldürülenlerdir.

 

DERKENAR

IRAK’TA TÜRK VARLIĞI

Bu günkü Irak
topraklarında yaşayan Türkler, bölgenin 1348 yıllık sâkinleridir. Türk’ler
ilk defa, 674 yılında bölgeye geldiler.

Emevilerin ordu
komutanı Ubeydullah bin Ziyad, Buhara şehrini kuşattı ise de, Türkleri yenip
şehre hâkim olamadı. Buhara Prensesi Kabaç Hâtûn ile barış sözleşmesi
imzaladı ve savaştaki kahramanlıklarına hayran kaldığı Türklerden 2.000
kişiyi yanına alarak bu günkü Basra şehrine döndü. Bu 2.000 kişi, Irak’a ilk
gelen Türklerdir.

İslâm Arap ordularının
sonraki Türkistan seferleri dönüşlerinde de Irak’a getirilen Türkler oldu.
Arap komutanlar, Türklerin savaşçı yönlerini görmüşler, ordularının
Türklerden alınacak takviyelerle zaferden zafere koşacağına inanmışlardı.
Türkler, yalnızca savaş alanlarındaki cengâverlikleriyle değil; çalışkan,
mert, dürüst ve temiz, ayrıca komutanlarına ve devlet yöneticilerine olan
sadâkatleriyle de vazgeçilmez olduklarını göstermişlerdi. Düzgün bir vücut
yapısına sâhip olmaları dikkat çekiyordu. Arap kızlarıyla evlenip ırkî
değişikliklere uğramaması ve karakterlerinin yerli kültürlerden etkilenip
bozulmaması için, özel olarak inşa edilen yeni şehirlere yerleştirildi. Bu
düzen, Selçukluların bölgeye gelmelerine kadar devam etti.

Irak’ta Türk Hâkimiyeti                                                                                                                              

Tuğrul Bey’in 1055
yılında Abbasi Halifesinin dâveti üzerine Bağdat’a gelişi ile Irak, fiilen
Türklerin yönetimine girdi. Türkler bölgede artık nüfus itibariyle de
üstünlük kurmuşlardı. Halife’nin dînî otoritesine saygı gösterdiler. İslâm’ın
bayraktarlığı Selçuklular tarafından üstlenildi.

Selçukluların
bölgedeki hâkimiyeti, Atabeylikleri ve Kıpçak Beylikleri de dâhil edilirse,
1258 yılına kadar devam etti. 1258 – 1344 yılları arası, İlhanlılar
dönemidir. Karakoyunlulardan sonra, 1534 yılında Irak, Osmanlı Devleti’nin
yönetimine geçti, Anadolu’dan pek çok Türk ailesi Irak’a yerleştirildi.                                                                  
                          

Irak, 1920 yılına
kadar 386 yıl boyunca bir Türk Yurdu olarak târihinin en huzurlu, güvenli ve
bayındır dönemini yaşadı.

OĞUZ ÇETİNOĞLU

 

Önceki İçerik6 Partinin Mutabakatı Tarihi Bir Olaydır
Sonraki İçerikMillî Hafızanın Işığında 1921 Ve 1924 Anayasaları
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.