‘Ahmet
Kabaklı Hoca, Bir Mektep Adamdı’ – 1
Oğuz
Çetinoğlu: Ahmet Kabaklı Hocamızın şahsiyet ve karakter özellikleri
ile ahlâk anlayışı hakkında söyleyeceklerinizle röportajımıza başlayabilir
miyiz?
Dr. SÂKİN ÖNER
Dr. Sâkin Öner: Memnuniyetle. Röportaja bu soru ile
başlamanız çok isâbetli oldu. Ahmet Kabaklı Hocamız her şeyden önce bir
şahsiyet ve karakter âbidesiydi. Mehmet Âkif gibi, Nihal Atsız gibi, Nurettin
Topçu gibi, düşündüğü ve inandığı gibi yaşayan, yazıları ve konuşmalarında inandığı
fikirleri cesâretle savunan, özü sözü bir, güvenilir insandı. Kabaklı Hoca,
aynı zamanda çok nâzik bir insan, bir nezâket ve zarâfet âbidesiydi. O, nezâketle asâleti birleştiren bir edep insanıydı. Dört başı mâmur bir
beyefendiydi. Türklüğü ve
İslâmiyeti hayatının gayesi hâline getiren, onlara lâyık olmaya çalışan Kabaklı
Hoca, büyük bir fikir ve dâvâ insanıydı.
Müslüman Türk aydın kimliğinin en müşahhas ve en muhteşem örneklerinden
biriydi.
Kabaklı Hoca bir alperen ahlâkına, alperen
yaşayışına, alperen hürriyetine, milletinin her varlığını kuşatan alperen
sevgisine sâhipti. O’na göre Alperenlik; ‘İslâm’a
tam iman, millete tam hizmet şuuru içindeki kahramanlıktır. Kahramanlık ise
kötülüğe kapılmayan, haram mala el sürmeyen, her ne şart içinde olursa olsun
Allah’tan başka hiçbir varlıktan korkmayan, yalana, hileye, millet malına
sarkmayan irâde ile nefisten kurtuluş imtihanını kazanmaktır.’
Kabaklı Hoca, bâzı edebiyatçılar tarafından; eserlerinde doğruluğu ve dürüstlüğü
anlatmasıyla, ‘Yusuf Has Hacib’e, Türk dilinin
korunması ve geliştirilmesi için yaptığı mücâdele ile ‘Kaşgarlı
Mahmud’a’ ve bilgeliği ve otoritesi yönüyle, ‘Dede
Korkut’a dünyânın neresinde Türk varsa onların dertleriyle hemhal
olmasından dolayı ‘Derviş gaziye, akıncı beyine’ ve her çağrılan yere
gitmesiyle, ‘Evliya Çelebi’ye benzetilmiştir.
Çetinoğlu:
İdeal bir eğitimci olan Ahmet Kabaklı’nın
eğitimciliği ve eğitim anlayışı konusunda neler söylemek istersiniz?
Dr.
Öner Ahmet Kabaklı, gerek
yazılarında, gerek kitaplarında, gerek konuşmalarında, gerekse cemiyet hayatında,
hep öğretmen kimliğini ön plâna çıkarmıştır. O, sanki öğrenmek ve öğretmek için
dünyâya gelmişti. Parasız yatılı imtihanını kazanıp İstanbul Yüksek Öğretmen
Okulu’ndan diploma aldı. İstanbul Edebiyat Fakültesi’nden de mezun olup elli
yıl öğretmenlik yaptı. Öğretmenliği sâdece okul duvarları arasında kalmadı.
Öğretmenlik O’nun hayatının her anına sinmişti. Çünkü hedefi ve idealleri olan
bir münevver olarak, bunları topluma ancak eğitim yoluyla yansıtabileceğini
biliyordu. Ahmet Kabaklı, elli yıl
boyunca öğreticilik vasfını kaybetmedi. Öğretmenliğe başladığı Diyarbakır’da
okul saatleri dışında oranın en büyük değerleri olan Süleyman Nazif ve Ziya
Gökalp için anma günleri, ‘Dîvan
Edebiyatı Geceleri’ düzenleyerek,
Diyarbakır Halkevi’nce yayımlanan ‘Karacadağ
Dergisi’ni ayağa kaldırarak öğrencilerine ve Diyarbakır halkına seçkin bir
kültür muhiti meydana getirmeye çalıştı.
Ahmet Kabaklı, eğitimin millî ve siyâset üstü
olması gerektiğini söylerdi. Millî şuurun ve millî ruhun ancak eğitim yoluyla
yeni nesillere kazandırılacağına inanıyordu. Bu yüzden müfredatın da millî
olması gerektiğini savunuyordu. Eğitimde kemiyetten çok keyfiyetin, yâni
kalitenin önemli olduğunu vurguluyordu.
Kabaklı Hoca bu ruhla mücâdele etmek, öğretmek, ayakta kalmak ve Türkiye’nin
hemen hemen üç nesil ‘çocuk, genç ve
olgunlarına bir şeyler öğretmek’ için sabırla yılmadan ve yorulmadan
çalıştı.
Çetinoğlu:
Kabaklı Hoca’nın Türk dilinin, Türkçe’nin mevcut durumu ve geleceği ile alâkalı
görüşlerinden söz eder misiniz?
Dr. Öner: Kabaklı Hoca bütün yazı ve kitaplarında ‘Yaşayan Türkçeyi savunmuş ve bu Türkçe ile yazmıştır. Bu Türkçe;
arı, duru ve sâde bir Türkçedir. Bu Türkçe, Destanlar Devri’nden, Halk ve Dîvan
edebiyatlarından süzülüp gelen, münâsebete girilen Doğu ve Batı kültür ve
medeniyetlerinden etkilenen bir İmparatorluk Türkçesidir. Kabaklı Hocamız sözünde, sohbetinde, kaleminde; ‘sevgi,
merhamet, şefkat ve gönül dili’ kullanmıştır. O dil, Türk milletinin
mâzisinden, ruhundan, gönlünden, inancından süzülen öz dilimizdir.
Kabaklı
Hoca, ‘Yaşayan Türkçe Hareketi’ adıyla başlattığı dil hareketi ile dilimize giren ve çok kullanılan
kelimelerin artık dilden atılamayacağını, bu kelimelerin halkın dilinde yer
ettiğini ve kullanıldığını, bunların dilimizi zenginleştirdiğini savunmuştur.
Hoca, dilimize ve kültürümüze malolmuş, halkımızın rahatlıkla anladığı
kelimelerin, hangi kökenden olursa olsun ‘Öztürkçeleştirme’
adı altında tasfiye edilmesine karşı çıkmıştır.
Kabaklı Hoca, Türk Dil Kurumu’nda 1995 yılından itibâren üye olarak
görev yaptı. Kabaklı Hoca’nın çok iyi derecede Fransızcaya vâkıf olduğunu
biliyoruz. Hoca buna rağmen, ‘yabancı
dille eğitime’ karşıydı. Ama Türk gençlerinin, dünyâ gençliği ile rekabet
edebilmek için ‘yabancı dil öğretimi’ne
önem vermelerini istiyordu. Ahmet Kabaklı hocamız yaklaşık 40 yıllık yazı
hayatında Türkiye’de doğru dil, doğru din, doğru târih ve doğru iktisat
konusunda meseleleri çok açık ve kesin bir şekilde edebî bir dille ortaya koyan
fikir adamlarımızdan birisiydi. O, basın târihimizde; Cumhuriyet Dönemi’nde, ‘Edebî gazeteciliğin öncülüğünü’ yapmıştır.
Çetinoğlu:
Yazılarında sohbetlerinde okuyucusunu
dinleyicisini, dâima iyiye, doğruya ve güzele yönlendirirdi. O’nun nazarında
iyi, doğru ve güzel kavramları neleri ifâde ediyordu?
Dr. Öner: Hangi yaşta olursa her insana değer veren, görüşlerini dikkatle ve sabırla
dinleyen ve büyük bir nezâketle cevap veren bir insandı. Kabaklı Hocamız, özellikle gençlere çok değer
ve önem verir, onları hiç kırmazdı. Onların iyi yetişmesi için elinden gelen
çabayı gösterirdi. 1960’lı yılların son döneminde üniversite öğrencisiydim,
Yeşildirek’teki Rüstempaşa Yurdu’nda kalıyordum. Hocamızı yurdumuza dâvet
ettik, seve seve geldi ve Türkiye’nin meseleleri üzerinde güzel bir konuşma
yaptı. Konuşmasının sonunda Hocamızın samîmi yaklaşımından cesaret alarak ve
genç olduğumuz için kendisini bazı konularda eleştirdik. Bunları son derece
olgun karşıladı ve her zamanki güler yüzüyle eleştirilerimizi cevaplandırdı.
Kabaklı Hoca, bütün yazı, kitap ve
konuşmalarında Türk milletini her zaman iyiye, doğruya ve güzele
yönlendirmiştir. O’na göre ‘iyi, doğru ve
güzel’ kavramları, gerçek insanın ruh ve düşünce dünyâsını ifade
etmektedir. Hocamız Türk insanının; Türk töresi, İslâm ahlâkı ve cihanşümul
insanî değerlerin imtizacından meydana gelen bir değerler birleşimini yaşaması
ve yaşatması gerektiğini savunuyordu. Bu değerleri içselleştiren insanımızın ‘doğru, dürüst, hoşgörü sâhibi, iyiliksever,
paylaşmayı ve yardımlaşmayı benimsemiş, herkese sevgi ve saygı ile yaklaşan,
uzaklaştıran değil uzlaştıran, olumsuzlukları değil olumluları ön plana çıkaran’
bir anlayışta olmasını savunmuştur. Kendisi de bu özellikleri hayat şekli
olarak benimsemiştir. Bir iman ve aksiyon insanı olan Kabaklı Hoca yazılarında
en çok Ahlâk, adâlet, doğruluk,
dürüstlük, fazilet, alperenlik, bilgelik, asâlet” kavramları üzerinde
durmuştur. Ahmet Kabaklı Hocamız gerçek bir ‘Harput Beyefendisiydi…’
Çetinoğlu: Kabaklı Hoca’nın sağlığında ve vefatından sonra resmî ve
özel kuruluşların vefa borcunun îfası konusundaki değerlendirmenizi lütfeder
misiniz?
Dr.
Öner: Ahmet Kabaklı Hocamıza
sağlığında
Aralık 1996
Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir törenle, ‘Şeyhül Muharririn’ (yazarların üstadı, şeyhi, pîri) unvanı verildi.
O törene katılanlar arasındaydım. O törende Millî Eğitim Bakanından, Kabaklı
Hoca’nın mezun olduğu ve uzun yıllar öğretmen olarak çalıştığı Çapa’daki Çapa
Anadolu Öğretmen Lisesi’ne ‘Ahmet Kabaklı’
adının verilmesi talep edildi. Bakanlık bu talebi olumlu karşıladı ve hocanın
adını okula verdi. Fakat okul mezunlarının karşı çıkarak açtıkları dâvâ sonucu,
bu isim yargı kararıyla kaldırıldı. Bir kısmı Kabaklı Hoca’nın sağlığında, bir
kısmı vefatından sonra Türkiye’de
bazı ilkokul ve liselere Ahmet Kabaklı’nın adı verildi. Meselâ İstanbul
Başakşehir’de Ahmet Kabaklı İlkokulu,
Ankara Mamak’ta Ahmet Kabaklı İlkokulu ve Ortaokulu, Elazığ’da Ahmet Kabaklı Anadolu Lisesi gibi. 2011 yılında
ise Ahmet Kabaklı hâtırasına İstanbul’un Fâtih ilçesinde Ali Emiri Efendi
Kültür Merkezi içerisinde kendi adını taşıyan ve içerisinde Ahmet Kabaklı’nın özel
kitap koleksiyonu ve 30.000 civarında kitap bulunan ‘Ahmet
Kabaklı Halk ve Çocuk Kütüphânesi’ açıldı. Elazığ’da ise Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından
yapılan 2812 kişilik bir öğrenci yurduna ‘Ahmet Kabaklı Erkek Öğrenci Yurdu’ ismi verildi. Bunlara rağmen, ülkemizin üç kuşağına Türk-İslâm kültür ve
medeniyeti eğitimi veren bir eğitimci, kültür insanı ve yol gösterici bir fikir
önderine bugüne kadar yapılanları yeterli görmüyorum.
Çetinoğlu:
Kabaklı Hoca’nın eğitim, kültür ve sanat
adamlığı hakkındaki düşüncelerinizi lütfeder misiniz? Siz eğitim ve kültürle
alâkalı yetkili bir devlet görevlisi olsaydınız, vefatından sonra Hoca için
nelerin yapılması konusunda talimat verirdiniz?
Dr. Öner: Ahmet Kabaklı, 1948’de başladığı öğreticilik yâni öğretmenlik mesleğini
1974 yılına kadar devam ettirdi. O târihten sonra da İstanbul Teknik Üniversitesi
Türk Musikisi Konservatuvarı’nda Türk Edebiyatı dersi okuttu. O, sıradan bir
edebiyat öğretmeni değil, sıra dışı bir hocaydı Kendisini öğrenmek ve
öğretmekle vazifeli addediyordu.
O, sâdece gençleri
eğitmekle yetinmedi, daha geniş bir âileye yâni millete ulaşmak arzusuyla
günlük gazete yazılarıyla ve kitaplarıyla öğretmenliğini topluma yaydı.
Kabaklı, Türk edebiyatına ve kültürüne hizmet etmeyi hayatının gayesi olarak
gördü. O, modern bir alperendi. Yazılarında ve konuşmalarında Anadolu’yu
kılıçla, ilimle, sanatla fetheden alperenlerin şaşırtıcı ve olağanüstü
yeteneklerini yücelten Ahmet Kabaklı; geçmiş asırların efsanevî gazi
dervişlerinin yerine modern alperenlerin Türkiye’nin bilimine, sanatına, siyâsetine
katkıda bulunacaklarını düşünüyor, demokratik ve güçlü bir ülke özlemiyle
yaşıyordu. Bir kültür insanı olan Kabaklı Hoca; ‘Dil ve
kültür olmadan millet olmaz. Kültür, onu meydana getiren milletle beraber
doğar, çoğalır ve gelişir. Yeniden kültür yapılamaz, Yeniden
musiki, yeniden dil, yeniden terbiye, Yeniden hukuk, yeniden iman ve
inançlar yapılamaz.’
Diyordu. O, bütün hayatı boyunca fikriyle, zikriyle, kalemiyle Türk
kültürünü savunmuştur.
Eğitim ve kültürle alâkalı yetkili bir devlet
görevlisi olsaydım; Ahmet Kabaklı Hoca adına bir ‘Araştırma Enstitüsü’ kurdururdum, Kültür Bakanlığınca adına her yıl
başarılı şâir ve yazarlara ‘Edebiyat
Ödülü’ verilmesini ve Millî Eğitim Bakanlığı’nca mesleğe yeni başlayan her
Türkçe ve Edebiyat öğretmenine Hoca’nın beş ciltlik “Türk Edebiyatı” kitabını armağan edilmesini sağlardım.
Çetinoğlu:
Kabaklı Hoca’mızın şâirliği ve şiir
anlayışını değerlendirir misiniz? Halk şiiri / Tekke ve tasavvuf şiiri, Dîvan şiiri,
Tanzimat şiiri, Servet-i Fünun şiiri, Fecr-i âti şiiri, Millî Edebiyat şiiri,
Cumhuriyet şiiri, Birinci yeni ve İkinci yeni şiiri hakkındaki tercihleri
hakkında neler söylemek istersiniz?
Öner:
Ahmet Kabaklı’nın Türk
edebiyatını bütün yönleri, dönemleri, türleri ve şahsiyetleri ile ele alan, ilk
baskılarında 3 cilt, daha sonraki baskılarında geliştirilerek 5 cilt olarak
basılmış olan Türk Edebiyatı isimli
kaynak kitabı her konuda olduğu gibi, şiir anlayışını ve edebî dönemlere
bakışını görmek mümkündür. Hocamızın bu eseri, modern tarzda hazırlanan ve Türk
edebiyat târihçiliği açısından kıymetli çalışmalardan biridir. Kabaklı Hoca,
Türk târihine ve bütün Türk devletlerine bir bütün olarak baktığı gibi, Türk
edebiyatının dönemlerine de bir bütün olarak bakmıştır. Edebî eserlerimizin
hepsinin, milletimizin değişik dönemlerin farklı şartlarına göre duygu ve
düşüncelerine tercüman olduğu görüşündedir. Yusuf Has Hacib’i de, Yunus Emre’yi
de, Mevlâna’yı da, Dede Korkut’u da, Fuzûlî’yi de, Karacaoğlan’ı da, Nedim’i,
Yahya Kemal’i de, Mehmet Âkif’i de ve Necip Fâzıl’ı da duygu ve düşünce dünyâmızın
ayrı bir boyutu, rengi ve değeri olarak görür. Kabaklı Hoca, Halk Edebiyatı’na da,
Divan Edebiyatı’na da, yeni edebiyata da hâkimdi.
Ahmet
Kabaklı, Türk Edebiyatı Dergisi’nin ilk sayısında ‘Çıkarken’ başlıklı yazısında derginin çizgisini şöyle açıklamıştı: ‘Bugüne kadar birçok sanat ve fikir
hareketine öncülük eden Türk Edebiyatı Cemiyeti, sayısı pek çok olan değerli
mensupları ile Türk milletinin geçmişi ve bugünü, eski ve yeni edebiyatçılar,
çağdaş ve klâsik sanatlar arasındaki yakınlaşmayı Türk Edebiyatı dergisi ile
düşünüyor.’ Bu açıklamada belirtildiği gibi, Türk Edebiyatı Dergisi
kesintisiz 50 yıldır devam eden yayın hayatında edebiyatımızın geçmişi ile
bugünü arasında bir köprü görevi görmüştür. Bir taraftan günümüzün yetenekli şâir
ve yazarlarının eserlerine yer verilirken, edebiyatımızın geçmiş bütün
dönemlerinin sanatkârları ve eserlerine de yer verilmiştir.
Kabaklı Hoca, kamuoyunda yazar olarak
tanınır. Ama birçok yazarımız gibi yazı hayatına şiirle başlamıştır. Kabaklı 1956 yılında gazete
yazarlığına başlayınca şiiri bırakmıştır. Şiirleri
sayıca az olmasına rağmen nitelik bakımından edebiyatımızda önemli yer tutar.
Mehmet Âkif ve Necip Fâzıl’ın sanatı hakkında hazırladığı kitaplarda
kafiyelerden fikirlerin bediîliğine, heceden ritmin vurgularına kadar şiir
sanatında şâir kadar şiir sanatına hâkim olduğu görülür. Kabaklı Hoca, ölçülü
ve kafiyeli her metnin şiir olmayacağını, sözün şiir olması için seçkin bir söyleyişle
ifâde edilmesi gerektiğini, sözün o zaman değer kazanacağını belirtmiştir. Sâdece
ölçülü ve kafiyeli söz olarak kalırsa, bu söz şiir olmaz, ancak bir manzume
olur.
Ahmet Kabaklı, fazla şiir yazmamasına rağmen, edebiyat
eleştirmenleri tarafından başarılı bir şâir olarak kabul edilmiştir. Bu konuda,
Kabaklı Hoca ile fikir yönünden taban tabana zıt biri olarak devrin kudretli eleştirmenlerinden Nurullah Ataç’ın görüşlerine bakmak yeterlidir. Ataç, Kabaklı’nın ilk şiiri olan ‘Kadın Sesidir’ şiiri hakkında Varlık Yayınları
arasında yayımlanan ‘Okuruma Mektuplar’
isimli kitabında ‘Bir Şiir’ adıyla
övücü bir yazı yazmıştır. Şâirliği üzerinde durulması gerektiğini belirttiği
Ahmet Kabaklı’ya bir mektup yazmış ve çok geçmeden cevabını almıştır. Nurullah
Ataç bu yazısında Ahmet Kabaklı ile aralarındaki mektuptan şöyle bahsetmiştir: ‘Güzel bir
şiir benim bugün size okuyacağım şiir, belli ki vergili bir şâirin elinden
çıkmıştır. Eskilerden değil yenilerden birinin, bir gencin, daha ilk şiirini
yazan bir gencin. Ahmet Kabaklı’nın adını belki duymamışsınızdır, ben de
duymamıştım. Kendini de görmedim, tanımıyorum, bu şiirini okuduktan sonra
kendisine bir mektup yazdım, cevap verdi. Bütün dostluğumuz ahbaplığımız işte
bu kadar. Karşılaşsak belki de sevmeyiz birbirimizi. Kendi de söylüyor: Okurmuş
benim yazılarımı ama düşüncelerim arasında, kullandığım kelimeler arasında
hoşlanmadıkları varmış. Kızıyordur onlara. Kızsın. Onun hatırı için
düşüncelerimden, kullandığım kelimelerden, kimini özene özene seçtiğim, kimini
de benim uydurduğum tilciklerimden geçecek değilim a! Ahmet Kabaklı ile
geçinmeğe niyetim yok. Ama inanın bana, iyi bir şâir.’ Ataç, Kabaklı’nın şiirinin açık, söyleyeceğini perde arkasından değil, göz önünde doğrudan söyleyen, ne demek istediğini birden söyleyen bir
şiir olduğunu belirterek ‘Şiirde devrim
diyorlar, hürriyet diyorlar. Ahmet Kabaklı’nın şiiri bir şeyi yıkmadan, büyük
laflar kullanmadan o hürriyete eriveriyor’ diyor. Kısacası Ataç, Kabaklı’nın şiirinin kolay yazılmış
gibi görünmekle beraber üzerinde çok çalışılmış, çok işlenmiş bütünlüklü bir
şiir olduğunu, bu güzellikte şiirlerin az yazıldığını söylemiştir.
(DEVAM EDECEK)
2022