Vakıf Geleneği

96

GİRİŞ:

Ülkemizin siyasi, iktisadi ve içtimai durumu hepimizce malumdur. Uygulanan yanlış politikalar nedeniyle; işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk en büyük sorunumuz haline gelmiştir. Yapılan kamuoyu araştırmaları bu konuların terörden dahi önde bulunduğunu açıkça göstermektedir. Devletle Milletin arası açılmış, gelir dağılımı halkın moralini bozacak düzeyde bozulmuş, sokaktaki insanla varlıklı kesimlerin arasındaki uçurum iç dengeleri bozacak ve sosyal patlamalara neden olacak ölçüde açılmış, uzun yıllardır devam eden enflasyon nedeniyle alım gücü iyice azalarak yoksulluk had safhaya varmış, bölgeler arası uçurumun tetiklediği iç göç nedeniyle büyük şehirlerimizde oluşan gettolar güvenlik güçlerimizce kontrol edilemez bir hale gelmiştir. Büyük süper marketler ve ekonomik kriz nedeniyle küçük esnafın durumu perişandır, siftah yapmadan dükkânını kapatmaktadır. İşçi ve memur ise büyük sıkıntılar içinde kıvranmakta ve geçim sıkıntısı çekmektedir. Köylü ise sorunları hep göz ardı edildiğinden kan ağlamaktadır. Şimdilik Müslüman-Türk Milleti’nin milli hasletleri ve aile içi dayanışmanın kuvvetli olması nedeniyle sosyal patlamalar olmamakta, fakat bu durumun ne kadar devam edebileceği hiç kimde tarafından kestirilememektedir. Tedbir alınmazsa Arjantin vb. ülkelerde meydana gelen istenmeyen olayların ülkemizde de görülebileceği, yağma ve ayaklanmaların olabileceği ve tüm bunların sonucunda da bizi iç harbe kadar götürebilecek kötü sonuçlar doğabileceği en kötü senaryo dahi olsa öngörülmelidir.

Elbette Arjantin gibi ülkelerle Türkiye’nin toplumsal yapıları çok farklıdır. İnsanımız büyük acılara gark olmasına rağmen dünyaya örnek olacak bir özveri ve dayanışma ruhu içinde meselelerini çözme gayreti içindedir ve sabırla devletin alacağı tedbirleri beklemektedir. Toplumumuzda ailenin kutsal kabul edilmesi, akrabalık bağlarının çok güçlü olması ve hala kaybetmediğimiz değer yargıları, toplumsal tepkileri şimdilik bastırmaktadır. Ayrıca geleneğimizde devlete biat etme vardır, başkaldırma yoktur. Ancak bu durumun ne zamana kadar süreceğini kimse kestiremez. Tedbir almak elzemdir. Çünkü son yıllarda halkımızın dini, ahlaki ve kültürel dokusu bir hayli bozulmuş ve suç oranlarında ürkütücü bir artış eğilimi baş göstermiştir.

Şimdiye kadar iş başına gelen hükümetler; milli tedbirler almak, kendi iç dinamiklerimizi harekete geçirmek, üretimi-ihracatı-istihdamı artırıcı tedbirleri devreye sokmak, israfı önlemek, ciddi tasarruf tedbirleri almak, artık iflas eden piyasa ekonomisi yerine karma ekonomiyi devreye sokarak yeni bir kalkınma hamlesi başlatmak, ülkenin kaynaklarını iyi değerlendirerek hakça paylaştırmak, yoksulluğu ve işsizliği önlemek, dar gelirlilerin durumunu düzeltmek ve halkımızı sosyal güvenlik şemsiyesi altına almaya çalışmak yerine; hem ağır iç ve dış borçlanmayla ülkenin yarınlarını ipotek altına almışlar, hem de ekonominin sorumluluğunun şimdiye kadar hiç bir ülkede başarılı olamayan ve birçok milleti felakete sürükleyen IMF’ye teslim etmişlerdir.

Konunun ekonomik yönü yazılı ve görsel basında her gün gündeme gelmekte ve hepimizce izlenmektedir. Fakat sosyal yönü maalesef unutulmaktadır. T.C. Devleti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Anayasada yer alan sosyal devlet ilkesi unutulmamalıdır. Ekonomik kriz yüzünden işsiz kalan yüzbinler aç ve açıkta kalma tehdidi altındadır ve bunlar bizim insanlarımızdır. Evine yiyecek ekmek götüremiyen, kışta kıyamette yakacak kömür bulamayan, çocuğunun ilacını alamayan, okul masraflarını karşılayamayan, cebine harçlık koyamayan, hatta ailesinin başını soktuğu evin kirasını ödiyemiyen işsiz bir baba ne yapacak ve ne zamana kadar dayanacaktır. Herkesin yüreğinde hissetmesi gereken bir acı ve ne yapabilirim diye düşünmesi gereken nazik bir konudur bu!

Ülkemizde maalesef Mülki Makamlara bağlı olarak faaliyet gösteren ve “Fakir Fukara Fonu” olarak bilinen sosyal yardımlaşma birimi ile bazı belediyelerce oluşturulan beyaz masa uygulamaları dışında ciddi bir sosyal güvenlik mekanizması yoktur. Bu birimlerin de bütçeleri mahduttur ve bu büyük sorunu çözmeye muktedir değillerdir. Bir de yeni işten çıkartılanlara hükümet tarafından geçici bir süreyle işsizlik maaşı ödenmeye başlanmıştır. Çeşitli zamanlarda da gerek hükümet ve gerekse belediyeler tarafından yakacak-giyecek-gıda yardımları yapılmakta ve Ramazan Aylarında iftar çadırları kurulmaktadır. Sağlık sorunu da yeşil kart uygulamasıyla çözülmeye çalışılmaktadır.

Bunların hepsi pansuman tedbirlerdir. Yani 21. Asırda insanlarımız açtır, açıktadır, hastanelerde rehin kalmakta ve ilaç parası bulamadığı için ölümle pençeleşmektedir. Devlet tüm insanlarına ulaşamamakta, tüm kesimlere inememekte ve herkesi sevgiyle kucaklayamamaktadır. Cinayet, gasp, hırsızlık, kapkaç, kaçakçılık, fuhuş, dilencilik, uyuşturucu satma ve madde bağımlılığı vb. adi suçlarda önemli artışlar görülmekte ve toplum her geçen gün iyice bozulmaktadır. Gençler maddi ve manevi sıkıntılar yüzünden terör ve suç örgütlerinin tuzaklarına düşmekte ve onların karanlık işlerine alet olmaktadır. Tinerci gençler sokaklarda dehşet saçmakta ve insanları ciddi mana da rahatsız ederek endişeye sevk etmektedir. Büyük şehirlerde bazı genç kızlar yüksek öğrenimlerini tamamlamak için zengin erkeklerle dost hayatı yaşayarak namuslarını satmaktadır. Tüm bunların sonucu hapishanelerde yer kalmadığı için de sürekli af çıkarılmaktadır.

Peki bizim dünyaya örnek olan Türk-İslam Medeniyetimize ve vakıf geleneğimize ne olmuştur. Malın kırkta birini zekât vermek dinimizce farz değilmidir. Neden maddi durumu iyi olan hayırsever insanlarımızın elindeki imkânları muhtaç durumda olanlara aktaracak ciddi örgütlerimiz yoktur. Niçin olan yardım kuruluşları da hep yolsuzluklarla anılmaktadır. Zenginlerimiz sırça köşklerine ve korumalarına mı güvenmektedir. İnsanların bazı kuruluşlarca dağıtılan yardım paketlerini almak için birbirini ezdiğini, çöplükten yiyecek bulmaya çalışan garibanları, sokaklarda yatan çocukları, fuhuş batağına saplanan genç kızları ve terör-suç örgütlerinin ağına düşen delikanlıları basından izlediğimiz bu günlerde, hepimiz insan olduğumuzu hatırlamalı ve elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü herkes aynı gemidedir. Gemi batarsa lüks kamerada olmakla avam kamerasında olmanın bir farkı olmayacak, herkes boğulacaktır. O halde devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla, toplumun tüm kesimleri el birliğiyle gemiyi batırmamak için uğraşmalıdır.

Temel ihtiyaçları giderilmeyen, karnı tok-sırtı pek olmayan, yapacak bir işi ve kalacak bir evi bulunmayan, yani tutunacak bir dalı kalmayan insanların bir süre dayandıktan sonra; her türlü değer yargısını yitirerek canavara dönüşebileceği ve çevresine zarar verebileceği asla unutulmamalıdır. Bu yüzden hükümetler tarafından alınmaya çalışılan ekonomik tedbirler yeterli iyileşme sağlayana, insanların tamamı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi devlet tarafından sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınana, işsizlik ve sağlık sigortası uygulamasına geçilinceye kadar; çözüm üretmek ve toplumun içinde bulunduğu mağduriyeti gidermek durumundayız.

VAKIF GELENEĞİNİ DEVAM ETTİRMEK VE SORUNU ÇÖZMEK İÇİN:

T.C. Devleti öncelikle tüm bireylerini eşit ve onurlu kişiler olarak görmeli, hizmeti her yere adil olarak götürmeli, tüm kesimlere inmeli, halkını hiçbir ayrım yapmadan sevgi ve muhabbetle kucaklamalı ve onun tüm meseleleriyle samimi olarak ilgilenmelidir. Türk Milleti’nin bütünü de tereddütsüz olarak buna gönülden inanmalı ve işte bu benim devletim, benim için var diyebilmelidir. Devlet her şeyden önce baba olmalıdır. Bir baba evladını sevmez, korumaz, üzerinde titremez, okutmaz, sağlık problemiyle ilgilenmez, karnını doyurmaz, üstünü giydirmez, cebine harçlık koymaz, sadece yaramazlık yaptığında döverse; çocukları dahi ya ona isyan eder, ya da evden kaçar. Devlette önce insanlarının güvenlik, asayiş, sağlık, eğitim, barınma, iş ve aş problemlerini çözmeli, tüm bireylerini sosyal güvenlik şemsiyesi altına alacak ve kucaklayacak bir sistem kurmalı, halkının refah, huzur ve güvenlik seviyesini artırmalı, adalet mekanizmasına işlerlik kazandırmalı, sonra da; isyan edeni hükümranlık haklarını kullanarak en ağır şekilde cezalandırmalıdır. Altyapı sorunları halledilmiş medeni bir yerleşim biriminde yaşayan, ailesini geçindirecek miktarda gelir sağlayan bir işi ve uygarca yaşayacağı bir evi olan, sağlık sorunları çözülmüş eğitimli ve mutlu bir birey; devletine karşı gelmeyecek ve müesses nizama uyacaktır. Çünkü kaybedeceği huzurlu ve güvenli bir hayatı vardır.

Yüce Önder Atatürk’ün dediği gibi Millete efendilik yoktur, hizmet etmek vardır. Bu millete hizmet eden, onun efendisi olur.” Hangi makamda ve mevkide olursa olsun Devlet Erkanı bu anlamlı sözleri kendisine şiar edinmeli ve milletle arasına ördüğü duvarları yıkarak toplumun refah ve huzuru için çalışmalıdır. Yani devletin ulaşamadığı tek bir vatandaş dahi kalmamalıdır. Tüm bireyler sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınana kadar; fakir-fukara-garip-guraba-işsiz-yoksul-dar gelirli ve muhtaç insanlarımız için mahalli ve mülki imkânlar birleştirilerek kurulacak bir takım organizasyonlar ve çeşitli vakıflar aracılığıyla yiyecek, giyecek, yakacak, sağlık ve barınma imkânları sağlanmalıdır. Fakat seçime az kala beyaz eşya dağıtma gibi uygulamalarla böylesine ciddi bir konu sulandırılmamalı ve her türlü yardım gerçekten muhtaç olanlara; insan onuru gözetilerek ve mahcup edilmeyerek gizli olarak yapılmalıdır. Elbette insanlar devletten sürekli yardım bekler hale getirilerek üretimden uzaklaştırılmamalı ve tembelliğe alıştırılmamalıdır. En iyi yol devletin iş bulana kadar asgari ücretin yarısı kadar bir meblağı ihtiyacı olan Aile Reislerine verdiği bir sisteme geçilmesidir. Elbette bu bireyler işe girdiklerinde veya İŞKUR tarafından iş bulunup teklif yapıldığında çalışmazlarsa yardım kesilmelidir. İŞKUR’a da işlerlik kazandırılmalı ve istihdam sağlama yolları zorlanmalıdır.

Bazı belediyelerce ramazan aylarında açılan iftar çadırlarının ne kadar hayırlı olduğu ve insanların faydalandığı herkesçe malumdur. Uygulama bütün belediyeler tarafından ve sadece ramazan ayları değil her zaman tatbik edilebilir. Bir belediye başkanının bundan daha önemli ne işi olabilir ki? Yapılacak iş ihtiyacı olan vatandaşa üç öğün yemek vererek karnını doyuracak ve kullanılmış da olsa üstünü giydirecek bir organizasyonu kurmaktır. Nihayetinde ziyafet verilmeyecek, bazen bir kab çorba, bazende bir tabak pilav kafi gelecektir. İhtiyacı olmayan hiç bir insanın, bir kap yemek için kuyruğa girmeyeceği ve kullanılmış bir elbiseyi alıp üstüne giymeyeceği bilinmelidir.

İnsanlar açtır, açıktadır. Büyük metropollerde sokaklarda yatmaktadır. Kilise ve havralara sığınanlar her türlü yardım ve desteği gördüğü için din değiştirmektedir Fakat Cenab-ı ALLAH’ın Evi olarak gördüğümüz Camiler namaz vakitleri dışında kapalıdır. Hoca efendilerin çoğu da işsizlikten ötürü başka işlerle uğraşmaktadır. Devletin köy seviyesinde teşkilatlanmış büyük ve önemli kurumlarından biri olan Diyanet İşleri Başkanlığından hayır işlerinde mutlaka istifade edilmelidir. Osmanlı İmparatorluğu zamanında olduğu gibi, tüm şehirlerde büyük camilerden birisi vakıf haline getirilebilir. Müftüler bu vakıfların başkanı olur ve buralarda Camilerin Hoca ve Müezzinleri görevlendirilebilir. Hayırsever vatandaşların kurban, zekât, fitre ve sair hayırları değerlendirilerek buralarda yoksul insanlara yeme-içme-giyinme-sağlık ve barınma imkânları sunulabilir. Diyanet Teşkilatının bu organizasyonu yürütebilecek kadro ve altyapı imkânları yeterlidir. Elbette bu tip vakıfların tekke ve zaviyelere dönüşmemesine azami dikkat edilmelidir.

Aslında en doğru usul geçmişimizden örnek alarak tüm şehirlerde mülki ve mahalli imkânları birleştirip bir “sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı kurmak” ve sistemi kurumsallaştırmaktır. İlçelerde kurulacak bu vakıfların başkanları Kaymakamlar, genel başkanları da Valiler olmalıdır. Bu vakıfların idare heyetinde; Belediye Başkanları, Sosyal Dayanışmadan sorumlu vali yardımcıları, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının İl ve İlçe Müdürleri, Müftüler, Sanayi-Ticaret ve Esnaf Odalarıyla Sivil Toplum Örgütlerinin Başkanları, Muhtarlar ve o şehrin ileri gelen Tüccar ve Eşrafı bulunmalı, bu heyet belirli periyotlarda toplanarak bizler bu yörenin muhtaç durumdaki insanları için neler yapabiliriz, yaşadığımız kentin sorunlarını gidermek için nasıl katkıda bulunabiliriz diyerek düşünmeli ve çözüm üretmelidir. Tüm şehirlerde kurulacak bu vakıfların amacı “İnsanların tamamını karnı tok-sırtı pek olan, ailesinin geçimini sağlayacak bir işi ve başını sokacak bir evi bulunan mutlu bireyler haline getirmek” olmalıdır. Mülki ve mahalli imkânlara maddi durumu iyi olan insanların katkıları da eklenirse, yeterli kaynak sağlanacaktır. Yani il ve ilçelerin ileri gelen insanları taşın altına ellerini koyarak harekete geçseler ve samimi olarak gayret etseler; yoksulluğun ve işsizliğin sona erdiği, muhtaç insanlara sahip çıkıldığı, herkesin ev-iş ve aş sahibi olduğu, son günlerde artma eğilimi gösteren bölücü-yıkıcı terör eylemleriyle, hızla artan adi suçlar da dahil önemli bir çok sorunun kendiliğinden çözüldüğü ve hapishanelerin de boşaldığı görülecektir.

Vakıf öncelikle ailesinde veya hanesinde SGK’da (sosyal güvenlik kurumunda) hiç kimse bulunmayan, düzenli bir geliri olmayan, muhtaç-kimsesiz-yaşlı ve engelli insanları tespit etmeli ve şehrin düzgün bir “Sosyal Güvenlik Haritasını” çıkarmalıdır. Daha sonra eli ayağı tutanlara İŞKUR’la koordineli olarak iş imkanı sağlamalı ve çalışana kadar yardımcı olmalıdır. İşi olup da durumu iyi olmayanları kendisini toparlayana kadar desteklemelidir. İş yapamayacak durumda olanlara ise düzenli olarak yardım etmelidir. Bu vakfın sosyal yardımlaşma ve dayanışma faaliyetleri;

– Halkın iş-aş-barınma-geçim vb. tüm sıkıntılarını muhtarlar vasıtasıyla veya internet-telefon yoluyla bizzat sosyal güvenlik sistemine ulaştırabildiği ve burada derlenip-toplanarak ilgili hizmet birimlerine aktarıldığı ve en kısa sürede ihtiyacın giderildiği “doğrudan iletişim sistemi” kurmak,

– Muhtaç durumdaki işsiz aile reislerine iş imkanı sağlanana kadar onurunu kırmadan asgari ücretin yarısı kadar nakdi yardımda bulunmak,

– Aşevlerini muhtaç durumda olanlara üç öğün yemek verebilecek kapasiteye getirmek,

– Ailesi olan muhtaç-engelli ve yaşlıların hısım-akraba ve çocuklarının yanında kalmasını teşvik ve desteklemek, kimsesiz olan veya ailesinin yanında kalamayanlar için mevcut huzur evleriyle kadın sığınma evlerinin kapasitelerini artırmak ve buralardan faydalanan yaşlı, kimsesiz, muhtaç insanlarımızla yakından ilgilenmek,

– Belediyelerle koordine ederek sokak çocuklarını bir araya getirerek geçici bir süre barındırmak maksadıyla çocuk sığınma evleri yapmak, bu çocukları gerekli prosedürleri tamamlayarak Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu İl Müdürlüğü bünyesinde bulunan merkezlere sevk etmek, bu merkezlerin yanına onlarla paralel çalışacak rehabilitasyon merkezleri kurmak ve buralarda onlara meslek kazandıracak kurslar vermek, onların her türlü problemleriyle ilgilenmek, okuyup meslek sahibi olmaları ve topluma kazandırılmaları için elinden geleni yapmak,

– Engellilere sahip çıkmak ve engellerini ortadan kaldırmak için belediyelerle koordineli olarak “Engelli Kenti” kurmak, burada yapılacak ilköğretim okulunda okumaları ve bulundurulacak özel eğitim merkezinde rehabilite edilmeleri ve açılacak meslek edindirme kurslarında meslek sahibi olmaları ve topluma kazandırılmalarını sağlamak, engellileri hafta içinde sabah evinden alıp-akşam evine bırakarak ailelerine katkıda bulunmak, ailesi olmayanların ise bu merkezde bulunacak engelli sığınma evinde sürekli kalmalarını sağlamak,

– TOKİ ve belediyelerle koordineli olarak muhtaç durumdaki insanları ölünceye kadar kira vermeden kullanmak fakat tapusu belediyede kalmak şartıyla, dar gelirlileri ise uzun vade-uygun ödeme koşullarıyla “Sosyal Konut” sahibi yapmak,

– Kırsal kesimde yaşayan, tarım-hayvancılık-balıkçılık ve arıcılıkla uğraşan dar gelirli vatandaşlarımızı; Belediye ve Tarım İl Müdürlükleriyle koordineli olarak desteklemek, organik tarım ile seracılığı teşvik etmek, ücretsiz gübre dağıtarak toprağın verimini artırmak, yani tarım sektörü teşvik ve desteklenerek işsiz ve muhtaç durumda olan nüfusun daha da artmasını önlemek,

– Yerli reel sektörün kentsel istihdamı artıracak, üretim ve ihracata dayalı projelerini teşvik ve desteklemek, yeni iş sahaları açılmasına katkı sağlamak,

– Küçük esnafın her zaman yanında olmak, “cazip kredi imkânları” sağlayarak desteklemek,

– Kadının evde üretim yapmasını ve aile bütçesine katkıda bulunmasını teşvik ve desteklemek, bu maksatla “Mikro Kredi” uygulamasını geliştirmek,

– Toplu nikah ve sünnet törenleriyle muhtaç insanlarımıza destek olmak, evlenme yardımı yaparak gençlerimizin aile kurmasını teşvik ve desteklemek,

– Muhtaç durumdaki anne adaylarına doğum öncesi ve sonrası “sağlık ve beslenme desteği” sunmak,

– Belediyelerle koordineli olarak “Ama İnsanlar” için kurulacak merkezlerde özel refakatçi köpek yetiştirmek ve onların hizmetine sunmak,

– Şehit Aileleri ve Gazilerin her zaman yanında olmak ve tüm ihtiyaçlarıyla yakından ilgilenmek,

– Lise ve üniversitede okuyan yoksul aile çocuklarına burs vermek,

– Üniversite öğrencilerine daha ucuz ve kaliteli yurt imkanı sağlamak, muhtaç durumda olanlara ücretsiz faydalandırmak,

– Doğal afetlerde zarar gören tüm insanlara devletin ilgili kuruluşlarıyla birlikte yardımcı olmak,

Bu vakıflar kimsesiz ve muhtaç insanlar için şehrin uygun bir yerinde iki katlı ve U Şeklinde bir yardım merkezi inşa edebilir. Bu merkezin üst katında; yaşlılar, sahipsiz kadınlar ve öksüz çocuklar için barınma yeri, alt katında ise; hem üst katta kalanların hem de şehirde kayıt altına alınmış fakir-fukaranın ücretsiz olarak faydalanacağı tesisler bulunmalıdır. Burada; üç öğün yemek yenilebilecek bir aşevi, oturulup çay-kahve-meşrubat içilebilecek açık ve kapalı mekanlar, gıda ve temizlik ürünleri dağıtılan bir market, yeni-eski giyim malzemeleri dağıtılan bir mağaza, odun-kömür dağıtılan bir merkez, ufak tahlillerin yapılabildiği gelişmiş bir sağlık ocağı, eczane, terzi, berber, kuaför, saraç vb. insanların ihtiyaç duyduğu tüm tesisler bulunmalıdır. U Şeklinin açık olan kısmına; Cami, ilköğretim okulu, mezarlık, içinde oturma yerleri ve çocuk parkı bulunan bir yeşil alan inşa edilmelidir. Bu mekanda hem tesiste yaşayan insanlar ibadet edebilmeli, hem de defin ve mezarlık işleri yapılabilmelidir. Burada yaşayan kimsesiz çocuklar Cami’nin Kur’an Kursuna gönderilerek iyi ahlaklı yetiştirilmeli, ilk öğretim okulunda eğitilerek topluma kazandırılmalıdır. Bu çocuklara burs verilerek lise ve üniversiteye gönderilmeleri ve meslek sahibi olmaları da sağlanmalıdır. Elbette vakfa gelen gıda-temizlik-yiyecek-içecek-giyecek-yakacak-ilaç vb. tüm yardım malzemelerinin 24 saat esasına göre kayıt altına alınarak teslim alınabileceği, depolanabileceği, alt kattaki reyonlara konularak insanlara her zaman ulaştırılabileceği ciddi ve şeffaf bir mekanizma kurulmalıdır. Hayırsever insanların kurbanlarını hijyen bir şekilde kestirebilecekleri ve bağışlayabilecekleri bir sistem de bulunmalıdır. Bu merkezde sadece vakıf yöneticisi, cami hocası ve sağlık ocağı doktoru gibi resmi şahıslar bulunmalı, diğer tüm işler burada yaşayan insanlar tarafından yürütülmelidir.

Tüm bunlar hayal falan değildir. Bütün olay hayır yapmayı seven toplumumuzun yardımlarını toplayıp ihtiyaç sahiplerine ulaştıracak ciddi bir vakıf kurmaktır. Kamuoyuna iyi anlatılırsa, varlıklı kesimler muhakkak yardımcı olacaklardır. Çünkü özellikle büyük şehirlerde insanlar yardım edecek yer ve insan bulamamakta, kurban kesip dağıtamamaktadır. İnsanlar verdikleri tüm yardımların bu vakıf aracılığıyla gerçek ihtiyaç sahiplerine hiçbir yolsuzluk olmadan düzgün ulaşacağına inanırlarsa, Cenab-ı ALLAH’ın da izniyle sistem fevkalade işleyecektir.

SONUÇ:

Devlet hangi sebeple olursa olsun; hizmeti her yere adil olarak götürmez, tüm kesimlere inmez, halkın tamamını sevgiyle kucaklamaz, toplumun sıkıntılarını gidermez, milletle arasına duvar örer ve yukarıda zikredilen imkânları sunmada eksik veya yavaş kalırsa; meydana gelen boşluğu birileri doldurur, istenmeyen bazı tehlikeli görüşler taraftar kazanır ve insanları kendi menfaatleri için kullanır. Toplumun sefalete mahkum edilen bazı birey ve kesimleri de şimdi olduğu gibi iç ve dış şer odaklarınca çeşitli vaatler ve sözde yardım kampanyalarıyla istismar edilir, tuzağa düşürülerek terör ve suç örgütlerinin uşağı olur ve “kendi devletine ve milletine karşı gelen, silah çeken, bölücülük yapan, nifak tohumları eken” tanınmaz bir hale gelir. Bu örgütlerle mücadele etmenin devlete maliyetine, güvenlik ve adli sisteme harcanan bedel ile ağzına kadar dolu olan hapishanelerin gideri de eklenirse, muhtaç insanlarımıza harcanacak miktardan çok daha fazla olduğu görülür.

Selçuklu ve Osmanlı Devletleri döneminde Batılıların Güneş Ülkesi dediği ve herkesin canından-malından ve namusunda emin olduğu Türk-İslam Medeniyetimize ne olmuştur. Geldiğimiz nokta vahimdir ve alınması gereken sosyal önlemleri, siyasi ve iktisadi tedbirlerden ayırmak imkânsızdır. T.C. Devleti 1914 şartlarına benzer karanlık bir ortama sürüklenmekte, içerden ve dışarıdan kuşatma altına alınmaktadır. 1000 yıldır sevgiyle yoğurduğumuz kardeşliğimiz zedelenmekte, milli ve manevi değerlerimiz tahrip edilmekte, asırlardan beri sahip olduğumuz varlıklarımız peşkeş çekilmekte, devletin bekası ile milletin devamı tehlikeye girmektedir. Yine yabancı güçler ve onların emrindeki yerli işbirlikçiler iş başındadır. Bizim kaybedecek vatanımız, indirecek bayrağımız ve susturacak ezanımız yoktur. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Sağ-Sol, Laik-Anti Laik, İnanan-İnanmayan diye çatışarak kaybedecek vaktimizde. Halkımızı kendi ülkesine karşı kışkırtanlara verilecek en iyi cevap; ne olursa olsun birbirimizi sevmek, ekmeğimizi paylaşarak dayanışma içine girmek, birlik ve beraberlik içinde oynanan çirkin oyunu bozmak, dirlik ve düzeni tesis ederek tarih sahnesinde yeniden şahlanmak ve bölgemizde lider ülke olmaktır.

Bu topraklarda kurduğumuz Türk-İslam Medeniyeti; Türk Kültürü, Asya Kültürü ve İslam İnancı üzerine inşa edilmiş ve İmam-ı Azam Ebu Hanefiler, İmam Maturidiler, Hoca Ahmet Yeseviler, Mevlana Celalettin Rumiler, Hacı Bektaşi Veliler, Hacı Bayram Veliler, Yunus Emreler, Şeyh Edibaliler, İmam Gazaliler’in geliştirdiği, nakli ve aklı birlikte değerlendiren tasavvuf inancıyla şekillenmiştir. Batı kültürü ben merkezli ve materyalist, Türk Kültürü ise biz merkezli ve insanidir. Dolayısıyla 7000 yıldır tarih sahnesinde var olmuş ve Büyük Devletler kurmuş Necip Türk Milleti’nin, bizi yok etmeye çalışan Batı Medeniyetine ve İttifakına ihtiyacı yoktur. Sadece titreyip kendimize gelmeli, refah ve huzur içinde yaşamak için el ele vererek gayret etmeliyiz.

Devlet olmak kolay değildir. Bu konuları ekonominin yönetimi teslim edilen İMF veya dünyaya aynı gözlükle bakmaya çalıştığımız ABD-AB düşünmeyecektir. Oturulan o yüce koltuklar ve kullanılan devlet imkânları çözüm üretmek, çare bulmak içindir. Ülkenin birikmiş meseleleri iktidarıyla-muhalefetiyle, hükümetiyle-bürokrasiyle ortak akılla ve katılımcı bir yönetim anlayışıyla dürüst ve samimi olarak adil bir biçimde çözülmeli, kalkınmanın ancak; o ülkenin tüm maddi ve manevi kaynaklarının verimli bir şekilde kullanılması ve milli hasılanın büyütülerek hakça paylaştırılması ile mümkün olacağı gerçeği asla unutulmamalıdır. Ülkemizin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile doğal güzelliklerinden yeterince faydalanılmalı ve Türk Milleti dünyanın en güzel ve verimli coğrafyasında aslında en zor olana yani terör ve sefalete mahkûm edilmemelidir.

Devlet erkanı; insanın Cenab-ı ALLAH’ın ruhundan üfleyerek yarattığı kâinatın en kutsal varlığı olduğuna gönülden inanmalı, makamların geçici hizmetin ise baki olduğunu idrak etmeli, kubbede hoş seda bırakmak ve hayırla yad edilmek için “Halka Hizmet, Hakk’a Hizmet” anlayışıyla hareket etmeli, Yunus’un “Yaratılanı sev Yaratandan ötürü” özdeyişini kavramalı, kibirli ve mağrur olmamalı, yalandan ve talandan uzak durmalı, kendi menfaatlerini değil milletin menfaatlerini düşünmeli, kadroları yandaş ve hısım-akrabalara değil ehil insanlara vermeli, kıt kaynakları tüyü bitmemiş yetimin hakkını gözeterek kullanmalı, kapılarını ve gönüllerini herkese-her zaman açık tutmalı, halkımıza samimi olarak her konuda yardımcı olmalı, devlet kapısına gelen insanları güler yüzle karşılamalı, sabırla-toleransla ve hoşgörüyle yaklaşmalı ve tüm imkânları kullanarak isteklerine cevap vermeye çalışmalı, halkı üzmek için değil mutlu etmek için var olmalı, halkıyla el-ele, omuz-omuza vererek tüm zorlukları aşmalı, onunla beraber gülmeli-onunla beraber ağlamalı, ülkenin kaynaklarını yabancılara peşkeş çekmemeli ve asırlardan beri bu topraklarda yaşayan insanların menfaati için kullanmalı, her türlü inanç-düşünce ve teşebbüs hürriyetine saygılı olmalı ve devlet-millet kavgasını sona erdirerek cumhuriyetin ilkeleriyle milletin değerlerini buluşturmalıdır.

T.C. Devleti’nin hedefi “Bizi-çocuklarımızı ve torunlarımızı aydınlık yarınlara taşımak için büyük bir şevk ve heyecan içinde çalışmak, hizmeti her bölgeye adil bir şekilde götürmek, ülkemizi tüm bireylerin sevgiyle kucaklandığı insanı merkeze alan temiz-İlkeli-şeffaf ve katılımcı bir yönetim anlayışı ve ortak akılla yönetmek, insanların tamamını karnı tok-sırtı pek olan, ailesinin geçimini sağlayacak bir işi ve başını sokacak bir evi bulunan mutlu bireyler haline getirmek, çarpık kentleşme-altyapı-trafik-işsizlik-yoksulluk-yolsuzluk-asayiş gibi ciddi meseleleri en kısa sürede çözmek, adaleti tesis etmek, iç ve dış güvenliği sağlamak, halkımıza içinde sağlık ve huzur içinde yaşayacağı modern ve çağdaş kentler sunmak,  Türk Milleti’ne beşikten-mezara kadar insana yakışan bir devlet hizmeti vermek ve T.C. Devleti’ni muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkartarak bölgenin ve dünyanın parlayan yıldızı yapmak” olmalıdır.

Müslüman-Türk Milleti’ni halen yöneten ve ilerde yönetmeye heves eden herkes Şeyh Edibali’nin Osman Gazi’ye vasiyetini “Ey Oğul, beysin; bundan sonra öfke bize, uygarlık sana; güceniklik bize, gönül alma sana; suçlama bize, kutlamak sana; acizlik, yanılgı bize, hoş görmek sana; geçimsizlik, çatışmalar, anlaşmazlık bize, adalet sana; kötü söz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana. Ey Oğul, bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana; üşengeçlik bize, uyarmak gayretlendirmek sana. Ey Oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açma. Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın. Yükün ağır, işin çetin, gücün kula bağlı. Allah yardımcın olsun.” iyi incelemeli ve gerekli dersleri alarak bu makamlara talip olmalıdır.