Unutmak ve Unutulmak

114

Hafıza insan benliğinin merkezi yerlerindendir. Kendimize ve çevremize dair her türlü tanım ve tecrübe burada yatar. Bu sebeple zihnimizi ve duygularımızı şekillendiren unsurlardan da biridir. Nitekim kendine ve çevreye yabancılaşmanın bir boyutunu hafıza kaybı oluşturmaktadır.

Hafıza insanlarda olduğu gibi insanlardan oluşan milletlerde de vardır. Tıpkı insanlardaki gibi milletlerde de kendini ve etrafını anlamlandırmanın en temel vasıtalarından biridir. Çünkü tarihi tecrübelerle yoğrularak aktarılmıştır.

Günümüzde işte bu hafızaya yani milletlerin tarihi tecrübelerine dayanan hafızalarına yönelik çeşitli olaylar yaşandığını görüyoruz. Bu milletlerden biri olmamız hasebiyle de konu bizi oldukça fazla ilgilendiriyor. Zira zaman hafızamızı geliştireceğine maalesef zayıflatmış görünmektedir.

Bunun örneklerini maalesef siyasi strateji gibi mazeretler sunarak milli menfaatlerimize karşı alınan birçok tavırda görüyoruz.

Gelin görün ki bizden bu anlamda pek çok “stratejik” beklentileri olan ülkelerin en önemli özellikleri güçlü bir hafızalarının olması ve tarih boyunca bu hafızaya azami önem vermiş olmalarıdır. Bu sebepledir ki, uzman pek çok tarihçimizin ifade ettiği üzere, Avrupa’da kayıt ve arşiv köklü ve önemli bir geçmişe sahiptir.

Buna dair İngiltere’den önemli bir misal hatırlıyorum: İngiltere’nin York şehrinde (tarihi York’ta) gördüğüm ve hayli dikkatimi çeken bir anıt vardır. Bu anıt 16. yüzyılda yaşanan veba salgını neticesinde yaşanan toplu ölülerin acı hatırasına yapılmış. Bilindiği üzere bu salgın o dönem çok ciddi boyutlara ulaşmış ve büyük bir nüfus kaybına yol açmıştır.

İlk gördüğüm zaman şaşırdığım ancak düşününce takdir ettiğim bir anıttır bu. Zira bu anıt bir milletin, varoluş mücadelesi esnasında bu süreci tehdit eden her türlü tehlikeyi “unutulmamaya” değer kabul ettiğini göstermektedir. Böylece varlık mücadelesini “çok yönlü” düşünmek gerektiği nesilden nesle aktarılmaktadır.

Böyle bir şuur ise insanına daha duyarlı ve geleceğine daha hassas bakan bir toplumu beraberinde getirecektir ki tarih boyunca sergiledikleri tutum da bu doğrultudadır.

Halbuki bizler, Alev Alatlı’nın dediği gibi, özellikle acıları unutmayı tercih eden bir milletiz. Üstelik bunu çok yakın bir geçmiş ve hala süren tehditler ve acılar için de geçerli kılıyoruz. Bu yaklaşımımız kin gütmemek adına güzel bir tutum olmakla birlikte yol açtığı duyarsızlık düşünülünce zararı olduğu açıkça görülen bir yaklaşımdır. Zira bizi büyük acılar yaşadığımız bazı olayları doğru bilmemeye ve gereğini yapmamaya, daha da kötüsü kimi zaman “başkalarından” öğrenmeye götürmektedir. Bunun neticesinde ise en temel hasletlerimiz dahi sorgulanmaya başlanmakta, kendi kendimizden şüphe eder hale gelmekteyiz!

Bu sebeple hatırlanması gereken güzellikler gibi unutulmaması gereken acıları da göz ardı etmemek, bunların tekrar yaşanmaması için gerekli tedbirin alınması bakımından hayli önemlidir. Zira her biri varoluş mücadelemizin bir parçasıdır. Bu mücadele neticesinde unutulup gitmek istemiyorsak, dinimizin de emrettiği üzere adaleti gözetmek şartıyla, unutulmaması gerekenleri unutmamak ve unutturmamak, yerine getirilmesi gereken en temel görevlerimizdendir, unutmayalım…