Türkiye 31 Mart 2019 Pazar günü Mahalli İdareler Seçimine gidiyor. Ülke gündemi mahalli seçimlerle kitlenmiş durumda… Oysa Türkiye Ege’den ve Akdeniz’den kuşatılıyor. Güney komşumuz haline gelen ABD terör örgütü PYD ve diğerlerine içgüveysi gitmiş durumda. Irak sınırında koridor oluşturacak mahalli yönetim gerçekleştirildi; şimdi sıra Suriye’nin kuzeyindeki kantoncukların birleştirilerek Türkiye’yi hedef alan bir terör koridorunun açılmasına geldi. Türkiye devamlı oyalanarak Fırat’ın doğusuna müdahale etmesi engelleniyor. Bazı bölgeler ise Fırat’ın doğusundan daha önemli ve öncelikli hale geldi. Bunlara Membiç ve İdlib örnek verilebilir. NATO patronu ve üyesi bir süper güç olarak ABD adeta Türkiye ile savaşıyor. Güneyimizdeki güvenlik bölgesinin kurulmasında Türkiye dışlanıyor.
Kürtleri temsilden çok uzak olan PKK ve PYD gibi oluşumlar Kürtleri sanki temsil ediyor gibi değerlendiriliyor. ABD kâğıt üstünde kalan temel ilkelerini reddederek teröre her türlü desteği sağlıyor. ABD sadece bölücü ve ırkçı terör örgütünü değil; patronu olduğu FETÖ’cü terör örgütünü de kullanıyor. Yurt dışına kaçan malum FETÖ’cülerin BM Cenevre Ofisinde konuşturulması, başarısız bir toplantı düzenlenmesi ABD desteği olmadan sağlanamazdı. İster FETÖ’cü, ister diğerleri ABD ve İsrail amaçlarına hizmet ediyor. Malum gizli servislerin emrine giren Türkiye düşmanı FETÖ’cüler daha da ileri giderek Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararını protesto eden Türkiye’yi suçluyorlar ve ABD’ye şikâyet ediyorlar.
Pontus ve İstanbul’da Bizans hortlatılmaya gayret ediliyor. Ege bir Yunan gölü ve İzmir bir Yunan hedefi haline getiriliyor. Ege’de adacık ve kayalıklar Yunan işgali altında. Bu konuda basın toplantılarında soru bile sordurulmuyor. Akdeniz’de Türkiye’nin karasularında petrol avına çıkılmış, milletlerarası hukuk çiğnenerek Türkiye müdahaleye zorlanıyor. Akdeniz’de ülkemiz Antalya, Mersin ve Hatay dolaylarına sıkıştırılıyor. Akdeniz’de Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi Mısır ve İsrail başta olmak üzere, petrol aramada yeni ittifaklar kuruyor. Başta İslam Aleminin yüz karası Suudi Arabistan olmak üzere, “bazı körfez ülkeleri üzerinde ABD operasyonları tamamlanarak bu ülkeler İsrail hizmetine sokuluyor. Aslında Türkiye olmasa İslam Ümmetini mumla arayacağız.
Kıbrıs’ta KKTC’nin varlığını sonlandırabilmek için her oyun deneniyor. Oyun içinde oyun maalesef bazı KKTC vatandaşlarına çok cazip gelebiliyor. Türkiye için stratejik önem taşıyan Kıbrıs ve KKTC’den Türkiye uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Bir dönem Kıbrıs’ın Türklüğü “adalılık” ve “Kıbrıslılık” sözde kimliklerine sokulmak istenmişti. Birleşmiş Kıbrıs tuzağı ile Rum egemenliği pekiştirilmektedir. Milletlerarası anlaşmaların ve Türkiye’nin garantörlüğü modasının geçtiği ileri sürülüyor. Bu çarpık yaklaşım Rus Dışişleri tarafından da destekleniyor. Birçok dış sorunda Türkiye yalnızlaşıyor ve kendini savunamaz hale sokuluyor. Yunan Başbakanı Türkleri azınlık olarak görüyor. Türkiye’nin muhtemel reddi olmasa Kıbrıs’ı temsil ediyormuş gibi Rum tarafını NATO’ya bile alabilecekler. Aslında Türkiye’nin NATO üyeliği bazı oyunları da bozabiliyor.
AB Türkiye ilişkileri Batılı çevrelerin de hoşuna giden yanlışlarımız karşısında donduruluyor ve Türkiye düşmanlığı yayılıyor. AB ve diğerleri mültecileri Türkiye’de kalıcı kılmak peşinde imkânlar sunmaktadır. Biz ise; buna paralel olarak bazı Güneydoğu illerinde kamu görevlilerine iyi hizmet verebilmeleri için Arapça kurslar açıyoruz. AB araştırma fonları ayırarak mültecilerin nasıl ülkemizle bütünleştirilebileceğinin peşine düşmüştür. Bazı mültecilere üzücü ama vatandaşlık hakkı bile verilmiştir. Bazı Suriyeli mültecilerce vatandaşlarımıza yapılan saldırıların ve cinayetlerin polis ve hastane kayıtlarına sokulmadığı iddiaları yaygındır.
ABD’nin başkanı eğer istekleri olmazsa Türkiye’yi mahvetmekten çekinmeden bahsediyor. S-400’lerin alımı ambargo tehdidiyle bizi karşı karşıya bırakıyor. Türkiye ABD ve Rusya arasında sıkışıp kalıyor; Suriye ile görüşemiyor.
Diğer taraftan, varlık fonuna dâhil son derece önemli kuruluşlarımızın satılacağı tartışılıyor. Uzun yıllar tarımda ve hayvancılıkta kendine yeten ve çeşitli ürünü ihraç eden Türkiye, patates ithal ediyor ama şeker fabrikaları, gümüş ve tank fabrikası dâhil diğerlerini satıyor. Tohum politikası bir perişanlık içinde. GDO’su bozulmuş ithal gıda maddelerinin bolluğu sürüyor. Özelleştirme adı altında genelde üretim dışına çıkan fabrikalarımız işsizliği daha da artırıyor. İş işten geçtikten sonra ve Mahalli Seçimler yaklaşınca teşvik politikaları gündeme getiriliyor. Fabrikalar kapanıyor. İşsizlik geleneksel ve ahlaki değerleri yıpratıyor. Boşanmalar üzerinde ekonomik şartlar etkili oluyor. Kart ve kredi borcunu ödeyemeyen vatandaşların ellerinden çıkan değerler, bankaların ev, daire ve arsa satışında patlama yapıyor.
Kanserojen etki yapabilecek her türlü madde ve bunlarla yapılan gıda ürünlerinin satışı maalesef sürüyor. Gençliğimizi hedef alan uyuşturucu terörü yetkililerin takdir edilecek ciddi çabalarına rağmen devam ediyor. Son yıllarda çocuklarımızın internet sitelerinde saldırılar ile karşılaştıklarını görüyoruz. Gençleri intihara sürükleyen örneklerle karşılaşıyoruz.
Türkiye bazı olumlu dostluk ve ittifak ilişkilerine rağmen, dışarıda henüz diasporasını kuramamış bir ülkedir. Milli mutabakatsızlık örnekleri içerde ve dışarda bunu engellemektedir.
Geçenlerde Yeni Zelanda’da iki camii de cemaate karşı yapılan katliam ve Müslümanlara karşı şiddeti yayma çabaları dikkat çekicidir. Dünya ve Hristiyan gençliği Müslümanlara ve tabii ki özellikler Türklere saldırma şartlanmasına sokulmuştur. Hristiyan dünyasını birleştirecek, ayağa kaldıracak yanlış beyanlardan siyasilerimiz kaçınmalıdır. Batı’ya ve Türkiye düşmanlarına karşı haklı olarak tepki gösterirken, basit ve duygusal ifadelerden, genellemelerden kaçınılmalıdır. İç politikada kullanılan ve istismar edilen konular ve değerler, argo ifadeler dışarıya karşı kullanılmamalıdır. Yeni Zelanda’daki katliam sadece o alçak katille özdeşleştirilemez. Batılı kaynakların malum dolduruşu göz ardı edilemez. Türkiye hedef gösterilmekte; Anadolu bize çok görülmektedir. Son olay Türk’e düşmanlığın aynı zamanda İslam’a da düşmanlık olduğunu ortaya koymuştur. Türk’e düşman olunarak İslam’a dost olunamıyor.
Seçim dönemi, birçok acı gerçeğin, iç ve dış sorunun üzerine örtü çekildiği, kavgacı, çatıştırmacı beyan ve hakaretlerin sürdüğü, kamplaştırma ve ayrıştırmanın bütün çirkinliklerinin sahnelendiği, kutsal değerlerin istismar edildiği, terör ve terörist kavramlarının sulandırıldığı bir dönem olmaktadır. Oysa ülkenin temel sorunları yukarda belirtilenlerin dışında da mevcuttur.
Bir Büyükşehir Belediye Başkan adayı herhalde açılım ve sözde barış sürecinden kalmış bir alışkanlık olsa gerek; milli kimliği etniklik kapsamında görerek herkese ayrı kimlikleri ile iftihar etmelerini söyleyebiliyor. Bir taraftan beka sorunundan bahsederken diğer taraftan milletleşme sürecini çözücü, etnik taassubu artırıcı ve farklılıkları tahrik edici örnekler çelişki teşkil ediyor. Biz bütün bunlara rağmen, sorunların hedef tahtası yapılan Türkiye’de mutabakatlar sağlanarak aşılacağı inancındayız.