Eski seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi
(CHP) genellikle “hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, sosyal adalet” gibi
kavramlar üzerinden seçim kampanyası yapardı.
14 Mayıs seçimleri için ise CHP ve Millet
İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu daha çok somut ekonomik
politikalar ve vaatlere dayalı bir kampanya yapmakta.
Hukukun üstünlüğü gibi kavramlar aslında çok önemlidir ve ekonomi
ile de çok yakından alakalıdır. Ancak çoğunluk için bunlar soyut
kavramlardır. Gelişmiş bir eğitim sistemimiz olmayınca kitleler bu tür kavramlar
arasında sebep- sonuç ilişkilerini kurmakta güçlük çekiyor.
Millî Eğitim Bakanlığının
ABİDE (Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirilmesi) araştırması 2019
raporunda yazdığına göre, “Türkçede öğrencilerin yüzde 66,1’i orta düzey ve
altında. Bu öğrenciler deyimleri, atasözlerini, hiciv ve nüktelerdeki mesajları
anlayamıyor. Neden-sonuç ilişkisi kuramıyor.”
Böyle bir eğitim
sisteminden geçenler ve hiç eğitim görmemişleri topladığımızda insanımızın
dörtte üçünün hukuk ve adalet ile ekonomik zenginlik arasındaki bağı kurma
güçlüğü çektiğini anlamamız gerekiyor.
Böyle olunca kitlelerin
tepkisi, düşman kendi fasulye tarlasına gelinceye kadar umursamayan köylünün
tepkisi gibi oluyor. Evinde tencere kaynamaz, gıda ve barınma gibi en temel
ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelinceye kadar “padişahım çok yaşa”
diyebiliyor.
Bu yüzden Millet İttifakı
ve Kılıçdaroğlu seçim kampanyasında somut ekonomik vaatleri öne çıkardı.
Bence de iyi etti. Halen CB
Adayı Kılıçdaroğlu yarışı rakibi Erdoğan’ın önünde götürüyor.
****************************
KURALSIZ
KRALIN HALKI FAKİR OLUR
Kemal Kılıçdaroğlu “300
Milyar dolar temiz dış kaynak getireceğim” diyerek yatırım ve zenginleşmeye
odaklı bir söz verdi. Bu ekonomik vaat için bile hukuk devleti, hukukun
üstünlüğü, kurumların çalışması, kuralların herkes için işletilmesi gibi
gereklilikler ortaya çıktı.
Bu yüzden Faik Öztrak “bize
kral değil, kural lazım” dedi.
Çünkü 5 yıl içinde 300
milyar dolar dış yatırım parasını Türkiye’ye çekmenin yolu belli.
Hukukun
üstünlüğünü tesis etmiş, öngörülebilir, mülkiyet hakkına saygılı, liyakatli
kadroların işbaşında olduğu bir devlet olmak gerekiyor.
Dış yatırımcılar için
bunlar önemli olduğu kadar iç yatırımcılar için de önemli. Onlar da aynı
gerekçelerle yatırımlarını bekletiyorlar veya dışarı kaydırıyorlar. Halen yatırım
olarak yapılanlar devletin belli müteahhitleri zenginleştirmek için verdiği
işlerden ibaret.
Sadece mali sermaye değil
dışarı çıkan. Aynı zamanda en büyük zenginliğimiz olan beşerî sermayemizi (yetişmiş
insan gücümüzü) de yabancı ülkelere kaptırıyoruz.
Zengin
ülkelerin fakir bekçileri olan diğer halkların durumundan ders çıkarmıyoruz.
Hesap
veren, hesap sorulabilir yöneticiler yerine “hikmetinden sual olunmaz”,
“layüs’el”, “sorgulanamaz” muktedir lider arayan heveslilerimiz var.
Örnekleri çoktur.
Kuralsız kralın ülkesinde halkın kaynakları kral, ailesi ve bir avuç
insanın eline geçer. Yolsuzluklar yoksulluğa sebep olur.
Yoksulların sesi çıkmasın diye yasaklar artırılır.
****************************
TEK
KİŞİLİK DEVLETTE EKONOMİ
Uluslararası araştırmalarla
düzenlenen “Hukukun Üstünlüğü Endeksine” göre, bir ülkede hukukun
üstünlüğü ilkesi ne kadar yerleşmişse o ülke o kadar refah içindedir.
“Hukukun üstünlüğü”
kavramı “ülkelerin adalet sağlayabilme yeterliliğinin” bir
ölçüsü.
Hukukun
üstünlüğü “devlet gücünün ve kurumların hukuk ile sınırlanması ve bunun
üzerinde hiçbir güç olmaması” demek.
Bütün kurumların yetkisini
bir tek kişiye veren “tek kişilik hükümet sisteminin” çalışmadığı
ispatlandı. Buna rağmen tek kişilik hükümet bile yetmedi, tek
kişilik devlet olmaya doğru evrildik.
Netice olarak, son 5
yılda bütün ekonomik göstergeler kötüleşti.
Fakat devlet ve bütün
kurumların üzerindeki tek güç kendi gücünün hukuk ile sınırlanmasını kabul
edemiyor.
AKP Genel Başkan yardımcısı
Efkan Ala “İrade idareye hâkim oldu” diye övünüyor. İdareye hukuk hâkim
oldu diyemiyor.
“Güç
bozar, mutlak güç mutlak bozar” kuralı işliyor.
Mutlak güç
sahibi etrafında kendi sözünü dinleyecek liyakatsiz ve çapsızların dışında
nitelikli insan barındırmıyor. Bakanlar CB’nın talimatı olmadan
afet bölgelerine bile gidemiyor.
Kılıçdaroğlu mevcut
yönetimin dış kaynak çekememesini niteliksiz kadroya bağlıyor: “Bırakın 300
milyarı, 300 dolarınız olsa Nebati’ye yatırım yapsın diye verir misiniz? Onlar
nasıl versin Allah aşkına?”
Bu yüzden ekonomi gibi
eğitim, sağlık, adalet, güvenlik vd bütün temel hizmetlerde de çürüme
devam ediyor.
Yine bu yüzden toplumun en
geniş kitlesini oluşturması gereken orta gelirli grup (orta direk) eridi.
Bütün işçilik ve emeklilik ücretleri asgari ücret mertebesinde neredeyse
eşitlendi. Gelişmiş ülkelerde asgari ücretli oranı yüzde 3-10 arası oluyor.
Bizde nüfusun yüzde 50’nden fazlası asgari ücret civarında gelire sahip. Asgari
ücret zaten açlık sınırının altında.
Emeği ile
geçinenlerin Milli Gelirden aldığı pay beş yıl içinde yüzde 45’den yüzde 25’e
düştü. Sermayenin Milli Gelirden aldığı pay yükseldi.
En zengin yüzde
20’lik bir kesimin çoğu iktidarın sadık oy kitlesi. Bir de iktidarın sosyal
yardımlara muhtaç hale getirip, “biz olmazsak bunları da kaybedersiniz”
korkusunu verdiği en fakir kesimde iktidara sadakat yüksek.
Bunca kötü yönetim
gösteren bir iktidarın baraj altında kalması gerekirdi. Fakat AKP ve iş birliği
içinde olduğu partiler hala seçimde Millet İttifakı ile başa baş mücadele edebiliyor.
Çünkü, dini sembollerle üzeri örtülmüş, böyle hazin bir sosyal tablodan
besleniyorlar.