Bayramlar niye kutlanır?
Dini bayramların gerekçesi malum, ama ya dini olmayan bayramlarımız? Bu anlamsız gibi gelen soruyu bana Nisan ve Mayıs ayında kutladığımız üç bayram (23 Nisan- 1 Mayıs- 19 Mayıs) düşündürttü.
19 Mayıs “Gençlik Bayramı”nın gerekçesini Atatürk‘ün şu sözleri içinde bulabiliriz: “Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum.”
Bu açıklamanın diğer dini olmayan bayramlar için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Yani bayramlar, “asırlardan beri çekilen milli felaketlerin yarattığı uyanıklığın eseri olan” büyük başarıların kutlanmasıdır, diyebiliriz.
“23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” da yine yaşanan felaketlerden sonra elde edilen büyük ve kalıcı başarıların kutlanması için bayram kabul edildi. Emperyalist devletlere karşı müthiş bir kurtuluş savaşı verilerek kurulan yeni Türk Devleti “Hâkimiyetin kişi ve hanedanlardan millete geçtiğini” ilan etmiş, “Tam Bağımsızlık Ülküsü“nü benimsemişti. Kurucu irade, devletimizin sonsuza kadar yaşaması için, bu milli şuuru nesiller boyu yaşatmayı hedeflemişti. Bunun için 23 Nisan Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Gençlik Bayramı olarak kabul edilmişti.
Milli bayramlar (23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim, 30 Ağustos) milli sevinç ve başarıların kutlanması suretiyle ortak ülkü ve duyguları yaşatmak için kutlanmaktadır.
BAYRAMLARI KUTLAMA HEYECANIMIZ VAR MI?
Milli mücadele Nutuk’ta ifade edilen şu şartlarda yapılmıştı: “Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret İçinde harap ve bitap düşmüş olabilir.”
Milletin önemli bir kesimi tekrar bu şartlara dönüşün yaşandığı endişesini yaşıyorsa, diğer bir kesimi bu endişeleri besleyecek tarzda, TBMM’de çıkacak kanunlara dış müdahaleleri normal karşılıyor, ekonomimizin ve siyasetimizin dışa sadece bağlı değil, dışa bağımlı hale gelmesinden rahatsız olmuyorsa… Bölücülere rağbet, kahramanlara hakaret revaçta, Türk’ü Türk’e yermek moda ise… Ortak bir milli heyecanla bu bayramları kutlamamız mümkün olabilir mi?
BİR ZAMANLAR 27 MAYIS BAYRAMDI.
1960 İhtilalından sonra bayram ilan edilen “27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı“, 12 Eylül 1980 ihtilalının Konseyi tarafından iptal edilmişti. Bu bayram, hem “çekilen milli felaketlerin yarattığı uyanıklığın eseri” değil ve hem de “milli iradeye müdahalenin kutlanması” gibi bir garabet uygulamaydı. 12 Eylül 1980 sonrası, 27 Mayısın getirdiği Anayasa rafa kaldırılmıştı. Bayramının da kalkması normaldi. Sadece bir günlük tatilin mesai gününe dönüşmesinden ibaret bir sonucu oldu.
1 MAYIS İŞÇİ BAYRAMI OLDU DA NE OLDU?
Bu sene 1 Mayıs “Emek ve Dayanışma Bayramı” olarak kabul edildi. Milli bayramlardan farklı olarak, uluslararası bir özelliği olan bu günün, 29 yıl aradan sonra yeniden “işçi bayramı” olarak kabul edilmesi karşısında da aynı soruyu sorabiliriz: 1 Mayıs neden bayram olarak kutlanıyor?
Bu günün ortak milli duygulara değil, “İşçi Sınıfı”na hitap eden bir kutlama olması bayramların genel tarifine uygun olmasa gerektir. Buna rağmen geçmişte “işçi sınıfının” çektiği büyük sıkıntılardan sonra verilen büyük mücadeleler sonucu elde edilen büyük başarıların, çalışanların kölelik düzeninden insanca yaşama imkânlarına kavuştuğu, demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları alanındaki mücadeleyi temsil eden bir günün kutlanmasını saygıyla karşılamak uygun olabilirdi.
“Sanayi Devrimi” döneminin ürünü olan ve sosyalist ideolojiye temel teşkil eden “İşçi Sınıfı”nın yapısal bir dönüşüm geçirdiğini, hizmet sektörünün sanayinin önüne geçtiği, kol gücünün yerini beyin gücüne bıraktığı süreci yaşadığımızı, “sosyalist devletlerin” kapitalistleştiğini bir yana bırakalım. (Krizle birlikte kapitalist devletlerde de devletçilik özlemleri artmaya başladı. Ama Sosyalizmin dirileceğine dair bir işaret yok.) Hadi dünyayı da bir yana bırakalım.
Türkiye’de işçilerin genel durumunun pek de kutlanabilecek başarılı bir dönem yaşamadığı ortada. 1970 li yıllarda en güçlü dönemini yaşayan sendikalar zayıflamış, kayıt dışı çalışma oranı yüzde 45, toplam işgücü içindeki sendikalı işçi oranı yüzde 6,1 mertebesine düşmüş.
Daha da vahimi işsizlikte OECD’de birinci, dünyada ise Güney Afrika’nın ardından ikinci durumdayız.
Resmi işsizlik, Şubat 2009 itibariyle yüzde 16,1 (gerçek işsizlik oranı yüzde 24 civarında). Resmi işsizlik oranı kentlerde yüzde 18,1.
Genç nüfusta (15-24 yaş) her üç kişiden biri iş bulamıyor.
Bu işsizlik rakamlarının olduğu yerde hiçbir işçi hakkından söz edilemez. Sözün bittiği yerdeyiz.
İşçiler neyi kutlasın, gençler nasıl bayram yapsın?
Sevgili işçiler, “size iş veremedik, bayram verelim dedik…”
Sevgili gençler, bir kısmınız çok iyi eğitim aldınız ama işsizsiniz. İş hayatında yetişmeniz mümkün olamıyor. Daha büyük kısmınız eğitimsiz, mesleksiz ve işsizsiniz. Memleketin geleceğini de size emanet etmek zorundayız. İleride yapacağınız hata ve yanlışların sorumlusu bilesiniz ki sizler değil, bizleriz.
Gelecek yıllarda bayramları kutlayabilecek şartları sağlayabilmemiz dileğiyle…