Türkler, kendi hür irâdeleriyle Müslümanlığı seçtiler.’

94

‘Türklerin Müslüman oluş süreci, kader kalemi ile yazılmış bir ilahî destandır.’

 

Tevhîd inancı ile mücehhez azîz Türk Milleti; İslâm ile şereflenmeyi müteakip, i’lâ-yı kelimetullah aşkına verdiği hâkimiyet mücâdelesinde, dünyâyı huzur ve adaletle yönetmiştir. İslam’ın Bayraktarlığı ile şereflenen bu millet şâyet Müslüman olmasaydı, İslâm Âleminin hâli bugün nice olurdu?

 

Mehmet Şadi Polat: Sizi; ‘Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu‘ isimli kitabınızı yazmaya yönlendiren sebepler nelerdi?

Oğuz Çetinoğlu: Bir dostum, ‘Milliyetçiliğin Dinle Kavgası‘ isimli bir kitap yayınladı. Ben de; ‘Türkiye’de maalesef İslamiyet’e mesafeli duran milliyetçilerin az sayıda da olsa bulanabileceğini, diğer taraftan Hucûrat Sûresi 13. Âyet hükmünü yanlış yorumladıkları için milliyetçilik olgusuna şaşı bakan dindarlarımızın yine az sayıda bulunabileceğini belirterek, bu kişilerin, birbirlerine karşı duruşlarının kavga olarak yorumlanmasının yanlış olacağını‘ belirten bir kitap yazıp yayınladım.

Polat:Altaylardan Hira’ya Türk-İslam Dostluğu‘…

Çetinoğlu: Evet efendim. Kitabımda; çok geniş ve derinlemesine açıklamalarla şu hususları ortaya koydum:

1- Milliyetçilerin İslamiyet’le bir kavgası yoktur.

2- Yüce Dinimiz İslam; milliyetçiliği değil, kavmiyetçiliği yasaklamıştır. Kavmiyetçilik ve milliyetçilik birbirinden ayrı kavramlardır.

3- Türk milliyetçiliği ırkçılık değil, kültür temeli üzerine kurulmuştur.

4- Türklük ve İslamiyet birbirinin zıddı veya alternatifi değil, bir bütünün birbirinden ayrılmaması gereken iki bölümüdür. İkisi bir arada, muhteşem bir bütün oluşturur.

5- Azınlıkta kalan insanların birbirlerine tavırları ‘kavga‘ olarak yorumlanıyorsa, ‘kavga var-yangın var‘ diye ortalığı telaşa vermektense, bu kavgayı önlemek, ülkemiz ve milletimiz için daha doğru ve faydalı olacaktır.

Bu gerçekleri, delillerle ortaya koyduktan sonra, sonucu şu hükme bağladım: Türkler, İslamiyet’ten uzaklaşınca dillerini ve Türklüklerini, en sonunda da hürriyetlerini kaybetmişler, tarih sahnesinden silinmişlerdir. Müslümanlar da, Türklerin İslamiyet’e hizmetleri sebebiyle Büveyhilerin ve Fâtîmilerin baskılarından kurtulmuşlar, daha geniş coğrafyaya yayılma imkânına kavuşmuşlardır.  Dolayısıyla kavga değil, dostluk vardır. Millî hassasiyetleri olanlar da İslamî hassasiyetleri olanlar da bu dostluğu devam ettirmek, pekiştirmek mecburiyetindedir. Güç bundadır. Huzur bundadır. Gerçek Türk milliyetçisi, aynı zamanda iyi bir Müslüman olmalıdır. Türk milletinin en az 4.000 yıllık, kimilerine göre 40.000 yıllık millî varlığını, 1.100 yıllık mânevî dayanağını yeni nesillere ve gelecek binlerce yıllara taşıma imkânı bundadır.’

Polat: Mesajınız nasıl karşılandı?

Çetinoğlu: Fevkalade iyi karşılandı. Kitap, kısa zamanda ikinci baskısını yaptı. Fakat birkaç cılız ses, beni rahatsız etti…

Polat: Neydi onlar?

Çetinoğlu:Müslümanlar 650 yılından 750 yıla kadar tam 100 yıl boyunca Türkleri katlettiler. Oğuz Çetinoğlu hangi dostluktan bahsediyor? Erdoğan Aydın’ın kitabını okumadı mı?’ Denildi. İnternet sayfalarında buna benzer pek çok sözler söylendi.

Polat: Bu tür çıkışları bekliyor muydunuz, tenkitleri nasıl karşıladınız?

Çetinoğlu: Kuteybe bin Müslim’in Türk yurtlarında yaptıklarını biliyordum. Bunları bilenlerin de söylediklerime karşı çıkacaklarını tahmin ediyordum.

Polat: Ne yaptınız?

Çetinoğlu: Tarihten husumet çıkarıp Türk-İslam dostluğuna zarar verilmesini engelleyebilmek için Türklerin nasıl ve niçin Müslüman olduklarını bütün detayları ile ortaya koyan bir kitap yazmayı kararlaştırdım.

Karar verdikten sonra yazmaya başlarken, işimin zor olacağını düşünmüştüm.

Türklerin Müslümanlaşma sürecini anlatan bütün kitapları aldım, okudum, inceledim. Daha ilk günlerde hakikat güneşi gözlerimi kamaştırdı. Konu ile ilgili ulaşabildiğim kitapların sayısı 20’ye yakındı. Yalnızca iki tanesi, Türklük ve Müslümanlık ile barışık kişiler tarafından kaleme alınmıştı. Diğerleri peşin hükümlerle yola çıkan kişiler tarafından hazırlanmıştı. Mesela bir kitap; ‘Materyalist dünya görüşünü savunduğunu‘ itiraf eden kişi tarafından hazırlanmıştı. Claude Cahen kitabına ‘Türkler Nasıl Müslüman Odular‘ ismini vermiş olmasına rağmen, 535 sayfanın yalnızca 5 sayfasında konu üzerinde durmuş ve orada da işe yarar bilgi vermemişti. Bu arada Jean-Paul Roux gibi tarafsız olanlar da yok değildi.

Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, Prof. Dr. Osman Turan, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Dr. Emel Esin ve Sâmiha Ayverdi ve diğer ilim adamlarımız, mütefekkir yazarlarımız; yayınladıkları kitapların bir bölümlerinde ve makalelerinde-tebliğlerinde fevkalade doyurucu ve inandırıcı bilgiler veriyorlardı.

Ülkemizde Türklerin Müslümanlaşma süreci ile ilgili en kapsamlı çalışmaları yapan, en çok eser veren ve konuyu en iyi bilen muhterem bir profesörümüz, yanlış bir kaynaktan referans almıştı ve konuyu abartarak-köpürterek yazmış ve yazdıkları, Türklüğe-Müslümanlığa mesâfeli olanlara aleyhimize sonuçlara yönlendirecek malzeme veriyordu.

Polat: Yorucu bir çalışma yapmışsınız

Çetinoğlu: Zevkli bir çalışma idi.

Polat: İşin özünü nasıl yakaladınız?

Çetinoğlu: Türklerin Müslümanlaşma sürecini anlatmak üzere kalemi eline alanların çoğu; ‘Müslüman misyonerler‘ kavramını kullanıyor. İslamiyet’i ‘kılıç dini‘, Müslümanları ‘kan dökücü-kan içici‘ olarak vasıflandırıyorlar. ‘Fetih‘ ve ‘cihat‘ kavramının özünü, derinliğini bilmeyenlerin meselenin özüne inemediklerini gördüm.

1300 yıl önce yaşanmış olayları; bu günün hukuk şartları, insanlık anlayışı ile değerlendiriyorlardı. Basit kaidedir: Her olay, cereyan ettiği dönemin şartları içerisinde değerlendirilir. ‘Materyalist dünya görüşünü savunduğunu‘ itiraf eden yazar soruyor: ‘Attila’nın Roma’da ne işi vardı?’ ‘Türkler Viyana’ya kadar neden gittiler?’ ‘Araplar Seyhun ve Ceyhun ırmaklarını neden geçtiler?’ Şunları sormuş olsaydı, doğrusu işim çok zorlaşacak, belki de kitabımı yazamayacaktım…

Polat: Hangi sorular onlar?

Çetinoğlu: Çarlık Rusya’sının ve Sovyetler Birliği’nin; Kazakistan’da, Özbekistan’da, Azerbaycan’da, Çekoslovakya’da, Macaristan’da, Polonya’da, Çin’in Doğu Türkistan’da ve Tibet’te… Yakın tarihimize bakalım: İngilizlerin Musul ve Kerkük’te, Fransızların Adana ve İstanbul’da, Yunanlıların İzmir, Afyon ve Eskişehir’de ne işleri vardı? Bu soruları sormayanların art niyetleri doğrusu işimi çok kolaylaştırdı.

Ayrıca art niyetliler-peşin hükümlüler, Türklerin Müslümanlaşma sürecini Emevilerle başlatıyorlar ve Emevilerle bitiriyorlar. Emeviler dönemi Türklerin Müslümanlaşma sürecinde söz konusu olmamalıydı.

Polat: Neden?

Çetinoğlu: Çünkü Emeviler, Türk yurtlarına İslamiyet’i tebliğ için gitmediler. Toprak fethetmek, Türk yurtlarının zenginliklerine el koymak için gittiler. Bir de Türklerin savaşçı bir karaktere sâhip olduklarını bildiklerinden, levent yapılı Türkleri Şam’a getirip saray muhafızı olarak kullanmak için gittiler.

Polat: Bu söylediklerinizi doğrulayacak olaylar var mı?

Çetinoğlu: İslamiyet’in devlet otoritesi hüviyeti ile Türklerin karşısına çıkışı 644 yılındadır. İslam orduları, Türk yurtlarına tâbir yerinde ise keşif maksadı ile gelmişlerdi. Savaş olmadı. Emeviler 661 yılında devlet idaresini ellerine aldılar. 673 yılında Arap orduları komutanı Ubeydullah Bin Ziyad, Buhara şehrini kuşattı. Şehrin yöneticisi Kabaç Hâtun ile anlaşma yaptı ve Emevi sarayında muhafız olarak görevlendirilmek üzere Türk askeri alıp döndü. Ülkesine götürdüğü Türklerin ırkî ve ahlakî özelliklerinin bozulmaması için evlenecekleri bayanlar da getirildi ve özel bir şehir kuruldu, Araplarla temasları yasaklandı. Emevi Hânedânı’nın yönetimden uzaklaştırıldığı 750 yılına kadar ilişkiler bu şekilde devam etti. Kanlı savaşlar oldu. Fakat iddia edildiği gibi hepsinde Türkler ezilmedi. Türkler, Araplara karşı önemli zaferler kazandılar. En kanlı savaşlar Kuteybe bin Müslim’in bölge valisi ve komutan olarak Türk yurtlarında bulunduğu 705-716 yılları arasında oldu.

Polat: İddia edildiği gibi Türklerin zorla Müslümanlaştırıldığını kabul etmiyorsunuz…

Çetinoğlu: Asla. İnsanlar baskılar sebebiyle inançlarını değiştirmezler. Ancak ‘değiştirmiş gibi’ görünürler. Baskılar kalktıktan sonra eski inanç kültürlerine dönerler. Sabetay Sevi’nin yaptığı gibi… Nitekim Çarlık döneminde zorla Hıristiyanlaştırılan Yakut Türkleri, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Ortodoksluğu tamamen terk edip Şamanizm inancına dönmüşlerdir.

Türklerin canlarını kurtarmak için Müslümanlığı kabul ettiklerini iddia edenlere şunu soruyorum: ‘Bu nasıl zorla Müslüman olmaktır ki, Müslüman oluşlarının üzerinden henüz 100 yıl geçmeden İ’lâ-yi Kelime-t’ullah için kanlarını sebil gibi akıtmışlar, canlarını seve seve vermişlerdir?’

Zorla Müslüman olan bir insan, baskı kalktıktan sonra eski inancına döner. Ve de kendisine zorla kabul ettirilen bir düşünce uğruna can vermeyi göze almaz. Bu; mantığa da insan tabiatına da aykırıdır.

Polat: Kitabınızda, Türklerin zâten Müslüman olduklarını, İslamiyet’i tanıdıktan sonra Müslümanlıklarını güncelleştirdiklerini söylüyorsunuz

Çetinoğlu: Bunu ben söylemiyorum. Türklerin inanç kültürleri ile İslam’ın prensipleri arasındaki benzeşmeler ve hatta bire-bir örtüşmeler ortaya koyuyor. Bu benzeşmelerin, örtüşmelerin 30-40 tanesi, kitapta belirtiliyor.

Polat: Hiç zıtlık yok mu?

Çetinoğlu: Var. Yalnızca üç konuda: Birincisi Türkler, çocuklarının suçları sebebiyle babalarını da cezalandırırlardı. İslamiyet, cezada şahsîlik prensibini kabul etmiştir. İkincisi Türkler yiyecekleri hayvanları boğarak öldürürlerdi. İslamiyet, bilindiği gibi yenilecek hayvanların ‘Bismillah‘ denilerek kan akıtmak suretiyle boğazından kesilmesini emreder. Üçüncüsü de fal ve büyü konusundadır. Türkler fala inanırlar, büyü yaparlar ve yaptırırlardı. Peygamberimiz (sav) Efendimiz buyuruyor: Fal ve büyü yasaklanmıştır.

Polat: Faiz konusu?

Çetinoğlu: İslamiyet’ten önce Türklerde ‘faiz‘ kavramının bilinip bilinmediği konusunda bir bilgiye rastlamadım.

Polat: Türklerin Müslüman oluşunu, ‘nasıl’ ve ‘niçin’ başlıkları ile 2 grupta inceliyorsunuz. Neden?

Çetinoğlu:Nasıl‘ başlıklı bölümde; Türklerin zorla mı yoksa kendi istekleriyle mi Müslüman olduğu sorusuna cevap teşkil edecek bilgiler, ‘Niçin‘ başlıklı bölümde ise Türklerin hangi sebeplerle Müslüman olduklarının açıklaması verilmiştir. Bu sebepler; Türklerin İslamiyet’ten önceki inanç kültürleri ile İslamî prensipler arasındaki benzerliklerdir.

2. BÖLÜM

Türkler, Müslüman olduktan sonra, karakter özelliklerinden hiçbir şey kaybetmediler. Aksine, şahsiyetlerini ve üstün vasıflarını geliştirdiler.’ Yazarımız MEHMET ŞADİ POLAT sordu, TÜRKLER NASIL VE NİÇİN MÜSLÜMAN OLDU

isimli kitabın yazarı OĞUZ ÇETİNOLU cevaplandırdı. ‘Türler, kendi hür irâdeleriyle Müslümanlığı seçtiler.’

Mehmet Şadi Polat: Türklerin zorla Müslümanlaştırıldığını iddia edenlerin iddialarını nasıl çürütüyorsunuz?

Oğuz Çetinoğlu: Onlar peşin hükümle hareket ettiklerinden, ilk Müslüman Türk hükümdarlarının nasıl Müslüman oldukları konusuna hiç temas etmiyorlar. 717 yılında Şul Tiğin’in, 644-709 yılları arasında yaşayan Nizak Tarhan’ın, 707-739 yılları arasında hüküm süren Buhara Hâkimi Tuğşad’ın, 709-745 yılları arasında hüküm süren Akşit Guzek’in, 717-738 yılları arasında hükümdarlık yapan Su-Lu Çor Kağan’ın, Tulunîler-Tolunoğulları, Sâcoğulları, Ihşidîler Devletlerinin hükümdarları ve halkların nasıl Müslüman olduklarını yazmıyorlar. Kendi istekleriyle Müslüman olan ve halkını da İslamiyet’e dâvet eden Bulgar Türkleri hükümdarı Almuş Han’ın, Karahanlı Cihan Devleti Hükümdarı Abdülkerim Satuk Buğran Han’ın isimlerini hiç anmıyorlar. Daha sonraki tarihlerde Selçukluların atası Selçuk Beğ’in babası Sübaşı Dukak Beğ, Altın Orda Hakanı Berke (Bereke) Han’ın, İlhanlı Devleti hükümdârları Ahmet Teküder ve O’ndan yaklaşık 40 yıl sonra devletin başına geçen Gazan Han’ın Müslüman olmak için kimin-kimlerin baskısına mâruz kaldıklarını söyleyemiyorlar. Çünkü bu kişiler, kendi istekleriyle Müslüman olmuşlar ve halklarını da İslamiyet’e dâvet etmişlerdir. İslamiyet’te ulul emre itaat olduğu gibi, Türklerde de devlet başkanlarına da itaat vardır. Devlet büyüklerinin, bilge kişilerin söyledikleri dikkate alınır, araştırılır ve gereği yapılır.

Peşin hükümlüler, dillerine ve kalemlerine Kuteybe bin Müslim’i dolamışlar, ‘benim oğlum bina okur, döner dolaşır gene okur…’ halk sözünde olduğu gibi O’nu anlatıyorlar. … Türkleri öldürdü, astı, kesti, kestiği adamların başını 24 kilometre uzunluğundaki yolun iki tarafındaki ağaçlara astı… Yazdıkları sâdece bunlar. Uydurdukları hikâyeler hoşlarına gitmiş olmalı ki, aynı hikâyeyi iki ayrı şehirde aynı rakamları kullanarak yazıyorlar.

Polat: Türklerin zorla Müslümanlaştırıldıklarını iddia edenler nerede yanılıyorlar?

Çetinoğlu: Araştırsalar yanılmazlardı. Araştırmadan yazıyorlar, yalan yazıyorlar.

Polat: Tarih yazıcılığında yalan olur mu?

Çetinoğlu: Olmaması gerekir. Fakat çarpık ideolojilerin esiri olanlar her türlü yola başvururlar.

Tarih yazıcılığında, ulaşılabilen kaynakların durumuna göre 3 yöntem uygulanmaktadır:

1- Kaynaklarda olayın başlangıcı ve sonucu bellidir. Tarihî olaylar aynen yazılır. Tarihle ilgili kitap ve yazılar böyle olmalıdır. Fakat bu durumda bile, tarih yazıcısının şahsî duyguları, sempatileri, esasa taalluk eden olaylarda bile farklı neticelere ulaşırlar.

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın İkinci Viyana Kuşatması’nı düşünelim. Olayın başı, gelişmesi ve sonu bellidir. Buna rağmen, Bozgunun baş sorumlusu olarak Merzifonlu’yu görenler olduğu gibi, Kırım Hanı Murat Giray Han’ı hâin olarak ilan edip bozgunun bütün suçunu ona yükleyenler de vardır. Buyurun size, birbirine zıt 2 ayrı görüş ve sonuç…  Bu tarih yazıcılığı mı? Evet, tarih yazıcılığı. Fakat nasıl tarih yazıcılığı ise, 330 yıldır hangi iddianın doğru olduğu tartışılıyor. Merzifonlu yazarlar, hemşehrilik duygularıyla Kara Mustafa Paşa’ya suç izafe etmiyorlar. Kırım Türklerine sempati duyan yazarlarda da Murat Giray’ı suçsuz buluyorlar. Tarafsız olanlar, olabilenler, bozgunu tek bir sebebe ve şahsa bağlamıyorlar. O tür tarih yazıcılarının yazdıkları da dikkat çekmiyor, ‘Vay canına neler olmuş‘ dedirtmiyor.

Bir de popüler tarih yazarları vardır. Onlar olayları biraz renklendirir; aşk, entrika cinâyet karıştırırlar. Ölçü kaçırılınca, ortaya tarihî roman çıkar. Tarihî romanları okuyanlar arasında, orada yazılı olanları gerçek tarih olarak algılayanlara rastlamak mümkündür.

Polat: İkinci Yöntem?

Çetinoğlu: Kaynaklarda olayların başlangıcı ile ilgili bilgiler yoktur. Gelişmelerle ilgili bilgiler tam ve detaylı değildir, sonuç ise kesin hatlarıyla bellidir. Bu durumda tarih yazarı, olayın başlangıç ve gelişme bölümünü kendi muhayyilesine göre yazar. Fakat -âmiyâne tâbirle- ‘atış serbest’ değildir.

Polat: Nasıl yâni?

Çetinoğlu: Türklerin kahramanlığını göstermek için; ‘10.000 kişilik Türk ordusu, 100.000 kişilik düşman ordusunu perişan etti…’ gibi ifâdelere rastlanır. Savaş alanını inceleyenler oraya ancak

15-20.000 kişilik bir ordunun sığabileceğini görürler.

Polat: Böylesine hatâlara düşen yazarlar var mı?

Çetinoğlu: Maalesef var. Dikkatli, hassas ve titiz yazarlar böyle hatâlara düşmezler. Mesela Mehmet Niyazi Özdemir Çanakkale ve Plevne konulu tarihî romanlarını yazarken olayların geçtiği mekânlarda haftalar, aylar süren incelemelerden sonra yazmaya başlıyor, yazmaya devam ederken, tekrar tekrar gidip inceliyor. Bırakınız tarihî romanları, tarihin kendisini masa başında yazanlar, okuyucuyu yanıltırlar.

Polat: Tarih yazıcılığında üç ayrı yöntem olduğunu söylemiştiniz. Üçüncüsü nasıl?

Çetinoğlu: Tarihî olayların hangi sonuçları doğurduğu kesin olarak belli değildir. Yoruma bağlıdır. Herkes kendi ideolojisine göre yorum yapıyor.

Polat: Mesela?

Çetinoğlu: İslamiyet’i kabul etmiş olmalarının Türkleri özelliklerinden uzaklaştırdığını iddia edenler var. Bu tamamen yanlış bir görüştür. Fakat sâdece İslamiyet ile değil, din olgusuna mesâfeli olanların başka bir sonuca ulaşmaları da mümkün değildir.

Polat: O zaman sorayım: Türklerin İslam dinini kabul etmelerinin neticeleri neler oldu?

Çetinoğlu: Türkler İslamiyet’i kabul etmekle, kimliklerinde önemli değişiklikler olmadı. Türk karakterindeki cihangirlik ruhu ile İslam’ın fetih anlayışı birleşince, Türkler cihan devleti olma şansını elde ettiler. Karahanlılar, Altın Orda Hanlığı, Selçuklular, Osmanlılar hep sözü geçen, düşmana korku, dosta güven veren güç olarak bilindiler. Bu özellikleri Türkiye Cumhuriyeti’nde de dönemler-devreler itibâriyle görmekteyiz.

Asıl önemli olan şudur: Müslümanlığı kabul etmeden önce anayurttan ayrılıp Avrupa’ya giden Türklerin % 95’ı millî kimliklerini kaybetti. Müslüman olduktan sonra batıya ve Avrupa’ya gidenler ise, aslî özelliklerini korudular. Eğer ecdadımız Müslüman olmasaydı, bizler bugün ya başka bir milletin ismiyle anılırdık, aynı zamanda başka bir inanç kültürünün mensubu olurduk. Bunları kabul etmediğimiz takdirde dünya cenneti bu topraklarda yaşama imkânı bulmazdık.

Türklük ve Müslümanlık öylesine özdeşleşmiştir ki, kuşun iki kanadı gibidir. İslamiyet ve Türklük bize bu dünyada var olma hakkı-imtiyazı veren özelliğimizdir.

Müslüman olmakla kazançlı çıkan yalnızca Türkler olmadı. Türklerin Müslümanlığı dolayısıyla Müslümanlar dağılmaktan kurtuldular. Selçuklu Devleti’nin kurucusu Tuğrul Beğ, Abbasi halifesi Kaim Bi-Emrillah’ın dâveti üzerine Bağdat’a gitmeseydi, Halife ile dinî-idarî yönetim konusunda işbirliği yapmasaydı, Müslümanlar Abbasi Sarayı’nın dışında varlığını koruyamaz, bir müddet sonra da o dar sınırlar içerisinde eriyip yok olurdu. İslamiyet, Kur’an-ı Azimüşşan’ı ile akideleri ile Cenab-ı Allah’ın korumasına mazhardır. Amenna… Fakat Müslümanlar, kendilerine bahşedilen akıllarını kullanarak kendilerini korumak mecburiyetindedirler. Yok olacağından endişe duyulan, İslamiyet değil, Müslümanlardır.

Polat: İmam hatip liselerinde ve İlahiyat fakültelerinde İslam Tarihi dersleri okutuluyor. Türklerin İslamlaşma sürecine ait en sağlıklı bilgilerin orada olması gerek

Çetinoğlu: O kitaplarda bu konuda hiçbir bilgi yok.

Polat: Neden?

Çetinoğlu: Çünkü Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan müfredat programlarında bu konulara yer verilmemiş. Mesela Erciyes Üniversitesi’nde yıllarca İslam tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi olarak binlerce öğrenci yetiştirdikten sonra emekli olan Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi Ecer Hoca’nın yazdığı 2 Ciltlik İslam Tarihi Dersleri isimli ders kitabının 1. Cildinde Peygamber Efendimizin dönemi, 2. Cildinde Dört halife dönemi anlatılır. Sonrası yoktur.

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Emekli Prof. Dr. Neşet Çağatay’ın Türk Tarih Kurumu Basımevi tarafından basılan ‘İslam Tarihi’ ve ‘İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi‘ isimli kitaplarında da Türklerin Müslümanlaşma süreci konusu yer almaz.

Merhum Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükân’ın, tamamı 4 cilt olan ‘İslam Dini Tarihi‘ isimli eserinin 1. cildi, 2006 yılında yayınlandı. Kitap, ‘Hz. Muhammed’in Doğumundan Ölümüne Kadar‘ olan zaman dilimiyle sınırlıdır.  Kızı Türkân Turgut Hanımefendi tarafından yayına hazırlanan eserin sonraki ciltlerinde Türklerin Müslümanlaşma sürecinin yer almış olabileceğini tahmin etmekteyim.

Polat: Türklerin Müslümanlaşma süreci konusu, müfredat programında neden yok?

Çetinoğlu: Müfredat programı, tek parti döneminde hazırlanmış. ‘O dönemin zihniyeti…’  Diyelim ve çok isâbetli sorunuzun cevabı içerisinde ilgililere mesajımızı vermiş olalım. Bu eksiklik ve fâhiş hatâ bu dönemde giderilmez ise, hiçbir zaman giderilemeyecek demektir.

Polat: O halde sizin kitabınız, İmam Hatip liselerinde ve İlahiyat Fakültelerinde yardımcı ders kitabı olarak okutulabilir.

Çetinoğlu: Kitabım için izhar buyurduğunuz hüsn-ü zan için teşekkür ederim. Bu da sizin ilgililere mesajınız olsun…

Polat: Kitabın satışı nasıl gidiyor?

Çetinoğlu: İyi gidiyor. Öyle tahmin ediyorum, bu yıl sona ermeden ikinci baskısı okuyucuya sunulmuş olacak. Memnuniyet verici olmakla birlikte bu gelişmeyi yeterli bulmak mümkün değildir. Türklerin nasıl Müslüman olduğu konusunda yazılan, kasıtlı yanlışlarla dolu kitabın, 16 yılda 26. baskı yapmış olmasının yanında, doğru, geniş ve derin bilgilerin yer aldığı bir kitabın ikinci baskıya ulaşmasını yeterli bulmak aşırı iyimserlik olur. Bakalım Mevlâ’m neyler, neylerse güzel eyler…

Polat: Çok teşekkür ederim. Vakit ayırdınız, sorularımı cevaplandırdınız.

Çetinoğlu: Ben de teşekkür ediyorum. Kitabımın tanıtımına katkıda bulundunuz, düşüncelerimi kamuoyuna iletme imkânı verdiniz.  OĞUZ ÇETİNOĞLU

28 Kasım 1938 târihinde Bafra’da doğdu.  İlk ve Ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisâdî ve Ticârî İlimler Akademisi’nde okudu. Lise yıllarından itibâren başlayan yazı hayatı boyunca kaleme aldığı yazılar;   Bafra Haber Gazetesi’nde, Toprak, Millî Yol, Türk Yurdu, Yörünge, İslam, Kadın ve Aile, Yeni Düşünce, Orkun, Tokat’ta yayınlanan Kümbet Altında, Kayseri’de yayınlanan Çemen, Erciyes ve Gökbayrak, dergilerinde, Son Havadis, Tercüman, Türkiye, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Dünya, Sağduyu ve Zaman gazetelerinde yayımlandı.

İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mâlî müşâvir ve profesyonel yönetici ve demir tüccarı olarak devam etti.

1980 yılında İstanbul’a yerleşerek ticâretle meşgul oldu. 1984 yılında Anavatan Partisi Sarıyer İlçe Başkanlığı’na seçilerek 4 yıl politika ile ilgilendi.

SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetleri’nde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas âzâsı olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da; tesis kurup çalıştırdı. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti.

2000 yılında işlerini tasfiye etti. Hâlen; İstanbul’da yayınlanan İstanbul, Önce Vatan ve Yozgat’ta yayınlanan Yozgat Yenigün gazetelerinde,  Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyası Tarih ve Kültür, Dil ve Edebiyat, Antalya’da Nevzuhur, Ankara’da yayınlanan Töre, Kayseri’de Erciyes ve Çemen dergilerinde, internet sitelerinde yazmaktadır.

Yayınlanmış kitapları:

1- Kültür Zenginliklerimiz: İstanbul – 2006 (Bilgeoğuz Yayınları)

2- Tarih Ansiklopedisi (Açıklamalı – Yorumlu Kronolojik Kültür-Sanat ve Tarih Ansiklopedisi – 7007 Yıllık Dünya Tarihi: 4 Ciltte 4.000 Sayfa). İstanbul, 2008 (Bilgeoğuz Yayınları)

3– Tarih Sözlüğü: İstanbul – 2009. (Bilgeoğuz Yayınları)

4- Okyanusa Açılan Kapılar: (Tefekkür Mayası Röportajlar. Değişik mesleklerden, konusunun uzmanı 50 kişiye sorulan 1000’den fazla soru ve cevapları) İstanbul – 2009 (Bilgeoğuz Yayınları)

5- Altaylardan Hira’ya Türk İslam Dostluğu: İstanbul, 2011 ve 2012 (Bilgeoğuz Yayınları)

6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (Röportajlar) İstanbul, 2012 (Bilgeoğuz Yayınları)

7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu? İstanbul, Nisan-2013 (Bilgeoğuz Yayınları)