Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasında yapılan zirve öncesi, Trump’ın Eskişehir-Beylikova Nadir Toprak Elementleri (NTE) rezervlerini gündeme getireceği söylentisi vardı. Trump’ın NTE rezervlerimizi stratejik hedef olarak gördüğü, Türkiye’yi bu alanda ortaklığa ikna etmeyi amaçladığına dair kulis bilgileri paylaşılmıştı. Ancak NTE konusunun Trump-Erdoğan görüşmesinde gündeme gelip gelmediğini bilmiyoruz.
Bu görüşmede resmi talep olmasa bile Trump’ın stratejik niyeti olan rezervleri kontrol etme hedefinden vazgeçmeyeceği kesindir.
Çünkü artık “nadir elementler çağı”nda yaşıyoruz. 17 elementten oluşan bu özel grup, hayatın her yerinde: cep telefonundan elektrikli otomobile, radar sistemlerinden rüzgâr türbinlerine kadar her teknolojik ürünün kalbinde onlar var. Bu elementler olmasa savunma sistemleri çalışmaz, dijital hayat yavaşlar.
**************************************
Trump’ın Maden Diplomasisi
Bugün Çin NTE alanında küresel tedarikin %60’ını, bazı elementlerde ise %95’ini tek başına karşılıyor. ABD, Çin’in nadir elementlerdeki hâkimiyetini kırmak istiyor. Dünyadaki enerji kaynaklarını büyük ölçüde kontrol ettiği gibi NTE üretimi ve pazarını da kontrol etmek istiyor.
Trump seçilir seçilmez Grönland’ı ABD topraklarına katmak istediğini açıkça söylemişti. Yorumcular Trump yönetimi Grönland’ı sadece coğrafi konum için değil, nadir toprak elementleri ile lityum, titanyum gibi kritik mineraller için stratejik bir hedef olarak gördüğünü söylüyorlar.
Trump’ın Ukrayna savaşını bitirme yaklaşımı da bu çerçevede. Trump, Ukrayna’ya yapılan savaş yardımlarına karşılık, ülkenin nadir toprak elementlerinden 500 milyar dolarlık bir pay talep etti. Zelenski ise “Ukrayna satılamaz” diyerek direndi. Bu direniş sonucunda anlaşma, tek taraflı sömürü biçiminden çıkarılıp “ortak yatırım mutabakatı” çerçevesine indirildi. Ancak herkes biliyor ki ABD’nin asıl amacı, Ukrayna’nın yeraltı zenginlikleri üzerinde kontrol kurmaktır.
Bu tablo, Türkiye açısından da ciddi bir uyarıdır. Beylikova sahası, yakın gelecekte benzer tekliflerin hedefi olabilir. Eskişehir Beylikova’daki 694 milyon tonluk cevher rezervi, Türkiye’yi Çin’in Bayan Obo sahasından sonra dünyanın en büyük ikinci rezerv alanı.
Trump, ağzını sulandıran bu rezervler için, “yatırım” ya da “teknoloji ortaklığı” adı altında anlaşmalar yapmak isteyecektir. Trump’ın bize “siz çıkarın, biz işleyelim” demesi şaşırtıcı olmaz. Bu tür anlaşmalar, ülkeyi kendi madenlerinde söz hakkı kalmayan bir taşerona dönüştürebilir.
Bugün için Türkiye’nin en büyük riski, bu rezervi “çıkarıp satmak”la yetinmek olur. Daha önce de benzer hatayı yaptık; dünyanın en kaliteli kromunu, borunu ve bakırını yıllarca ham madde olarak ihraç ettik, sonra işlenmiş hâlini kat kat pahalıya ithal ettik.
**************************************
Önce İnsan Kaynağı Yatırımı
Bu elementlere sahip olan ülkeler, bu kaynaklar sayesinde jeopolitik üstünlük elde ediyor. Petrol ve doğalgaz zengini ülkelerden bile belirleyici hale gelebilir. Petrolün 20. yüzyılda yarattığı stratejik güç, bugün nadir toprak elementlerinde toplanıyor.
Bu rezerv Türkiye için hem muazzam fırsatlar ve hem de ciddi riskler barındırıyor. Turgut Özal’ın “iyi ki petrol ve doğalgaz zengini değiliz” demişti. “Bu kaynaklara sahip ülkeler gelişmedi, fakat Japonya, Almanya gibi bu kaynaklardan mahrum ülkeler insan kaynaklarıyla gelişti” manasında bir sözdü bu.
Gerçekten insan kaynağını bilgi ve yüksek teknoloji üretir hale getiremeyen ülkeler, kıymetli madenlerini değerlendiremiyor ve emperyalist güçlerin sömürgesi haline geliyor.
Bu metaller nadir, çıkarılması ve ayrıştırılması son derece zor. Çin, 1990’larda Japonlardan bu teknolojiyi öğrendi ve bu alana yaptığı yatırımlarla üretimde ve ihracatta dünya lideri haline geldi. Türkiye de aynı yolu izleyebilir.
ABD, Japonya ve Avrupa ülkeleri Çin’e bağımlılığı azaltmak için alternatif kaynak arayışına girmiş durumda. İşte bu noktada Türkiye devreye giriyor.
İlk tespitlere göre Türkiye, yaklaşık 10 farklı nadir element rezervine sahip. Ancak rezerv zenginliği tek başına yetmez; asıl mesele bu elementleri ürüne dönüştürecek teknolojiye sahip olmak gerekiyor.
**************************************
Çin Ve Ukrayna Vakalarından Çıkaracağımız Dersler
Çin, Japon şirketlerini ülkesine çekerken onlara teknoloji paylaşımı şartı koydu. Düşük maliyetli iş gücü, devlet planlaması ve uzun vadeli stratejiyle üretim zincirini baştan sona kurdu. Ardından “kaynak milliyetçiliği” politikasıyla ham madde ihracatını sınırladı ve kendi sanayisini güçlendirdi.
Türkiye bu modelden dersler çıkarmalı:
1- Devlet yönlendirici olmalı; nadir elementler piyasa değil, milli güvenlik konusudur.
2- Katma değeri içeride tutmalıyız; maden çıkarmak değil, mıknatıs, batarya, radar, çip üretmek hedef olmalı.
3- Bağımsız teknoloji geliştirmek gerekir; Çin gibi Türkiye de başka ülkelere değil, kendi bilgi gücüne yaslanmalıdır.
*****
ABD- Ukrayna anlaşması bizim için bir uyarı olmalıdır. “Yardım veriyorum, o halde madenlerine ortak olacağım” anlayışı, yeni bir sömürü biçimidir. Zelenski, güvenlik garantileri olmadan kaynaklarını vermeyeceğini ilan ederek ülkesinin onurunu kısmen korudu. Türkiye de benzer baskılarla karşılaşırsa daha da kararlı olmak zorundadır.
Herhangi bir ülke ile nadir element anlaşması yapılacaksa: Milli kontrol şartı açıkça yazılmalı, Teknoloji transferi zorunlu olmalı, Kamu denetimi ve şeffaflık sağlanmalıdır. Burada belli şirketler üzerinden rant paylaşımı anlayışına izin verilmemelidir.
Bu kaynaklar yalnızca ekonomik değil, stratejik değere sahiptir. Onların mülkiyeti, ülkenin bağımsızlık alanını belirler.
NTE konusu yalnızca ekonomik kalkınma değil, milli güvenlik meselesidir. “Nadir toprak elementleri çağı”nda, bağımsızlığın ölçüsü artık toprağın altındaki bilgiye sahip olmaktır.
Bugünlerde vereceğimiz kararlar “kaynak mı, güç mü olacağız?” sorusunun cevabını belirleyecektir.
Türkiye’nin önünde iki yol var: Ya Çin gibi üretim zincirini kurup kendi teknolojik çağını başlatacak, ya da kaynaklarını ucuz pazarlıklarla kaptırma riski taşıyacak.
Trump’ın Ukrayna’ya yaptığı teklif, yarının Türkiye’sine yapılacak baskının provası olabilir.
O yüzden şimdi karar zamanıdır: Toprağın sahibi miyiz, yoksa toprağın altındakilerin kölesi mi olacağız?