Toplumsal problemler sadece sosyolojik, ekonomik ve siyaset kavramları ile çözülemez. Bu yaklaşımların yeterli olmadığı bütün dünyada da gözlenmiştir. Özellikle terörizm ve terörist ilişkisi etnik kimliklere dayalı olaylar Politik Psikoloji’nin alanına girmektedir.
Politik Psikoloji büyük grupların, kitlelerin ve ulusların birbirleriyle olan ilişkilerini ele alarak bu ilişkilerde rol oynayan psikolojik etmenleri değerlendirmektedir. Ayrıca Büyük grupları, onların liderlerini ve liderler arası ilişkileri psikolojik boyutu ile inceler. (Politik Psikoloji Derneği PPD www.ppd.org.tr).
Politik psikolojinin sorunlara yaklaşım yöntemi eklektik ve entegratif anlayışla derinlik(analatik) psikolojilerinin temeline dayanmaktadır.(PPD)
“Türkiye’nin Büyük Çatısı ve Ortak Aidiyet” başlıklı çalıştaya Politik Psikoloji disiplininin kurucularından ve dünyadaki en önemli temsilcilerinden Prof. Vamık Volkan onur konuğu olarak katıldı. Dünya çapında bir psikiyatrist olan ve politik psikoloji disiplininin temellerini atan Vamık Volkan Politik Psikolojik olarak olaylara yaklaştı. Önemli gördüğüm için sözlerininin tamamını aktarmaya çalışacağım.
“… Toplumlardaki çatışmalar psikoloji nedeniyle ortaya çıkmaz. Ekonomik, politik veya başka nedenlerden dolayı olabilir. Bu gerçek süreçler nedeniyle problemler ortaya çıkar. Ondan sonra psikoloji bunlara bulaşır. Bir örnekle anlatayım: Benim bir arkadaşım vardı, kendisi Amerikan büyükelçisiydi. Bu kişi, Saddam Hüseyin Kuveyt’i işgal ettiği zaman 7 ay orada kalmıştı. O diyor ki diplomasi basketbola benzer. Bu oyunda takımlar karşılıklı basketler atıyor ve sonunda biri kazanıyor; diğeri de biraz atıyor ama daha çok atan kazanıyor. Düşünün ki bir fıçı zeytinyağını basketbol sahasına dökelim. O zaman basketbol oyunu karman çorman olur. Psikoloji bazen işe karışıyor ve toplumsal konuşmaları, planları bozuyor. İşte bizim işimiz o zeytinyağını silmektir. Ben şimdi bu zeytinyağından söz edeceğim.
Konumuz büyük grup kimliği. Kimlik demek öznel bir sezgiye sahip olmanız demektir. Mesela sizin karşınızdaki kişiye göre durumunuz değişiyor, ama siz sonuçta aynı kalıyorsunuz. İşte büyük grupların da bir kimliği var. Milyonlarca insan aynı şeyi hissediyor. Bu kişiler normalde birbirlerini görmüyorlar bile. Kendilerine bir isim veriyorlar, mesela biz Türk’üz, biz Kürt’üz, biz Polonyalıyız diyorlar. Etnik, dini, milli gruplar ve bazen de politik-ideolojik gruplar vardır. Bunlar insanda çocukluktan itibaren gelişen şeylerdir. Doğduğumuz zaman her şeye uyarız; ailemiz ve çevremizin etkisi altında bir büyük grup kimliğini alırız.
Yani biz bir çadıra giriyoruz; bu çadırın önemi tarihe ve doğduğumuz yere bağlıdır. Mesela eğer Haydarabad’da doğmuşsanız o zaman dine göre bir durumunuz olur. Mesela Kıbrıs’ta doğmuşsanız dinle alakası olmaz durumunuzun, tamamen milli olur; ya Türk’sünüz ya da Rum’sunuz. Ülkede büyük bir grup kimliği var ve bunların bence en önemlisi etnik kimliktir. Çünkü etnik kimliğin bir tarihi var ve bu insanları birbirine bağlayan birşeydir. Biz bu kimliğe bir ad veriyoruz ve buna narsisistik bir yatırım yapıyoruz. Mesela biz herkesten farklıyız ve daha iyiyiz gibi bir şey söylüyoruz.
Bakın aslında narsizmin kendisi fena bir şey değildir. Yani insanın kendisine sevgisi olmazsa bir şey de yapamaz. Bir liderin yeterince narsizmi olmazsa o iyi bir lider değildir. Böylece gruplarda da narsizm temelinde bir yatırım yapıyoruz. İnsanlarda ve kimlikte bazen abartılmış narsizm görülür. Büyük gruplarda da aynı şeyleri görüyoruz. Mesela Sovyetler çöktükten sonra Ruslar’da abartılmış bir narsizm ortaya çıktı. Siz de Osmanlı çöktükten sonra abartılmış bir narsizm ortaya çıktı mı çıkmadı mı bir düşünün bakalım. Mesela bir Türk dünyaya bedel lafı burada abartılmış bir narsizm örneğidir. Bu o zaman iyi miydi yoksa fena mıydı? Herşeyi tarihe göre anlamamız lazım. Bir imparatorluk çöküyor, beş milyon insan ölüyor, ama karizmatik bir lider çıkıyor, toplum toparlanıyor. Demek ki bu iyi bir şey.
Yani özgüven vermek için bu şekilde bir süreç ortaya çıktı. Zaman geçtikçe gerçeği görmeye başladık ama. Batılıydık ama 2. derece. İşte o zaman da içimizde bir aşağılanma duygusu oluşmaya başladı. Bazı toplumlar için yapılan ilmi deneyler ve çalışmalar var. Mesela bu odadaki herkesi alalım ve size bir isim verelim: Ekopolitik Grubu. Ve Tarık’a grubun başı olma görevi veriyoruz. Tarık göreve başlıyor. Sonra görevi durduruyor ve lideri grubun içinden çıkarıyorum. O zaman bir deney yapıyoruz. Bu grupta lider yoksa iki tür olay ortaya çıkar. Birisi ‘narsisistik’ olaydır, diğeri de ‘paranoid’ olaydır. Birincisinde yeni bir lider bulursunuz; ortaya çıkan karmaşadan o liderin sizi kurtaracağına inanıyorsunuz. Veya paranoid bir durum ortaya çıkıyor; ortak düşmana karşı birleşelim fikrine sarılıyorsunuz. Elbette buradaki sınırlı sayıdaki insan için bu deneyi yapmak mümkün, ama mesela bir milyon insan için nasıl yapacaksınız? Biz bunun için de bazı yollar bulduk. Ben mesela 30 senedir bazı düşman grupları biraraya getirmek suretiyle çalışmalara devam ediyorum. Bunlar tabi yıllar süren süreçler. Mesela İsrailliler ile Araplar, Ruslar ile Amerikalılar, Hırvatlar ile Boşnaklar gibi. Bu adamlar diyelim üç ayda bir biraraya geldiklerinde konuşurken kendi gruplarının sözcüsü oluyorlar. O zaman büyük grup hakkında bir fikriniz oluyor. Veya göçmenleri dinleyin, aslında onlar da sadece kendilerinden değil ‘biz’den bahsediyorlar.
Ben yaklaşık on yıl kadar Başkan Jimmy Carter ile çalıştım ve birçok dünya lideriyle görüştüm. Mesela Yaser Arafat ile Gorbaçov ile veya başka insanlarla konuştum. Toplumda bir kriz olduğunda ve siz o toplumun liderleriyle konuştuğunuzda yine o toplumun büyük grup kimliğine ilişkin bir şeyler duyuyorsunuz. Bu şekilde yavaş yavaş ‘büyük grup psikolojisi’ diye bir şey geliştirmeye başladık. Bu büyük gruplarda kişilerde olduğu gibi gerilmeler oluyor. Hatta büyük gruplarda gerilmeler daha sık oluyor. Bence büyük gruplar daima gerilim içinde. Şahıslarda bunları aşacak psikoloji olabiliyor; ama toplumda bunlar da olmuyor. Türkiye’de gerilim var mı diye sorarsak benim dinlediklerimden anladığım evet var. Peki ne demek bu gerilim? Ben bunun işaretlerinden bazılarını sayacağım.
Türkiye’ye yansımalarını da sizden öğrenmek istiyorum.
Birincisi, bir travma olduktan sonra halk bir lider etrafında birleşiyor. Hatırlayın 11 Eylül’den sonra Bush’un bile aldığı destek oranı %90’lara çıkmıştı. Peki ne oluyor bu süreçte? Eğer lider gerçek ilefantaziyi ayıramazsa yeni bir süreç başlar. Bush ayıramadı. O zaman da toplumda bir ayrılık oluşuyor.Ya bu taraftasın ya da öbür tarafta. Bence Türkiye’de de toplumda büyük ayrımlar var. Bu süreçlerde dünyanın her yerinde “Biz kimiz?” suali ortaya çıkıyor. Bu sualle birlikte büyük gruplar değil de küçük etnik gruplar moda olmaya başladı. Aynı zamanda bu biz kimiz sorusu dine de karıştı. Tabi burada Amerika Sovyetler arasındaki yeşil kuşak sürecinin de etkisi çok oldu. Bu durum Türkiye’yi de etkiledi. Böylece biz kimiz sorusu etnik olmakla birlikte dini etkileri de taşıdı. Ortalık daha da karıştı. Türkiye’yebaktığınız zaman da hem dini hem de etnik parçalanmayı görüyorsunuz. Bunun yanında toplumda ilkel mekanizmalar gelişiyor. Bunlar ‘içe alma’ ve ‘dışarı vurma’ mekanizmalarıdır. Birçok şeyi içimize alırken fena bulduğumuz şeyleri ise dışarı tükürürüz. Ancak insan geliştikçe bu gibi mekanizmalar daha aşağı iner. Eğer bu gerilim toplumda olursa toplumda şizofreni gibi bir durum ortaya çıkıyor. İşte o zaman ‘körü körüne inanç’ ortaya çıkıyor. İnsanlar o zaman liderin verdiği her propagandayı yiyor. Belki şahıs olarak düşünebiliyorsunuz, ama grup olarak verilen herşeyi yiyorsunuz. İkincisi bunun yanında bir de paranoid reaksiyon veriyorsunuz toplum olarak. Mesela Arnavutluk’ta Enver Hoca vardı ve orada 7500 bunker vardı, havaalanında indiğiniz zaman görüyordunuz. Türkiye’de bu iki reaksiyonun nasıl olduğunu tartışmamız lazım.
Bu süreçte magical thought (sihirli düşünme) ortaya çıkıyor, tabi bunun da türleri var. Bununla birlikte bir de abartılmış fundamental din ortaya çıkıyor. Burada Amerika’daki din anlayışından bahsedeyim; oradaki din Avrupa’dakinden çok farklıdır. Avrupa çok uzun zamandır Hıristiyan olduğu için yavaş yavaş onu kültürel bir Hıristiyanlığa çevirmişlerdir. Ama Amerika’da böyle değildir. Her büyük grubun bir doğuşu vardır ve ona göre de bir psikolojisi vardır. Mesela Amerika sentetik bir ülkedir ve dini olarak ve de ırkçılıkla doğmuştur. Amerika’nın %5’i abartılmış dini olan insanlardır. Ondan sonra hudut problemleri ortaya çıkıyor. Her milletin kanuni hudutları var ve bu genelde kolaydır. Bir de psikolojik hudutlar var. Mesela türban meselesi bir hudut meselesidir.
Yani biz kimiz ve buradaki hudut bizim kim olduğumuzu belirtiyor diyorsunuz. Ayrıca insanlarda confusion(karışıklık,bozulma,düzensizlik) da artıyor. Mesela birinin ailesinin bir parçasının kimliği farklı, diğerinin farklı oluyor; o zaman da confusion ortaya çıkıyor. Düşünün ki ülkemizde Türkler’le Kürtler evleniyorlar, onların çocukları nasıl hissediyorlar, bunu da konuşmak lazım. Toplumlarda gerileme oldu mu tarihin imgesi ortaya çıkıyor. Biz insan olarak gerileme hissettiğimizde evimize gidip eskiden kalmış olan kimi şeyler ararız ve onunla bir çıkış yolu buluruz. Büyük gruplardan bahsediyorsak o zaman belki de milyonlarca insanın paylaştığı bir sosyal, politik süreçten bahsediyoruz demektir. İşte büyük gruplarda bir gerileme olduğu zaman onlar da tarihlerine dönüyorlar. Bugün Türkiye’de Ergenekon var, sanki başlangıcımızın uzantısı. Bununla birlikte gündeme seçilmiş travmalar gidiyor. Kişisel olarak travma yaşadığımızda çocukluğumuza döneriz; toplum olarak travma yaşadığımızda ise tarihimize döneriz. Her büyük grubun yaşadığı trajediler vardır. Öyle şeyler oluyor ki siz yaşıyorsunuz ama akrabalarınız belki aileniz ölüyor ve sizde bir kabahatlik duygusu doğuyor, yaşama kabahati. Ve bu süreçleri yaşarken de düşmana assertive davranamıyorsunuz.
Mesela Gazze’de insanlar İsrail askerine bir şey yapamıyor ama yapmak istiyor; onun için herkes cebinde bir taş taşıyor ve bir İsrail askeri gördüğü zaman cebindeki taşa dokunup kendisini büyük grup kimliğinin bir parçası olarak hissediyor. Mesela Kıbrıslı Türkler esaret altında yaşarken bir sürü kafes alıp içlerine kuşlar koyup, esaret altında olanın kendileri değil kuşlar olduğunu söyleyerek o zor günleri geçirdiler. Yani yas tutamıyorsunuz. Toplumsal olarak hepinizin yaşadığı bir olay var ve o olayın imajı sizin kimliğinizin bir markası oluyor. Yani yasını tutamadığınız süreçleri nesilden nesile aktarıyorsunuz, onlara aktardığınız ödevlerin hepsi o olayla ilgili. O olaydan sonra doğanların normalde o olay hakkında bir fikirleri yok; ama onlara verilen ödevler onları da birbirine bağlıyor. Ve o olayın ismi bir damga gibi onların kimliğine vuruluyor. Toplumda bir gerileme oldu mu bu olay tekrar alevleniyor. İşte eski olaylarla ilgili duygular alevlendiğinde bugünkü çatışmalardan kaynaklanan duygular da alevleniyor ve bunlar birbiriyle birleşiyor. Biz buna ‘zaman çökmesi’ diyoruz. Zaman çökmesini ayırmadan bu işi yapamayız.
Bir de hak edilme ideolojileri (entitlement) ortaya çıkıyor. Felaketlerden sonra bir ideoloji ortaya çıkıyor. İnsanlar diyor ki, gelecekte birgün benden alınan şeyi geri alacağım, bu benim hakkım. Mesela Yunanlılar’ın ideolojisi var ya, Megali İdea. Bu tür şeyle çok kötü sonuçlar doğurabilir. Bunun yanında bir de arınma, arındırma veya saflaştırma (purification) ortaya çıkar. Mesela yeni Türkiye doğduğunda bir saflaşma ve saflaştırma süreci ortaya çıktı. Fes yerine şapka kravat takmaya başladık; eski harfler yerine yeni harfler aldık vb. Bunlar arındırma süreciydi. Bana göre Türkiye’de şu anda yeni bir arındırma var ve bu yeni arındırma eski arındırmayı ortadan kaldırıyor. Bu doğru mu değil mi size soruyorum. Bu çok kötü bir şey. Bir de ırkçılık meselesi var ki bu parçalanma devam ettikçe ben ırkçılığın ortaya çıkmasından korkuyorum. O çıktı mı mahvoluruz. Sual bunu nasıl önleyeceğimizle ilgilidir.
En son olarak da liderlerin şahsiyetlerinden bahsetmek istiyorum. Bir ülkede gerileme oldu mu liderin şahsiyeti çok önem kazanır. Bakın Amerika’da 8 yıllık başkanlığı süresince tüm dünya sıkıntı çekti; paranoid ve narsisistik karışımı bir psikolojiyle bu oldu. Şimdi ise Amerika’da bir mucize oldu, bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini henüz bilmiyoruz. Eğer gerçekleşirse Türkiye’ye de yansıyacaktır, ona göre hazırlanmak lazım. Sevdiğimiz şekildeki demokrasi tekrar dünyaya gelebilir. Liderin şahsiyeti gerilime giren toplumdaki süreçleri ya alevlendirir ya da onarır…”
Bir fıçı zeytinyağı dökülmüş bizim bu zeytinyağlarını kimlerin dökdüğünü iyi öğrenmemiz gerekir. Ayrıca derhal sağa sola bakmadan sahadan bu zeytin yağını silmemiz gerekir ki kimsenin burnu kanamadan bu sahada güzel seviyeli basketbol oynansın ve seyredilsin..Sahaya zeytinyağı dökülmemesi konusunda uyanık olup gerekli tedbirleri tüm toplum olarak almalıyız.