Canım Türkiyem,
güzelim Türkiye!
Gerçekten hafife
alınmaması gereken bir ülke olan Türkiyem!
Dünyadaki
konumuyla, coğrafyasının fizikî özellikleriyle, insanı çok yönlü, çok
kabiliyetli, çok yetenekli oluşuyla; gerçekten dünyada parmakla gösterilen ve
gösterilmesi gereken emsalsiz ve benzersiz yegâne büyük, güzel ve dünyanın
gözbebeği denmeye seza ve lâyık bir ülke.
Evet, Türkiyem
taşıyla, toprağıyla bilhassa insanıyla mekânen dünyaya beşik, insanlığa rehber
ve yol gösterici olmuş, olabilmiş; tek dünya ülkesi ne kelime, dünya incisi,
pek değerli dünya halkasının elmas taşı hükmünde;
Hepimizin iftihar
ettiği, öğündüğü; gıpta edilen, örnek alınan, değerine paha biçilemeyen,
ikincisi olmayan lider ülke.
Evet, bu
topraklarda nice mânâ erleri yetişmiş, ilim ve fen sahasında nice üstün
kabiliyetli, zekî ve çalışkan insanlar zuhur etmiş. Bu vatan ve milleti dünyaya
sunmuş.
Böylece her biri,
Türk Milleti’nin iftihar vesilesi olmuş.
Hâlâ da bunlar
gibi, daha niceleri dünyaya; maddî ilim ve fen sahasında, mânevî mânâ ve gönül
alanında; kendilerini Türk Milleti adına insanlığa zevk, şevk ve içtenlikle
sunmuşlar ve sunmaya, hâlen devam etmektedirler.
Evet, Türk
Milleti; Arapça, Farsça ve Türkçe’den müteşekkil İslâm Medeniyeti’nin
sacayaklarından biri olarak tarihe damgasını vurmuş ve hâlâ da, vurmayı
sürdürmektedir.
Evet, Türk
Milleti; enerjik ve potansiyelli insanıyla, gönüllere hükmeden lisan ve
diliyle, insanlığa hizmet eden ilim adamlarıyla;
Velhasıl bu
cihanşümul değerleriyle insanlığı aydınlatmaya, insanlığa hizmet ve huzur
sunmaya devam etmektedir. Kıyamete kadar da, inşallah bu hususiyetlerini
yaşatacaktır.
x
Beni, bu övgü dolu
satırları yazmaya sevk eden, dünyaca meşhur ve ünlü bir ilim adamımız ve Türk
Milleti’nin yüzünü ağartan, aynı zamanda Edip, Şair, Güftekâr, Musikişinas,
Teolog, Filozof ve Hattat olan Prof. Dr. İsmail Hakkı AYDIN hocamız ve onun
telif etmiş / yazmış olduğu, özellikle “Beyin” hakkında kaleme aldığı, cihan
bâhâ eserleridir.
Bu zâtı
muhteremle ne kadar övünsek az!
Çünkü
sevincimiz asla satırlara sığmaz.
Nitekim tarih; Türk Milleti’nin İslâm Sancaktarı
olarak bin yıldır İslâmiyete yaptığı kutsal hizmetlerinin en büyük şahididir.
Üstelik, bu
hakikat ve gerçeğe; Kur’an-ı Kerîm’in mânen işaret etmesinden dolayı, büyük bir
bahtiyarlık içinde olmanın manevî hazzı içinde,
Türkler hakkında
bu eksik ve nâkıs satırları yazmak cesaretini kendimde bulabildim.
Çünkü bu aziz Türk
Milleti;
Yüce Kur’an’ın
Maide Suresi’nin 54. âyetinin, mânen sitayişle bahsettiği ve mânen “Benim
ordum.” diyerek, İlâhî takdîr ve
övgüsüne mazhar kıldığı milletlerden son büyük millettir.
Nitekim asrın
âlimi de bu hususu şöyle dile getirmektedir:
“İşte, ey ehli
Kur’an olan şu vatanın evlâtları!
Altı yüz sene
değil, belki Abbasîler zamanından beri, bin senedir Kur’an-ı Hakîm’in
bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyup Kur’an’ı ilân etmişsiniz.
Milliyetinizi
Kur’an’a ve İslâmiyete kale yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş
tehâcümatı (hücumları) def ettiniz. Ta:
‘Allah öyle bir
topluluk getirecektir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar
mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler ve Allah
yolunda cihad ederler.‘ (Maide sûresi: 54) âyetine güzel bir mâsadak oldunuz (âyeti doğruladınız, haklı
çıkardınız).”