Yazımızın birinci bölümünde Cüneyt Ülsever’in Hürriyet Gazetesinde yayınlanmış olan “Türkiye’ye Ne Oluyor?” başlıklı yazısında dile getirdiği tezi üzerinden düşünmeye başlamıştık. Ülsever’in, Cumhuriyet dönemi boyunca devlet aygıtı, ekonomik, sosyal ve siyasal hayattan uzaklaştırılan “muhafazakâr hayat tarzını benimseyen” kitlenin, bu gücü kullanmakta olan “laiklik hassasiyeti yüksek” “modern hayat tarzını benimseyen” elitlere karşı bir “paylaşım savaşı verdiği” tezini değerlendirmeye devam edelim.
- Ø Devlet, siyaset ve ekonomik hayatta “muhafazakâr hayat tarzını benimseyenlerin” daha etkili hale gelmesi demokrasi ve sermayenin tabana yayılmasının tabii bir sonucudur. Ancak gücün kullanılmaya başlamasıyla hayat tarzının muhafaza edilip edilemeyeceği ayrı bir konudur.
- Ø Muhafazakâr sermaye tabanında içki ve kapalı giyim konusunda hassasiyet oranı hâlâ yüksekse de, “modern hayat tarzına” özenen, “lüküs hayat” ve israfta modern hayatı yaşayan sosyeteyi aratmayan, “kuaföre ciple giden” muhafazakâr sosyete oluşmaya başladı.
- Ø “Ne zaman ki, paylaşım savaşı sona erer, taraflar aldıkları paya rıza gösterirler, işte o zaman optimum noktada ‘bir arada yaşamak’ için demokrasi aranır” tezi bu kesim için şimdiden gerçekleşmek yolunda. Bu yeni sosyetede ikinci, üçüncü nesilin mevcut şeklî hassasiyetlerden de uzaklaşıp, eski sosyete ile aynı mekânları, değerleri ve hayat tarzını paylaşmaya başlaması da sürpriz olmayacak. Başlangıçta aldığı reklamlara ve spikerlerin kıyafetlerine bile özen gösteren bazı muhafazakâr nitelikli medya gruplarının yaşadığı dramatik değişim düşündürücüdür. Bu durumu ise güç dengesinin oluşması ile değil, değerler erozyonu veya kültürel asimilasyonla açıklamak daha doğru olacaktır.
- Ø Demokrat Parti ve Adalet Partisi tabanı da aynı muhafazakâr hayat tarzını benimseyen kitle idi. Hatta eski MSP adayı olan Turgut Özal’ın ANAP’ ı da aynı kitleden beslenmişti.
Menderes’in, Demirel’in, Özal’ın hayat tarzı ne kadar muhafazakârdı?
İsmet İnönü, Erdal İnönü, Bülent Ecevit’in “modern hayat tarzını” benimsediğini kabul edersek, bu sağ liderlerin hayat tarzı nasıl muhafazakâr sayılabilir?
Yeterli sermaye gücüne kavuşamamış bir kitleye dayanınca değerler erozyonu veya kültürel asimilasyon mu söz konusu oluyor? Yoksa büyük sermaye gücü bizatihi yozlaşmanın sebebi mi olacak? Bir paylaşım savaşı değil de, değerler mücadelesi söz konusu ise dejenerasyon/ yozlaşma yakın zamanda gerçekleşmez. Bunu zaman gösterecek.
- Ø Demokrasi ve sermayenin tabana yaygınlaşması devam ettikçe, Muhafazakâr hayat tarzını, değerleri ve inançları sebebiyle benimsemiş ana kitlenin siyasi ve ekonomik gücü artacaktır.
- Ø Bu arada her iki hayat tarzını benimseyen kitleler arasında siyasi tercihlerde de, hayat tarzını seçmede de geçişler olacaktır.
- Ø Her iki kitleden de paylaşımdan pay alanlar olduğu gibi alamayanlar da olacağına göre karşılıklı rızanın oluşacağı bir denge hali hiçbir zaman oluşmayacak demektir. O halde kavganın durulması mutabakatların artması yani çoğunluğun ortak değerler üzerinde anlaşmaları ile mümkün olabilecektir.
- Ø AKP’nin yasama, yürütme ile YÖK gibi özerk kuruluşlarda kazandığı mevzilerden sonra, güç alanını sınırlandıran Yargı, TSK gibi kurumlarla giriştiği mücadele, gücünün kalıcı olmasını sağlamaya yöneliktir. “Kendi zenginini yaratma” yönünde uyguladığı politikaları ise zannederim AP, CHP, ANAP gibi partilerin uyguladığından nitelik olarak farksızdır. Ancak nicelik olarak yani yaratılan zengin ve aktarılan kaynak olarak çok daha ileri boyutta olduğu kanaatindeyim. Kendi zenginini yaratırken gözetilen hususun muhafazakâr hayat tarzının varlığı değil, “bizden” olması ölçütü olduğunu düşünüyorum.
- Ø Kavganın sebebi, ferdi menfaatlerin maksimize edilmesini öngören liberal bir bakış açısıyla açıklanınca, sadece güç paylaşımıyla izah edilmeye çalışılıyor. İç kavganın şekillenmesinde dış politikanın, “Kürt Açılımı” gibi kitleleri sarsan politikaların etkisini görmezden gelemeyiz. Önümüzdeki seçimlerde sırf “Kürt ve Ermeni açılımlarına” karşı olduğu için AKP’den diğer partilere kayacak kitlelerin paylaşımdan anladığı, ülkenin bölünmesine ve paylaştırılmasına isyandan ibarettir.
Ekonomik sıkıntılar içinde olan, işsiz kalan ve fakirleşen geniş muhafazakâr kitlelerin iktidar partisi AKP’den tamamen desteğini çekmeyişini de “paylaşım teorisi” açıklamamaktadır.