Türkiye ve Türkler (1)

99

     Millet aynı
doğuşta olanlarla, aynı oluşta olanların teşkil ettiği millî bir toplumdur.

     Aynı dil, aynı
din, aynı vatanda oluş keyfiyeti; milleti ve milletin bir olduğunu gösterir.

     Kaderin bir
cilvesi olarak, çeşitli mücbir / icbar edici sebepler sonucu Anadolu’ya
gelmişiz. 

     Burayı son sığınak
bilmiş. Değişik Anadolu insanlarına ilişmeyerek fakat yeni bir vatanda, yeni
bir milletin / Türk milletinin temelini atmışız.

     Türkler, İslâm
olmaları hasebiyle, Müslüman Türk olarak İslâmiyetin öncüsü, bayraktarı,
müdafii /  koruyucusu ve savunucusu
olmuştur.

     Yepyeni bir ruh,
yepyeni bir oluşum, yepyeni bir ideal ve hedef uğrunda; daha doğrusu insanlık
yolunda, insanlara her hususta önder olmasını bilmiş.

     Bu uğraşta
dilimizle, dinimizle bambaşka bir mahiyet kazanmışız.

     Müslüman Türk
olarak, İslâm dünyasında hak ettiğimiz yeri almışız.

     İslâmın serhaddi
olan Anadolu ve Trakya’da İslâm’ın kılıcı olarak; milyonlarca şehit vermiş,
milyonlarca gazi olarak, Batı karşısında asırlarca direnmişiz.

     İslâm âleminin
sulh ve sükûn içinde yaşamasını sağlamış; hem dilimiz, hem de dinimizle önder
olmamız sonunda, yepyeni bir İslâm medeniyetinin; yeni bir dili, yeni bir
mümessili / temsilcisi, keskin bir kılıcı olmasını bilmişiz.

     Büyük şair Yahya
Kemal’in kaleme aldığı “Yeniçeri’ye Gazel” , “Ezan-ı Muhammedî” gibi şiirlerle;
asırlar boyunca kılıcın kazandığı zaferlerin yanı sıra; kalemin kazandığı
destanların da doğmasına yol açmışız.

     İşte böyle bir
millete; içinde yer aldığı, kendisinin de bir parçası olduğu kimseler
tarafından, üstelik Türkçe konuştukları, İslâm dininden oldukları halde;
doğuşta olmasa bile, kendilerini oluşta Türk bilmedikleri, saymadıkları ve
böyle bir Türklüğü bir türlü benimsemedikleri için, Türk milletine karşı;
gizli, sinsi fakat çok yersiz bir kıskançlık duyuyorlar!

     Bu toprakları
vatan yapan Türklerin; öncü, rehber, idareci ve kumandan olmalarından ötürü;
ifade etmekte cesaret edemedikleri bir menfî anlayış, duyuş ve yersiz
düşüncelerle, bu millete karşı içten içe bir hazımsızlık duyuyor! Hiç yoktan
kendilerini harap edip duruyorlar!

     Bunu da, vatanın
Türk vatanı, milletin Türk milleti oluşunu hazmedemeyişleriyle dile
getiriyor!  “Türk” yerine “Türkiyeli” (!)
denilmesini, sureti haktan gelerek ileri sürüyorlar!

     Oysa bu bakışın;
yarın “Türkiye” kelimesine de karşı çıkacakları gerçeğini, güya görmezden
geliyorlar!

     Oysa bu
toprakların Türk vatanı oluş hattında, Türk milleti lokomotif olmuştur.
Lokomotif birçok vagonu çeker. Hiçbir vagon lokomotifin yerini alamaz.

     Halbuki Türkçe;
Türklerin ve Türkleşen / Müslüman olan / Türkleşmiş milletlerin ortak dilidir.

     Başka hiçbir
dilin; Anadolu’da bu birliği sağlama şansı olmamıştır.

     İşte bu tarihsel,
büyük bir gerçektir.

     Kaldı ki, bir harç
hükmünde olan “Türk” kelimesine karşı hazımsızlık;

     Allah göstermesin,
bu devletin temeline konulacak bir bombadan farksızdır.

    Unutmayalım ki,
İslâm, Din ve Medeniyeti’nin iki büyük milleti, üç büyük kültürü vardır.

     Selef olarak
Araplar, halef olarak Türkler.

     Diğer İslam milletleri, bu iki büyük
milletin saflarında lâyık oldukları yeri almışlardır.

     Bu iki milleti
çıkartırsak; geride İslâm Tarihi diye bir şey kalmaz.

     Kültür olarak ise,
İslâm Arap Kültürü, İslâm Fars Kültürü, İslâm Türk Kültürü.

     Fakat üç milletin bedenleri farklı da olsa,
ruhları birdir. O da İslâm’dır.

     Mânevî önderleri
ise, Hz. Muhammed Mustafa’dır.

     Unutmayalım ki, üç
farklı millet de olsak, ruhumuz birdir. Onun da kaynağı Kur’an’dır.

     Unutmayalım ki,
tüm İslâm milletlerinin; millet denen bedenleri farklı da olsa,

     Ruhları birdir. O
da Kur’anı Azîmüşşân / Şanı Büyük ve Yüce Kur’anı Kerîmdir. Onun tebliğ edicisi
olan Hz. Muhammed’in  akvali / sözleri,
ahvali / hâlleri ve ikrarları / kabulleridir vesselâm.

Önceki İçerikMühimmat Nefes Gibidir!
Sonraki İçerikAnadolu Demokratlığı-I
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.