Türkiye Liberallerinin Milli Birlik Endişesi

103

Mehmet Barlas, ATV’ de Sayın Başbakan Erdoğan’a ilginç bir soru sordu. Ak Parti’nin milliyetçi bir söylemde bulunduğunu, bu söylemin Ak Parti’yi MHP’lileştirdiğini söyledi. Barlas’ın bu sorusu, Başbakan’ın milli birlik ve kardeşlik politikalarına, liberal kesimlerin yönelttiği eleştirilerin bir muhassalası niteliğindedir. Bilindiği gibi kimi liberal yazarlar, öteden beri Ak Parti’yi milliyetçi ve muhafazakâr bir siyaset izlemekle suçlamaktalar.

Hatırlanacağı gibi daha önce de Sayın Başbakan Türkiye’nin milli birliğine vurgu yaptığında ve Ermeni soykırım ithamlarını, Türkiye vatandaşlarına hakaret kabul ettiğini söylediğinde, birçok köşe yazarı tarafından eleştirilmişti. Bu kesimler, Türkiye’nin Osmanlı coğrafyasıyla ilgilenmesini, eksen kayması olarak değerlendirmişlerdi. Alkol ve uyuşturucu maddelerden gençleri korumak için yasal tedbirlerin alınmak istenmesini muhafazakârlaşma tehlikesi olarak görmüşlerdi. Arap ülkesi halklarının Türk bayrağıyla gösteri yapmasını ve Türkiye’nin bunları teşvik etmesini de millileşme siyaseti izlemesi olarak tanımlamışlardı, eleştirmişlerdi.

Ak Parti’nin milliyetçi bir politika izlemekle itham edilmesi ve suçlanması, kendi içinde ciddi çelişkileri barındırmaktadır. Ak Parti’ye yöneltilen bu eleştirilerin anlamı ve amacı üstünde durmak gerekir. Milli birlik ve beraberlik siyaseti, bu eleştiriyi yapanlarca bir sorun olarak görülmektedir. Bu gruplara göre Ak Parti, liberal bir partidir, liberal bir partinin milli birlik ve kardeşlik politikası izlemesi doğru değildir. Milliyetçi yani milli birlik ve kardeşlik siyaseti izleme, MHP’lileşmek anlamına gelir. Türkiye’deki tek milliyetçi parti MHP’dir.

Önce birinci sorun üzerinde duralım. Milli birlik, beraberlik ve kardeşlik siyaseti, aslında ülkesini yöneten bir siyasi partinin anayasal, kültürel ve tarihsel görevidir. Siyasi Partiler Kanunu ve Anayasa bu konuda açıktır. Tarihte kendi ülkesinin milli birliğini, kardeşliğini ve bütünlüğünü esas almayan resmi bir iktidarın örneği de yoktur. Bundan dolayı, Ak Parti’nin Türkiye’nin milli birliğini ve bütünlüğünü savunmasında ve bu konuda özgün bir siyaset izlemesinde yadırganacak bir durum yoktur. Anlaşılan Ak Parti’yi bu manada suçlayan liberal kesimler, bir ülkenin resmi iktidarının esas görevinin ne olduğunu bilmeyecek kadar uçuk görüşler taşımaktadır.

Dünya’da bilinen aşırı liberal ve aşırı sol hareketlerin yönettikleri ülkelerin siyasetlerini bu duruma örnek gösterebiliriz. Aşırı liberalizme örnek ABD’nin demokrat yönetimleridir. Barack Obama’nın seçim zaferi konuşmasını, Ak Parti’ye liberalizm adına eleştiri yapanlara hatırlatmak isterim. Malum konuşmada, hatırlanacağı gibi Obama, ABD’nin kurucu başkanlarına, onların ilkelerine ve ABD’nin milli gücüne olan bağlılığını dile getirmişti.

Rusya’da komünistlerin ihtilaldan sonraki politikalarını da aşırı solun siyasetine örnek gösterebiliriz. Lenin, Stalin ve müteakip komünist liderler, Rus çarlığını yıktılar, ancak Rusya’nın tarihi gücünü, emperyal siyasetini ve milli birliğini korudular, zamanımıza kadar taşıdılar. Yani aşırı sol fikirlere ve siyasetlere mensup iktidarlar, yönettikleri ülkelerin milli birliğini, beraberliğini ve etki alanlarını muhafaza etmeyi her zaman temel görev bilmişlerdir.

Yukarıda belirtilen iki örnekte görüldüğü gibi, milli birlik siyaseti, ne liberaliz diyen iktidarların nede sosyalistiz diyen iktidarların ihmal ettiği ve terk ettiği bir siyasettir. Çünkü bütün ülkelerin iktidarlarının tabiatında yönettikleri toplumun milli birliğini, kardeşliğini ve başka ülkelere karşı haklarını savunmak temel esastır. Ak Parti’nin bölücü, terörist hareketlere karşı izlediği politika budur. Türkiye’nin tarihi etki alanlarına açılması ve bu manada etkili bir dış politika izlemesi, yani Balkan, Kafkas ve Arap ülkeleri toplumlarının beklentilerine yönelik bir çaba içinde olması tabii bir durumdur. Bu manadaki açılımlar eksen kayması değildir, Türkiye’nin tarihi sorumluluklarının bir gereğidir.

Milli birlik ve kardeşlik siyasetinin sadece bir partiye hasredilmiş olmasının sosyolojik bir temeli de yoktur. Milliyetçilik ile ırkçılık, ötekileştirmecilik ve ayrımcılık biri birine karıştırılmaktadır.  Milliyetçilik bir ülkenin siyasal sınırları içinde yer alan bütün fertlerin ve grupların ortak refahını, güvenliğini ve küresel çapta temsilini esas alan bir siyasi söylemdir. Ülke vatandaşları, farklı ana dillere, farklı dini inançlara, farklı etnik kökenler mensup olabilirler. Bu durum onları ortak bir siyasi düzenin yani devletin parçası olarak görmeye mani değildir.

Amerikan milleti söylemini bu duruma örnek gösterebiliriz. ABD’nin liberal demokrat başkanı Obama’nın en sık kullandığı deyimlerden birisi Amerikan milleti kavramıdır.  Bu ifadeyi kullanırken de milletin çıkarından, bütün dünyaya öncülük etmesinden, Amerikan milletinin düşmanlarından ve Amerika’nın tarihi sorumluluklarından bahsetmektedir. Hâlbuki Amerikan halkı birçok farklı, ırka, etnik gruba, dine ve inanca mensup insanlardan oluşmaktadır.  Çok farklı etnik gruba mensup olan Amerikan vatandaşları bir millet olarak kabul edilmektedir. Bu millete de Amerikan milleti denmektedir.

Yukarıda verilen örneklerden anlaşılacağı gibi, liberalizmin beşiği kabul edilen ABD, kendi milleti için milliyetçilik yapmaktadır.  Çünkü liberalizm bir millete yasal olarak mensup olan insanların kişisel ve grupsal haklarıyla alakalı bir kavramlaştırmadır. Bu haklar kimi zaman ekonomik, kimi zaman dini, kimi zaman kültürel ve kimi zaman etnik aidiyetlere ait haklar olabilir. Ancak bu hakların verilmesi ve kullanılması milleti ortadan kaldırmaz. Bu hakları vatandaşlara vermek milli birlik ve beraberliğin bir gereği de olabilir. Zaten millet kavramı özü itibarıyla birlik ve beraberliği bünyesinde taşımaktadır.