Türkiye Almanya Olacak

99

 

Başbakan her fırsatta dile getirdiği ‘üç çocuk’ talebini Ekim ayında gerçekleştirdiği Almanya gezisinde katıldığı bir açık oturumda; “Ben ülkemde şunu söylüyorum, ‘en az üç çocuk doğurun’ diyorum, aksi takdirde 2037’de Almanya’nın bu gün geldiği duruma geleceğiz” diye yineledi.
Sen misin bunu söyleyen! 50 yıldır Türkiye’de uygulanan nüfus planlaması ve propagandalarıyla kafası deforme edilen gafiller açtı ağzını, yumdu gözünü;
“Vay efendim, bu günkü Almanya’nın seviyesine gelmek ne demekmiş?
Almanya’da nüfusun yarısı, Türkiye’de üçte biri çalışıyormuş. Almanya’da 15-64 yaş çağ nüfusunun %74’ü, Türkiye’de %50’si çalışıyormuş.
Almanya’da çalışanların %12,75’i Ortaokul ve altı, %57’si Lise, %29,1’i üniversite eğitimliyken; Türkiye’deki çalışanların %61’i İlköğretim ve altı, %19,6’sı Lise ve dengi, %16,51’i üniversite eğitimliymiş.
Lise düzeyindeki gençlerin eğitim kalitesini ölçen OECD ve PISA araştırmalarına göre Türkiye eğitim kalitesi en kötü ülkeler arasında yer alıyormuş.
Türkiye hedefine üç çocuğu değil; eğitimi, istihdamı ve katma değeri yüksek üretimi koymazsa, 2037’de bu günkü Almanya’nın durumunu mumla ararmış…”
Doğru veriler kullanılarak hakikat işte böyle çarpıtılır. Nefsine düşkün bir şahsiyet, hazcı bir benlik, hep öyle kalacağını hiç yaşlanmayacağını sanıyor.
Yaşlanmak bütün canlı varlıklar gibi toplumların da kaçamayacağı gerçek. Ölen hücre sayısı yeni hücreden fazla olmaya başladığında yaşlanma başlar. İlahi nizam gereği ülkeler de yaşlanır. Bir ülkenin yaşlanması doğurganlık oranının %2,1’in altına düşmesiyle başlar.
Türkiye’nin doğurganlık hızı yani kadınların doğurması beklenen ortalama çocuk sayısı 1940-1950’lerde 6,9 idi, 2001 yılında 2,37 oldu. Sağlık Bakanlığının 12 bölgede 2012 yılında yaptığı araştırmaya göre bu oran 1,9’a kadar düşmüş durumda. 2040 ların tahminini bu günden yakaladık.
Bölgesel olarak baktığımızda en yüksek doğurganlık hızı üçü aşan tek bölge 3,42 ile Güneydoğu Anadolu. En düşük oran 1,55 ile Batı Marmara. TÜİK’in 12 bölgeye dayalı verilerindeki 7 bölgenin doğurganlık hızı 2’nin altında ve Manisa nüfusu en hızlı düşen iller arasında 18 sırada. Böyle devam ederse 2040 yılında nüfusumuz azalmaya başlayacak.
Doğurganlık oranının düşüşünün sosyolojik, ekonomik ve kültürel birçok sebebi var. Türkiye’de aile yapılarıyla birlikte aile anlayışı, insanların evlilik müessesesine bakışı değişti. Kadın ve erkeklerin birbirine ulaşabilirlikleri kolaylaştı. Kadınlara annelik, erkeklere babalık zor gelmeye başladı. Gençler sorumluluk almaktan kaçıyor, fedakârlık etmeyi ve katlanmayı bilmiyor, en önemlisi yetinmeyi bilmiyorlar. Boşanmalar artıyor. Kitle iletişim araçları toplumsal tepkilerde hükümetlerden daha etkili.
İş hayatı eğitimin işe uygun becerili insan yetiştirmediğinden yani istenilen evsafta kaynakçı, tornacı vs. bulamamaktan şikâyetçi. Aile kurumunun dili olsa da söylese;  istenilen kalitede baba ve anne adayı bulabiliyor mu? Türkiye’de işveren nitelikli işçi, aile kurumu nitelikli anne-baba ve devlet çocuk istiyor.
Türkiye’nin kalkınma hızının sürdürülebilirliği açısından çalışan nüfusa ihtiyaç var. Daha bu günden insan kaynaklarında istihdam yönüyle sıkıntı başladı. Senelerdir mesleki eğitim ve istihdam sorunlarına çözüm arayışında olan kurul ve komisyonlarda çalışıyorum.
Manisa’da 4 bin kişiye ihtiyaç duyan bir maden işletmesi yeterli elemanı bulamadığı için faaliyete geçemiyor.
Yaptığımız istihdam çalışmalarında işsizlik kadar ve hatta ondan daha önemli olarak iş beğenemezlik ve çok sık iş değiştirme bir problem olarak karşımıza çıkıyor.
‘Türkiye’nin Almanya gibi olması’,  önce nüfusunun yaşlanması bilahare ekonomisinin durağanlaşması ve daha sonra gerilemesidir. Bunun neticesi tarihten silinmeye kadar varır ve bu toprakların üstünde yaşayan bizim milletimiz olmaz.
Nitekim Batının aileyi koruyamaması, kadın erkek ilişkilerine çeki düzen veremeyişi Batıyı küresel ekonomik sistemdeki hâkimiyetinden etti, Asya’yı öne çıkarmaya başladı.
Bu nüfus meselesini halledemezsek Güneydoğu Asya ve Sahra altı Afrika’dan göçmen işçilere kucak açmak zorunda kalacağız. Nihayet Anadolu’dan silinip gideceğiz. Çünkü bir devletin hedefi olmalı ve Türkiye’nin sosyal, kültürel ve ekonomik alan olarak; Kafkasları, Ortadoğu’yu, Balkanlar’ı ve Afrika’yı seçmek zorunda. Bu hedef ancak insan kaynağıyla sağlanır.  Tek çocuk diye direterek; dayısız, amcasız, teyzesiz, halasız nesillerle ya da çocuksuz düzeyli birlikteliklerle Anadolu’da mesut, mutlu bir hayat özleyenler toptan yok olmaya mahkûmdur.
Bu konuyu daha önce, “Anadolu’da Türklerin Son Yüzyılı” başlığıyla gündeme taşıdığımda kimse dikkate almamıştı. Şimdi bizzat Başbakan’ın dile getirmesi büyük önem taşısa da söylemden öteye gitmedikçe bir mana ifade etmeyecek.
Söylemden öteye geçmek için ciddi bir kültür devrimine ihtiyaç var, ona uygun sosyal alt yapılar gerekir ama önce onu yapacak ilim ehlini ve bilgi birikimini bulmalıyız.
Doğurganlık hızının düşmesi Türkiye için bir sorundur ama bu sorun; benimsediğimiz, yücelttiğimiz Batı kültürünün yani sebebin sonucudur. Bu kültür Batının başına hangi belayı açmışsa bizim de o belaları yaşamamız kaçınılmaz bir sondur.