Prof. Dr. Nurullah ÇETİN beyin
“Milli Doğruluş Yeniden” isimli eserinden “Milletleşme sürecimizin
tahribi değil tahkimi” adlı yazısından bazı alıntıları sizlerle
paylaşmak istiyorum. Önce “Nurullah ÇETİN” beyden bahsetmek bu mümtaz bilim ve
edebiyat insanını tanıtmayı düşünüyorum:
“1964 tarihinde Kütahya’nın Simav ilçesine bağlı Kuşu
kasabasında doğdu. 1980-1981 öğretim yılında Ankara Üniversitesi, Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı
Anabilim Dalına kaydoldu. Lisans öğrenimini 1985te bitirdi. Yüksek lisansını
1988, doktora öğrenimini de
te tamamladı.
1997’de Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne Öğretim Üyesi olarak
atandı. 1998’den Londra Üniversitesine bağlı School of Oriental and African
Studies (SOAS)’de “Mustafa Kemâl ATATÜRK Fellowship” Programları
çerçevesinde Türk dili ve edebiyatı dersleri vermek üzere misafir öğretim üyesi
olarak görevlendirildi. Bu görevi 2000’de sona erdi. 2002’de aynı üniversitede
(Londra Üniversitesi) bir yıl süreyle tekrar görevlendirildi.
1999da “Doçent Doktor” unvanını aldı. 2005’te de
profesörlük kadrosuna yükseltildi. Hâlen Ankara Üniversitesi, Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim üyesi olarak
bu görevine devam etmektedir.
Bugüne kadar 23 adet yayınlanmış
eseri bulunmaktadır. Bu değerli vatan evladının satırlarını birlikte okuyalım.
Bugünlerdeki vatan hainlerine cevap, gafillere uyarıcı, dostlara gül destesi olsun.
Yazısına Nurullah Çetin bey, VATAN’ını, TÜRKÇE’sini,
DİN’ini aziz bilen insanların duygularına tercüman olarak başlar:
“Türkiye’nin ve Türk
milletinin bugün en önemli sorunlarından biri, Atatürk’ün ifadesiyle
“dahilî ve haricî bedhâhların” (Türkiye’nin kötülüğünü isteyen iç ve
dış düşmanlar) çabalarıyla yüzyıllara dayanan bir millet oluşumumuzun
aşındırılmaya ve çözülmeye çalışılmasıdır.
Bugün itibariyle Türkiye sınırları
içinde yaşayan insanlar, yüzyıllar boyu süren bir birliktelik süreci içinde milletleşmişler
ve “Türk milleti” dediğimiz yapıyı oluşturmuşlardır. Fakat “Türk
milleti” adını verdiğimiz bu organik sosyal toplaşmamızı yıkmak için
milletleşmenin temel harcı olan ortak dil ve din sürekli gevşetilmeye,
aşındırılmaya ve zaman içinde yok edilmeye çalışılmaktadır.
Kabaca dünya toplumlarının tarihî süreç içinde sosyal
anlamda toplaşma süreci ve toplumsal akışı, “kavim-millet-milletler
birliği (ümmet)” şeklindedir. İnsan toplaşmaları en eski zamanlarda daha
küçük bir birim olan kavim şeklindeydi. Zamanla kavimler ortak bir dilde
birleşerek “millet”i, milletler de ortak bir dinde birleşerek
“milletler birliği (ümmet)”i meydana getirdiler. Bu toplumsal akış
süreci, Doğu’da olduğu gibi Batıda da aşağı yukarı böyle gelişmiştir.
Bugün Batıda İngiltere, Almanya,
Fransa gibi adı olan devletler içindeki İngiliz, Alman, Fransız milletleri,
esas itibariyle Kelt, Angl, Sakson, Frank, Frandr, Germen, Latin, Viking,
Norman gibi değişik kavimlerin kaynaşıp özdeş bir yapıya bürünerek İngilizce,
Almanca, Fransızca gibi belirli ortak dillerde birleşerek bir üst toplumsal
birlik olan millet aşamasına geçmiş hâlleridir. Bu milletler, Hristiyanlık
dininde birleşerek Hristiyan ümmetini meydana getirdiler.”(s. 149)
“İnsanların bir biyolojik
bir de sosyolojik yapıları vardır. Biyolojik boyutları, kendi iradeleri
dışında, Allah tarafından yaratılan ve kendilerine verilen özellikleridir.
İnsanların bu biyolojik yapıları, Kur’an’da belirtilen “kavimler ve
kabileler” hâlinde yaratılmış olan boyutlarıdır. Sosyolojik boyutları ise
insanların kendi iradeleri, bilgileri, gayret ve çalışmaları ile elde edip
benimsedikleri toplumsal rol ve yapılarıdır. Bu da yine ayetin devamı olan
“birbirlerini tanımaları” ile ilgili kısmıdır.” (s.150)
“Görüldüğü gibi Allah, insanları
kavim ve kabileler hâlinde yaratır, sonra bunlar, birbirleriyle tanışıp
kaynaşabilmeleri için idarî ya da coğrafî anlamda bir araya gelip, aynı dili
kullanarak milletleri oluştururlar, bir üst aşamada da din ortak paydasında
birleşerek ümmet olurlar, ya da başka ortak paydalar bulup milletler topluluğu
hâlinde bir birlik ortaya çıkarırlar. Batıda da Doğuda da istisnaları olmakla
birlikte genellikle bu süreç böyledir. Toplumsal akışın ileriye dönük
doğrultusu da budur. Bunun aksi geriye gidiştir.
Bugünkü Türkiye toplumu, Türk
milletidir. Bu millet, Türklerin değişik boy ve aşiretlerinin zamanla kaynaşıp
katışarak ortak değer ve özelliklerle buluşmuş ve bir üst toplumsal yapı olan
millet özdeş yapısını ortaya koymuş hâlidir. Kabileden millet aşamasına
geçişimizi yüzyıllar önce tamamlamış; hatta milletler birliği aşamasına da yine
çok eskiden geçmiş ve uzun yıllar bu yapıyı korumuştuk. Kurduğumuz onlarca
devlet ve imparatorluklar bunun somut sonuçlarıdır. Ancak Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra Osmanlı milletler birliğimiz dağıtıldı, Millî Mücadele ile
tekrar geriye millet aşamasına döndük. Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz, bu
anlamda millet aşamasını ifade ediyor. Bir sonraki ileri hedefimiz de Türk ve
Müslüman milletler birliğidir.
Avrupa Birliği ve Amerika kaynaklı
politika üreticilerinin ve güç odaklarının Türkiye’nin millî yapısını
parçalamayı amaç edinen fikir ve planlarına bilerek veya bilmeyerek aldanan ve
onların güdümüne giren bir kısım Türkiyeli aydın, akademisyen, gazeteci ve
siyasetçi, söylem ve icraatlarıyla sürekli olarak Türkiye’de şu kadar etnik
unsurun varlığından söz ederek her etnik grubun ayrı kimliği, ayrı dili, ayrı
kültürü olduğunu vurgulayıp bunlara demokrasi, liberalizm, insan hakları,
kültürel haklar adı altında hak ve özgürlükler verilmesinden bahsedip duruyorlar.
Bunu entelektüel bir söylem
planında tutmayıp, yasal, anayasal bir çerçeveye de oturtmaya çalışıyorlar. Bir
kısım insanların kavim özellik ve kimliklerini sürekli hatırlatıp diriltmek,
bunları kurumsal planda yaşatıp yaygınlaştırmak isteyen bu anlayış, Türk millî
birliğini ilkel kabilelere ayrıştırmak ve toplumsallaşma sürecimizi geri
döndürmek amacına hizmetten başka işe yaramaz.
Hâlbuki Türk milletinin sorumluluk mevkiinde bulunanlar,
toplumsallaşma sürecini hızlandırıcı çalışmalarla alt ve küçük toplumsal
birimleri daha büyük ve üst toplumsal birime dönüştürmek hedefini gütmelidir.
Buna göre şu anki Türk millî birliğini parçalayıcı değil, daha da pekiştirici
yani etnik-kavmî farklılıkları derinleştirip ayrıştırmak yerine azaltıcı
çalışmalar içine girmeli ve bundan öte, ileri bir hedef olarak daha üst ve
büyük toplumsal birlik olarak Büyük Türk Birliği’ni gerçekleştirmeye dönük
projeler üretip uygulamalı, millî birliği tahkim ve takviye edici faaliyetler
ortaya koymalıdır.
Tek vatan, tek millet, tek
bayrak, tek devlet, tek dil” söylemini slogan düzeyinde bırakmamak, bunun
içini doldurup bilfiil hayata geçirici projeler üretip uygulamaya sokmak
gerekir. Zira milletine karşı sorumlu olanlar, milletini daima bütünleştirmeyi
ve birleştirmeyi amaçlar. Bu bağlamdaki millî birliği sağlamanın yolu,
ülkemizde Türkçeden başka dil ya da diller ihdas edip onu eğitim dili ve resmî
dil yapmak değildir. Böyle yapıldığı takdirde ortak anlaşma dilinin işlevsiz
kalmasına, birbirini anlamayan ayrı kavimlerin diriltilmesine, zamanla da ayrı
kabile-devletler hâline gelmesine yol açılmış olacaktır. Yani bir üst birlik
olan millet, daha alt birlik olan kabilelere ayrıştırılarak geriye gidilmiş
olacaktır. Haçlı-Siyon ittifakının Büyük Orta Doğu Projesi budur.” (s.151-153)
“Bu ülkede insanlar, kabile ve
kavim özelliklerini, yani kendi irade ve çabaları dışında tamamen Allah
tarafından verilen biyolojik özelliklerini öne çıkararak, onları dava edinerek
ayrışma ve çatışma içinde değil; ortak değerlerde buluşarak, kaynaşıp katışarak,
iradeyle tercih edilen tek bir millet yapısı içinde yaşayarak mutlu olabilir.
Atatürk’ün tek millet yapma, kavimleri milletleştirme davası buydu. Bugünkü
siyasetçilerin “tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek dil” söylemi
de buna paralel şekilde işlevsel hâle getirilmelidir.” (s.156)
“Şu hâlde sorumlu Türk
siyasetçisi, Türk vatandaşlarını, kavim ve kabile özelliklerine döndürücü ve
orada dondurucu bir söylem ve politika yerine; bunları birbirleriyle tanıştırıp
kaynaştırarak, bütünlüklü bir millet yapıcı çalışmalara yönelmeli ve “tek
millet, tek vatan, tek devlet, tek dil” ilkesine uygun olarak Türkçeyi
resmî dil ve eğitim dili olarak tek devlet dili hâlinde bırakmalı, daha da
yerleştirmeli, yaymalı ve milletin tek anlaşma dili hâlinde kökleştirmelidir.
Milletimizin sorumlu
siyasetçileri, Avrupa Birliği ve Amerika kaynaklı fesat odaklarının ve onların
yerli sözcülerinin laflarına kanarak tezgahlarına düşmemek ferasetini
göstermelidir. Zira kabilelerden milletlere, milletlerden de Avrupa Birliği,
Amerika Birleşik Devletleri gibi milletler birliğine geçmiş olan, bu anlamda
daha üst birliklere doğru ilerleme doğrusunda seyreden batılılar, bize dönük politikalarında
ve propagandalarında tam tersini yapıyorlar. Yoğun çalışmalarıyla bizim millet
hâlinde birliğimizi değil, kabileler hâlinde ayrışıp çatışmamızı istiyorlar.
Türk millet bütünlüğünü dağıtıp Türkiyeli kabileler karmaşasını üreterek haçlı
kinlerini tatmin zevki peşindeler. Biz
bugün yöneticisi ve yönetileniyle millet olarak, Batının bu oyununa gelip
gelmeme kararlılığını ortaya koyma kavşağındayız.” (s.156-157)
Her bir satırında ve her bir
paragrafında; akılcı, ilmi izahlarla, Türk aydın ve bilim adamı sorumluluğunun
gereğini icra eden Hocamıza teşekkür ediyorum. Bundan sonraki yazımızda
Nurullah beyin, “Tek millet davası, tek dile bağlıdır” makalesinden
alıntılar ile “Türkçe’deki Vatan” serimize devam edeceğiz.
Tanrı Türk Milletinin Yar ve Yardımcısı olsun. Milletimizi, varlığın
yaradılış gayesi Hz. Muhammed (O’na ve Ehl-i Beyt’ine selam olsun)
hatırına Kâinatlara hizmetkar olacak kıvama kavuştursun.
Kaynak:Nurullah Çetin.: Milli Doğruluş Yeniden. Öncü Kitap.
Ankara.2010.