Türkiye yerel seçimlere doğru giderken, gündeme CHP Ardahan milletvekili Öztürk Yılmaz’ın “Ezanın Türkçe okunması gerektiği” yönündeki açıklaması damga vurdu. Öztürk Yılmaz bu sözleri nedeniyle partisi tarafından disipline sevk edildi.
Türkçe ezan tartışması bu ülkede on yıllardır yapılıyor. Ve her tartışmada olduğu gibi ezan konusunda da konunun uzmanından (ehlinden) ziyade, konu hakkında yetkinliği olmayan kişiler görüş beyan ediyorlar.
“Ezan Türkçe mi okunmalı Arapça mı?” sorusuna cevap vermek beni aşar. Bu soruya işin ehli olan din adamları cevap versin. Ama illa bir görüş beyan etmem gerekiyorsa, şahsen ben düz bir vatandaş olarak her şeyin orijinalinin güzel olduğunu düşünenlerdenim. Dolayısıyla da ezanın aslına uygun olarak Arapça okunması taraftarıyım.
Türkiye garip bir ülke. Bu ülkede din adamları iktidar partisinin sözcülüğünü yapmaktan, insanlara Allah’ın kurallarını ve Hz. Peygamber’in güzel ahlakını anlatmaya fırsat bulamıyorlar. Aynı şekilde siyasetçiler de insanların binlerce gerçek problemine çözüm üretmek yerine, din sahasında ahkâm kesmeyi tercih ediyorlar. Siyasal İslamcısı da aynı seküleri de…
Türk siyasetinin dini alana müdahale etme arzusu laikliğin yanlış yorumlanmasıyla alakalı aslında. Yargıtay Onursal Başkanı Prof.Dr. Sami Selçuk bir makalesinde “laiklik” ve “laisizm” olarak iki ayrı kavramdan bahseder ve ikisi arasındaki farkı şu şekilde izah eder; ‘…laiklik ile laisizm ayrı ayrı kavramlardır ve ayrı kurumsallaşma ve uygulamalara yol açmışlardır. Laisizm, “rejime göre din” ister ve dini belirler, güdümler. O yüzden çatışmalara gebedir. Oysa laiklik “dine göre rejimi” ve “rejime göre dini” reddeder. Bu nedenle Akoun’un da belirttiği gibi, belki de, “laiklik kavramını, bugün hâlâ kullanılabilir kılabilecek biricik şey, laiklik ile laisizm arasındaki ayrımdır”.’ (SELÇUK, Sami, Laiklik ve Laisizm Kıskacında Türkiye)
Sami Selçuk özetle şunu söylemek istemektedir, laiklik (sekülerizm) dine karşı nötrdür. Laik anlayışta din devlete müdahale etmediği gibi devlet de dine müdahale etmez. Laisizm ise dine doğrudan müdahaleler yapar. Laisizm anlayışında devletin dine bir müdahalesi söz konusudur. Devlet bu müdahaleyi bazen dini eylem ve/veya söylemi yasaklayarak, bazen de dini şekillendirmeye çalışarak gerçekleştirir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ezanın ve bir dönem ibadetin Türkçeleştirilmesi ve bu yazının boyutunu aşan bir takım başka uygulamalar işte bu laisist anlayışın yansımasıdır. Dolayısıyla, Sami Selçuk’un yazısında da ifade ettiği gibi Türkiye’de en baştan beri uygulanan sistem laiklik (sekülerizm) değil, laisizmdir.
Bu durum sadece Cumhuriyetin ilk yıllarına has bir uygulama da değil ayrıca. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yaptıkları da laisist uygulamadan başka bir şey değildir. İktidar partisi bugün İslam dinini sadece kendi iktidarının devamı için kullanmanın ötesinde, partiyi ve liderini kutsallaştırmak için dinin bizzat kendisine müdahalede bulunuyor. Ak Parti mensuplarının Tayyip Erdoğan’ı kutsallaştırmak için sarf ettikleri sözleri ve gayreti hatırlarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Bu nedenle Ak Parti politikaları laisizmin güncel yansımasından başka bir şey değildir.
Din siyasetin dışında kalması gereken bir kurum. Siyasetin öyle dışında kalmalı ki, ne din siyasete müdahale etmeli ne de siyaset dine…
Siyasetçiler asli görevleri olan toplumun sorunlarına çözüm üretme üzerinde yoğunlaşmalı. Siyasetçilerin görevi, insanların inançlarını özgürce yaşamalarını sağlamaktır. İnançlarını ne şekilde yerine getirecekleri konusunda söz söylemek değil… Siyasetçinin dini alanda ahkâm kesmeye hakkı da yoktur, haddi de