Türk Romanında Zorunlu Göç Olgusunda “İşbirlikçilik Ve İhanet”

115

Yunan mitolojisinde iş birliği ve ihanet ile ilgili tarajedilere
de konu olan çok sayıda vakaya rastlayabiliriz. Bunlardan en bilinen ve
psikolojinin de kavramları arasına girmiş olan

Medeia kompleksi bunlardan biridir. Pek çok efsane ve
trajediye konu olan mitolojik bir kişilik olan Medeia, Kolkhis Kralı Aetes ile
Idyia’nın kızıdır. Thessalia’nın İolkos şehrinin zorba tabiatlı Kral Pelias’ın
sorularını bilen İosan’la evlenmiştir. Bu soruları bilmesinde İosan’a

Medeia yardımcı olmuştur. Kral Pelias sözünü tutmaz. Medeia
Perilas’ın kızları ile arkadaş olur. Onlara ihtiyarları gençleştiğini söyler.
İhtiyar bir koyunu alıp parçaladıktan sonra onları bir araya getirir. Bunu
krala söyleyen kızlara inanan babalarını Medeia parçalar ve öldürür.

Perilas İosan’a ihanetinin bedelini öder. İosan on sene krallık
yapar sonra Perilas’ın oğlu tarafından tahttan uzaklaştırılır. İosan’la Medeia
Korinthos’a giderler. Fakat İason tarafından Medeia Korinthos Kralı Creon’un
kızı için terk edilir. Medeia eski kocasının sevgilisine zehirli bir gömlek
göndermiştir. İason’un yeni sevgilisinin ölmesi ile de yetinmeyen Medeia, kendi
oğullarını da öldürerek, babalarından intikam almak isterler. Emet Güler ve
Canan Muter’e göre:

Medeia mitinin iki farklı yorumu söz konusudur. İlkinde
Medeia, çocuklarını korumak isteyen altruistik bir anne olarak sunulmaktadır.
Bu kapsamda çocuklarını öldürmesi, aslında bir intihardır. Mite ilişkin bir
diğer yorum ise, Medeia’nın intikamdan başka bir şey düsünmeyen zalim doğasını
konu almaktadır. Dolayısıyla

Medeia, çocuklarını koruma içgüdüsüyle hareket eden ve
nedenli büyük bir suç işlerse işlesin aslında masum olan bir kader kurbanı ya
da intikam için çocuklarını kullanan ilkel bir ruh olarak nitelenebilmektedir
(Güler ve Muter, 2007: 552)

Medeia mitolojisinde Kral Pelias sözünü tutmayarak, İosan’a,
İosan’da kendisine yardımcı olan eşi Medeia’yı Korinthos Kralı Creon’un kızı
için terk etmesiyle İosan eski eşine ihanet etmiştir. Medeia’nın ihanet ve
intikamı ne kadar acımasız da olsa, daha önce yaşamış olduğu ihanetlerin
karşılığı olarak görülür. Mitolojide ahlâk yasaları henüz netleşmemiştir.

Medeia mitinde görüldüğü gibi ihanet karşılıklı ve iç içe
geçmiştir. Felsefe tarihinde ise Kant’ın ahlâk yasasında “öyle davran- ki, bu
evrensel bir düstur olsun” anlayışı bilinmektedir. Lucien Goldmann “Kant Felsefesine
Giriş”te bu ifadeyi şu şekilde özetler: “Elbette Kant gerçekte bu evrensel
gerçekleşmenin yalnızca tek bir eyleme bağlı olmadığını bilir. Zaten trajik
olan da budur. Ama birey için, eylemde bulunan insan için bunun ikincil bir
önemi vardır. En küçük bir umut ışığı gördüğü zaman, sakınık davranmaya hakkı
yoktur. Bütünselliğe uzanan her şey, şartlanmamışa uzanan her şey onun için
özerklik, yani zihin ve ustur. Hayatın anlamı ve gerçekleşmesidir. Bunun
dışında en küçük bir uzlaşma bile hürriyetsizlik ve ussuzluktur. Kendi geleceğine
ihanettir” (Goldmann, 1983: 179).

Medeia mitolojisinde Kant’ın şartsız buyruk olarak tanımladığı
evrensel ahlâk yasası görünmez. Çünkü şans ve tesadüf mitolojilerde önemli rol oynar.
Lean-Pierre Clero “Lacan Sözlüğü”nde “şans kavramı paradoksal olarak ona en karşıt
görünen zorunluluk ve yazgı kavramlarına bağlar”.

“Bu çelişen kavramlar Yunan trajedisinde birbirlerine
yaklaştıkları, yeniden kavuştukları ve neredeyse birbirlerine karıştıkları
ölçüde Freudcu psikanalizin, tipik olaysal düğümleri ifade etmek için özel
olarak Yunan trajedisinden yararlandığını ve var oluşun trajik anlamı
meselesinde Lacancı psikanalizin Antigone’un alameti altında arzu etiğini
oluşturmaya kadar gittiği anlaşılmaktadır. Arzu etiği, arzu etiğinin nasıl
amansız bir gereklilik haline geldiğini hemen görmediğimiz için, yasa etiğine
karşıt gibi görünür.” (Clero, 2011: 138)

Burada Kant’ın görev etiği ve ahlâk yasasını görmek imkânsızdır.
Üstelik görev etiği arzunun etiğine aktarılabilir. Burada arzu etiği kişinin
yapmış olduğu ihanetlerden dolayı herhangi bir vicdan azabı da oluşturmadığı
gibi, kişi kendini suçlu hissetmemektedir. Freud psikanalizinde totem ilkel
kabilelerde ata kabul edilen muhtemel bir hayvandır. Aynı toteme bağlı olan
klanlar birbiriyle evlenmezler, dış evlilik vardır. İç evlilik olduğu takdirde,
cezalandırılır ve kişinin bu davranış klana ihanet sayılır. Belirli bir totem
anlayışı içinde ilkel hayat süren veya günümüz toplumlarında dışsal birtakım
etkiler vardır. Arzu etiğinin oluşmasında bu tip etkenler engel teşkil ederler.
Klan üyesi istediği bir davranışı kılanın hilâfına yapamaz. Aynı şekilde
tarihte ve günümüz toplumlarında değer yargıları insanların çoğunluğu
tarafından kabul edilen bir özelliğe sahiptir.

Tarihî ve sosyolojik kimliği ile işbirlikçilik ve ihanet kavramlarına
açıklık getirmeden önce toplumlardaki öteki algısını aydınlatmak gerekir. Öteki,
genelde düşman kimliği ile karşımıza çıkar. Düşmanla iş birliği yapmak ise, ait
olduğu topluma ihaneti sergiler. Vatan hainliği, gizlice öteki ile birlikte
hareket edenlere yapılan bir tanımlamadır. En tehlikeli olan öteki değil, öteki
ile iş birliği içinde olan ve gizlenendir. Kısacası işbirlikçi ihaneti
bilinmeyen iç düşmanlardır. Özellikle ulusal kimliklerin oluşmasında ötekiler
belirgin bir hale gelir.

Bununla beraber işbirlikçiliğin oluşturulmasında düşmanların
başvurduğu en kolay yol: nifak/ tefrika/ ikilik tohumları ekmektir. Yahut
istihbarat teşkilatlarının maddî veya manevî vaatlerle kişileri kendi
taraflarına kazanmalarıdır.

Cengiz Dağcı’nın “Onlar da İnsandı” adlı eserinde Bekir’in
evine aldığı iki Rus’un ona ihanet etmesi anlatılır. Türk köylülere zarar
verir. Başlangıçta yoksul, aç ve sefil bir halde köye gelen baba, oğul
iyiliklere ihanetlerle karşılık verirler. İvan, Bekir kasabaya indiği bir gün
kızı Ayşe’ye sarkıntılık eder. Bekir düşüncelerinde kendi kendini suçlar:
“Kabahat sende Bekir,, sende! İvan’ı evine aldın, bu köye İvan’ı sen belâ
ettin, milletin başına sen musallat ettin, Tanrı seni affetmeyecek (Dağcı,
1991: 234) der. Fakat iş işten çoktan geçmiştir. Köyde hırsızlık olayları
artar. Ruslar kolhoz çalışmaları için köye gelmeye başlamıştır. İvan, Ayşe’nin
kocası Remzi’nin ölümüne neden olur. Bekir’in çok sevdiği Macik isimli ineği
doğumu yaklaşırken Ruslar tarafından çalınır ve kesilir. Bekir ruhsal bir
çöküntü içinde tarlasına doğru yürür. Bu sırada Ruslar Kuşkaya tepesini tarlaya
doğru yıkacaklardır. Bekir şuurunu kaybetmiş bir şekilde tarlaya yürür ve
kayalar altında kalarak ölür. Jung, “İnsan ve Sembolleri” eserinde Afrikalı Zulularda
inek boynuzunun tedavide kullanıldığını yazar. Eski Mısırlılarda tanrıça Hator memelerinden
süt akan bereketin sembolüdür (Jung, 2009: 82, 237). Hinduzimde inek kutsaldır,
kesilmemelidir. Bekir için Macik’in kesilmesi kutsal ineğin kesilmesi şeklinde
düşünülmelidir.

Mehmet Ateş “Mitolojiler ve Semboller” kitabında “Köklü bir
kült olan inek kültü, Çatalhöyük’te de yaygındır. İnek başı boynuzları da dâhil
görüntü itibariyle kadın rahmini sembolize” (Ateş, 2014:122) ettiğini belirtir.
Macik’in kesilmesi Kızıltaşlıların soyunu kurutmak anlamına gelir. Bekir’in
tarlada kayalar altında kalarak ölmesi ise, verimli tarlasını yani toprak anayı
kaybetmek ve parçalanmış kaya motifinin Uygurlarda göçe neden olduğu hatırlanırsa,
Kırım Türklerinin de göç çığlıklarının başlayacağının habercisi olacağıdır.
İvan’ın ihaneti şeklinde başlayan felaketler sebebi, acaba Bekir’in ihaneti
midir? Çünkü Bekir iyi niyetine rağmen, bilmeyerek de olsa mahremiyete namahrem
kişileri almış ve köydeki çözülmenin başlamasına sebep olmuştur. Cengiz
Dağcı’nın İvan ismini seçmesi de tesadüf değildir. Ruslar Altınordu devletinin
devlet teşkilâtlanmasını öğrenmişlerdir. Üstelik Timur’un Altınordu’yu
yıkmasıyla, Ruslar gelişmiş ve büyümüşlerdir. Daha sonra Korkunç İvan Türklerin
esaretini hızlandırmıştır. O halde ihanet tek taraflı değil, iki taraflı bir
psikanalitik sorundur. Freud’a göre “Günlük Hayatın Psikopatolojisi”nde
belirttiği gibi ihanetin bir itirafı ve karşılığı vardır. Bu bilinçdışında
kişinin benliğinde bulunur.

Altınordu’nun Rusların gelişmesine sağladığı tarihsel miras
ve Timur Han’ın Rusların Türkler için tehdit oluşturan zemini hazırlayan
yıkılış sürecini bireysel ve toplumsal bilinçaltında taşıyan Bekir iki Rus’u
evine alarak başlattığı şahsî ve millî ihanetinin karşılığını ölmeyi isteyerek
ödemek istemiştir.

Cengiz Dağcı Onlar da İnsandı’nın devamını anlatan O
Topraklar Bizimdi eserinde roman kahramanı Selim Çilingir Kominist Parti
üyesidir. Ruslarca diğer Türklere göre biraz daha güvenilir olduğundan, köyü
Çukurca’ya kolhoz için gönderilir. Kolhozdan ineğini saklayan hemşehirisi
Veli’ye ineğini kolhoza teslim etmesini söyler. Selim bunu kabul etmez ve
ineğini keser. Nehir roman olan iki eserden ilki olan Onlar da İnsandı
romanındakinden farklı olarak inek kesme burada sahibi tarafından yapılmaktadır.
Sahibi tarafından kesme ile kesilme arasında psikolojik olarak fark varmıdır?
Freud’un analitik yöntemi ile bakarsak, eski Mısırlıların inek boynuzlu İsis’i
incitmek istemedikleri için yemedikleri ve kurban etmemeleri ineklere karşı
duydukları korku” (Freud, 2012: 44) sebebiyledir. Burada Veli iki ineğini kendi
keserek, bireysel korkusunu yenmiş ve egemenliği temsil eden yönetime karşı
kutsalı çiğnese de, öz benliğini gerçekleştirmiştir. Bu arada bilmeden uterusu
sembolize eden üretkenliği de öldürmüş olur.

O Topraklar Bizimdi’de Selim, Kızıltaş’tan Bekir’in kızı
Ayşenin yetim oğlu Alim’le Çukurca’ya gelmiştir. Bu arada Selim’e yardım için
kolhoza Natalya isminde bir Rus kızı gönderilmiştir. Selim, Natalya’ya yakınlık
duymaktadır. Selim ve Natalya birlikte yaşamaya başlar. Bu arada ikisi Alim’i
büyütmeye çalışır. Alim Natalya’yı sever, Selim’in öfkeli olduğu günlerde ona
koruyacağını söyler. Fakat II. Dünya Savaşında Selim Rus ordusunda Almanlara karşı
savaşırken Natalya onu bir Alman komutanı olan Herhaupt Schreiber’le ile
aldatır ve ihanet eder. Natalya esasında Selim’i hâlâ sevmekte, fakat onun
hayatından umudunu kesmiştir ve çaresizdir (Dağcı, 2005: 357). Selim ise
savaşta sevdikleri için kolunu kaybetmiş ve Natalya’nın ihanetine hınç duymaktadır.
Çukurca’ya döndüğü akşam, “Natalya başını göğsünden kaldırdı ve bakışları
Selim’in gözlerindeki bakışlarla buluştuğu anda, boğuk hıçkırıklarla atıldı,
Selim’in ayaklarına sarıldı:

-Bağışla, Selim! Bağışla! Bağışla!.. Bağışla!

Sonra elleri, şakakları müthiş bir titreme içinde, gözlerini
Selim’in yüzüne kaldırdı. Fakat Selim’in yüzünde kendisi için yabancı, daha
önce hiç görmediği korkunç gölgeler vardı. Birden her şey karardı; bütün hayat
hem Selim’in hem de Natalya’nın gözlerinde bir zindan, bir kâbus oluverdi.

Natalya Selim’in çizmeleri altında, Natalya yerlerde yaralı
bir hayvan gibi sürünüyordu.

Natalya’nın bütün güzelliğine, bütün kadınlığına ve kadınlık
ruhuna tekmeler attıkça, Selim’in:

-Haiiin! Haiiin! Feryatları odanın duvarları arasında
boğuluyordu.” (Dağcı, 2005: 383)

İntikam için Rus çetelere katılan Selim, Herhaupt Schreiber’i
yakalar ve çetecilere teslim eder (Dağcı, 2005: 490). Natalya savaş sonrasında
Alim’i yetiştirmeye devam eder.

Fakat Ruslar Çukurca’daki Türkleri Akmescit’e sürerler. Alim
Natalya’nın yanında saklansa  da kaçar ve
Selim’i bulur. Selim Ruslar’ın yolarda öldürdüğü köylülerini görür. Çukurca’da
hiç kimse kalmamıştır. Bununla beraber o topraklarına dönecektir ve Âlimle el
ele çukurcaya doğru yürür. Selim ölüm mü hayat mı? (Dağcı,2005: 510) diyerek kendisine
sorar. Artık onun için ikisi de değişmemektedir. Fakat Selim’e göre Türk’ün
Türkü öldürmesi ihanettir. Kendisinin Bolşevik saflarında savaşması anlamlandıramadığı
sosyolojik bir çelişkidir. Kim için, kime karşı savaşmaktadır. Ruslar’da
Almanlar’da acımasız ve ikisi de Kırım Türklerine zulüm etmiştir. Roman
kahramanı Selim’in kendisine ihanet eden Natalya’ya bir şey yapmaması onu çaresiz
görmesidir. Natalya ihanet etse bile hayat boyu Selim’i sevmiştir. Fakat toplumun
tarihî ihanetlerinin bedeli ağır olmuş ve bunun bedelini gelecek kuşaklar
ödemiştir. O Topraklar Bizimdi’de Kırım coğrafyası, Türklere aitken şimdi
Rusların olmaya başlamıştır.

Badem Dadına Asılı Bebekler’de Kazan’lı Kazansky’nin ölüsü
sokakta bulunur. Bağnaz Molla İrecep kendi su-i zanıyla onun Müslüman olmadığını
düşünmekte ve Müslüman mezarlığına gömülmesine engel olmaktadır. Kazansky
meçhul bir yere gömülür. Roman kahramanı Halûk’un amcası bunu duyduğunda
Haluk’un babası ile tartışır. Molla İrecep gibi insanlara niye engel olmadığını
sorar.

Cengiz Dağcı Kazansky’nin şahsında Kazan Türklerini
sembolize etmeye çalışır. Altın Orda Devleti’nin yıkılmasından sonra önce Kazan
Ruslar’ın eline geçmiş, aradan 200 yıl sonra Kırım Ruslar tarafından işgal
edilmiştir. Cengiz Dağcı Karadeniz’in Kuzey bozkırlarındaki Türk tarihini
eserlerinde okuyucuyla paylaşır. Bunlardan Korkunç Yıllar isimli eserinde Sadık
Turan çocukluğunda Bahçesaray’a gitmiştir. Bahçesaray’da Hanların sarayı
boştur. Bahçede sarıklı taşların altında yatan Han Girayların mezarları
bulunmaktadır.

Yarı uykulu hayalinde üç ihtiyar dede görür. Onlardan biri
Azamat oğlu Arslan’ın destanını anlatmaktadır. Sonra Sadık Turan’a döner onu
Bahçesaray’ın gizemli yerlerine doğru götürür ve gezdirir Ona bir uçurum
gösterir “kemikler kafatasları ve aralarında zehirli yılanlar” vardır. O sırada
Sadık Turan dedeye gelen atlıları gösterir. Dede:

“Ruslar Kazana saldırdı. Kazan Hanı Bike haber gönderdi.
Yardım istiyorlar. Evlerden köylerden ovalardan, ormanlardan asker safları
çıkıyor, saraydan ayrılan Ulu Han’ın peşinden denize akan ırmaklar gibi
gidiyorlardı. Her ağızdan her göğüsten “İntikam! İntikam!” naraları kopup yeri
göğü inletti hep birden kuzeye doğru yola çıktılar. Geri dönecekler mi dedi
diye tekrar sordum. Sakalı

kadar ak kirpikler ile gözlerini kapayarak: “Gelmediler dedi
ve kirpikleri arasında toplanan gözyaşları yanaklarından aşağı aktı. Rus
askerlerinin demir nalçalı çizme sesleri Sadık Turan’ı uyandırmıştır” (Dağcı,
1975: 39- 40).

Korkunç Yıllar’da görüldüğü gibi Kırım Hanlığının Kazan
Hanlığına yardımı yetersiz kalmıştır.

Viran Dağlar’da roman kahramanı Zülfikar Bey ile babası Rıza
Bey eşlerini aldatırlar.

Fakat onların ihanetlerine annesi de eşi Emine’de ses
çıkarmaz. Zülfikar Bey babasının annesini aldattığını ilk defa çocukken
öğrenmiş ve babasından uzaklaşmıştır. Bu durum onun annesine yaklaşmasına neden
olmuştur. Buna rağmen kendisinin de babası gibi eşini aldatması çelişkili bir
davranıştır. Türk toplumunda bunun o dönemlerde normal karşılanması hadisenin
patolojik yönünü aydınlatmaz. Burada benlik çatışmasının çözümlenmesi gerekir.
Türkçe’de ‘özsaygı’ ve ‘kendilik saygısı’ olarak da ifade edilen benlik
saygısı; insanın kendisine karşı geliştirdiği olumlu yahut olumsuz bakış sonucu
ortaya çıkar. Erkeklerdeki sahip olma güdüsünün kadınlardaki olmak duygusuna
üstün geldiği her ilişkide bu durum ortaya çıkacaktır.

Bunun suistimal edilmesi halinde oranı değişmekle birlikte,
bireyde narsistik ve mazoistik kişilik bozukluğu ortaya çıkar. Tek yönlü bir
fedakârlığın sürekli ahlâkî bir değer yargısı olarak öğretildiği toplumda
Zülfikâr Bey ve babasının eşlerini aldatmaları normal karşılanmaktadır. Hâlbuki
fedakârlık yargı değil, ilkedir. Aksi halde bu bireyi sadist narsist kişilik
karşısında korunmasız bırakacaktır. Korunmasız birey ise, kendine mazoist bir
role biçecektir. Mazoistliğinin farkında olmadığı için süperego herhangi bir
rahatsızlık duymayacaktır. Aynı şekilde eşini aldatan erkekte narsistik kendine
hak tanıyan sadistik nevrotik özelliğini üstünlük güdüsü yahut kuruntusu olarak
sürdürecektir. Tutsak romanında Ceren’in kocası Orhan onu evlerine gelen Fatma
ismindeki kadınla aldatır. Kocası Orhan’ın

Ceren’e ihaneti Fatma ile sınırlı değildir. Hayatı başka
kadınlarla bohemce devam etmekte ve evliliğine ihanetini sürdürmektedir. Ceren
bunun farkındadır, fakat ses çıkarmamaktadır.

Orhan’ın ihaneti Ceren ile arasındaki sado-mazoistik ilişkinin
sosyal bir davranış kalıbına dökülmesinden ibarettir. Aile içi ihanet ile
vatana yapılan ihanet aynı başlık altında değerlendirilebilir. Eşe ihanet etik
ve estetik açıdan aile kutsallığını zedelemektedir.

Bertrand Russell’in “Evlilik ve Ahlâk” eserinde ifade ettiği
gibi “Evlilik iki kişinin birbirinden zevk almalarından daha ciddi bir şeydir;
öyle bir kuruluştur ki bu, çocuk meydana getirme olgusu toplumun dokusunun bir
parçasıdır ve karı kocanın kişisel duygularından öte giden bir önem taşır”
(Russell, 1971: 68). Aile içi ihanet çocuklara ve gelecek nesillere yapılan bir
ihanettir. Vatan insanlarla, kısaca nesillerle vatan olur.

Vatan coğrafyayla anlam kazandığı kadar nesillerle somutlaşır.
Toplumların asırlardır erkek ve kadına bakışı ve ihanet kavramı evrensel etik açısından
ölçülü ve hakkaniyetli değildir. Türk milleti toprağa, toprak ana der. Ana
dediğimiz toprağa ihanet edilmemelidir. Fakat bazı erkeklerin, çocuklarının anası
olan eşlerini aldatması ona ihanet etmesi ise normal görülmektedir. Kiekegard
insanın algı aşamalarını “1. Estetik aşama, 2. Etik aşama, 3. Dinî aşama”
olarak üçe ayırır. Bunlardan en üst olanı dinî aşamadır.

Kiekekard “estetik olarak yaşayan kişi, özgürlükle değil,
ihtiyaçla gelişir” der. Ona göre bir kimsenin etikle temas kurmaksızın yaşaması
“içimde bir Don Juan, bir Faust var…. İçime ekilen tohumların tamamen
gelişmesine izin vereceğim” demektir” ifadesiyle özetler (Kikekard, 2013: 68-
69). Romanlardaki kahramanlardan bazılarının bu aşamalardan estetik aşamaya
girdiği görülür.

Vatanına bağlı Viran Dağlar romanının kahramanı Zülfikar
Bey, bir erkek kahraman olarak eşine ihanet edebilmektedir. Kendisinin bireysel
olarak Balkanlardaki Türk vatanını sevmesi vatanperverlik için yetmemektedir.
Bu bireylerin ve Türk Toplumunun psiko- sosyolojisindeki çelişkiyi gösterir.
Vatana bağlılık, diğer tarafta aile içi ihanet çelişkisini mazur
göstermemelidir.

Aile devletin ve vatanın temelidir. Aile dışardan sağlam
gibi gözükse de, devletin ve vatanın temelleri sarsılacaktır.

Viran Dağlar romanının kahramanı Zülfikar Bey Balkan
Savaşında gönüllü olarak cepheye gitmiştir.

Osmanlı Devleti’nin yenilmesi üzerine çete kurarak dağa
çıkar. Fakat ihanete uğramış, İsmail isminde bir yakını onu Balkanlardaki
Fransız kuvvetlerine ihbar etmiştir (Cumali 2012: 465 ). İsmail, Zülfikar
Bey’in başına konan yetmiş altın için onu misafir ettiği sırada kendi evlerinde
öldürür. Böylece İsmail hem yakınına, hem de Türk vatanına ihanet etmiştir.
Burada Zülfikar Beyin şahsında öldürülen kurşun sıkılan Türk coğrafyasıdır.

İlhan Selçuk’un Yüzbaşı Selahattin’in Romanı’nda 1918
yılında İran topraklarında İngilizlere karşı ordumuz çaresiz kaldığında Halil
Paşa kurmay heyetine şöyle bir hikâye anlatır: 1905’te Rusya’da nihilistler
ihtilal için çalışmaktadır. Fakat halk Çar ailesine bağlıdır.

O sırada Pop Gabon adında bir papaz Moskova yakınlarında bir
kasabaya gider ve halkın haksızlıklardan şikâyetini Moskova valisine anlatmak
gerektiğini söyler. Halk bu fikri uygun görür, çevre illerden de bunu duyanlar
şikâyetlerini söylemek için Moskova’da toplanırlar.

Diğer taraftan papaz Gabon saraya haber gönderip, halkın Çar
ailesini öldüreceğini Çarın tahtan indirileceğini ve gerekli tedbirleri
almalarını bildirmiştir. Bunun üzerine sarayın emriyle binlerce Rus Kazak
süvarisi halkın üzerine saldırır kadın, ihtiyar, çocuk demeden kılıçtan geçirir.
Katliamından kurtulanlar papazı yakalandıklarında “ne yapayım fenalıklar yüksek
memurlardan geliyor, bunları şikayet edersek önler sanmıştım fakat bütün
fenalıkların başı Çar imiş diye cevap vermiştir (Selçuk, 1975: 420). Bu şekilde
Papaz Pop Gabon ihanetin cezasından kurtulmaya çalışır. Bu anlatıda Papaz Gabon
ihanet ve iş birliği davranışını aklileştirerek, karşısındaki insanlardan
gizlemeye çalışır. Gabon’un ihanet ve inkârı çoğu kez insanların başvurduğu
psikolojik kaçış yollarından biridir. Siyasi atmosfer içinde insanların hâkim güçlerden
yana olma tutkusu ağır basar. Bu anlatıda Halil Paşa aynı zamanda o dönem
İttihat ve Terakki hükümetini ve yöneticilerini de eleştirmiş olur. Halil
Paşa’nın kurmay heyeti bu hikâyeden hataların başının Enver Paşa olduğu
çıkarsamasını da yapmaktadır.

Acı Su romanında Sovyet askerleri, Kırgızlara ihanet eden
köylülerden işbirlikçi Munzıroğlu Abdullah dışında bütün Türkleri öldürürler:
“Munzıroğlu Abdullah dışında bir tek Türk kalmamıştı soluk alan. Munzıroğlu
döne döne karısını arıyordu. Ama ortalıkta yoktur.”

(Kayıhan 1978: 207).

Bulgaristan’da geçen Çiçekler Büyür’de ise Mehmet Ali,
Bulgarlarla iş birliği yapar.

Hatta sevgilisine yapılan bütün işkenceleri bilir ve ihanetini
sürdürür. Bulgarlaştırılmayı kabul eder. Sevgilisi İlay ile Türkiye’ye
kaçarlarken bile Bulgar Devletine çalışır. Ölüm Daha Güzeldi’de Zeynep Ana ve
oğlu Türkiye’ye kaçarken, kendilerine ihanet ettiğini düşündüğü kızı Hatun ile
damadını öldürür (Niyazi 1982).

Sessiz Göç’te Kuyaş’ın kocası Sultan Mahmud ona Rusça
öğretmeni tutmuştur. Niçin Rusça öğrendiğini kocasına sorduğunda “Zamanın
insana ne göstereceği belli olmaz belki bir gün gerekir” (Güzelce, 2011: 55)
diyerek, sözü kapatır. Kuyaş’ın kocası çoğunlukla birlikte Rusya’ya gitmekten
bahsetmektedir. Çinlilere karşı Rusları tuttuğu da belli olmaktadır.

Kuyaş’ın ilk eşi Sultan Mahmut’un evliliklerinin dördüncü
nevruzunda bir Rus casusu olduğu anlaşılmış, Rusya’ya giderken trende
öldürülmüştür. Sultan Mahmut’un Rus casusu olması, Çin’e ihanet ettiğini
göstermemektedir. Çünkü onların vatanları Doğu Türkistan Çin işgali altındadır.
Sultan Mahmut gibi birçok Türk’ün ikilemde kalması, topraklarının hür olmaması
sebebiyle çaresizliğin getirdiği taraf olma psikolojisini yansıtır. Benzer
durumları Cengiz Dağcı’nın eserlerinde kardeşlerin Rusya veya Alman birliklerinde
birbirine düşman saflarında yer aldıklarında görülür.

Acı Su, Çiçekler Büyür, Ölüm Daha Güzeldi romanlarında öteki
ile işbirliği ve kendi halkına ihanet vardır. İşbirliği çoğu kez casuslukla
karıştırılır. Hâlbuki casusluk kavramı bundan çok farklıdır. Casusluk, ülkesine
ve milletine faydalı olabilmek maksadıyla bilinçli olarak yapılan bir
tercihtir. Aynı zamanda casusluk devletlerin “Millî Güvenlik” alanlarından biridir.
Casusluk esnasında kullanılmış olan işbirlikçi kişiler ise, kendi toplumlarına
ihanet etmiş olanlardır. İhanet, her zaman sadakatla çatışır. Bu çatışma
muhtemelen iyi ve kötü arasındaki çatışma kadar eskidir. Belki de geleneksel
tarihin en belirgin ihanet eylemi, otuz gümüşe karşılık İsa’nın kimliğini
Başrahibin askerlerine açıklayan Yahuda tarafından işlenir.

Yahuda, Hıristiyan kültüründe sadakatsizliği ve ihaneti
simgeleyen bir figürdür. Dünya tarihinde bir başka ünlü ihanet eylemi, MÖ.44’te
Julius Caesar’ın öldürülmesidir. Julius Caesar 
Roma Senatosu’nda bir grup politikacı tarafından yirmi üç kez
bıçaklanarak öldürülmüştür. En güvendiği ikinci varisi Brutus da suikastçılar
arasındadır. Caesar’a ölümcül darbeyi vuran çok sevdiği Brutus’tur. Sezar,
Burutus’u görene kadar suikastçılarla mücadele etmiş, onu gördükten sonra
tarihe geçecek sözü; “Sende mi Brutus” diyerek, pelerini yüzüne kapatıp ölümüne
razı olmuştur. Çiçekler Büyür ve Ölüm Daha Güzeldi romanlarında kahramanların
en yakınları kendilerine ihanet etmiştir. Çiçekler Büyür’de İlay’ın sevgilisi
Mehmet Ali, Ölüm Daha Güzeldi’de Zeynep Ana’nın damadı ihanet etmişlerdir.
Sezar, Burutus’un ihaneti karşısında yaşamanın anlamsız olduğunu düşünürken,
İlay ve Zeynep Ana tam tersine ihanetin bedelini yakınlarına ödetmişlerdir.
İlay Mehmet Ali’yi, Zeynep Ana damadını ve kızını öldürmüştür.

KAYNAKÇA

Cumali, N. (2012). Viran Dağlar, Cumhuriyet Kitapları,
İstanbul.

Dağcı, C. ( 1975) Korkunç Yıllar, Varlık Yayınları,
İstanbul.

Dağcı, C. ( 1991) O Topraklar Bizimdi, Ötüken Yayınevi,
İstanbul.

Dağcı, C. ( 1994) Onlarda İnsandı, Ötüken Yayınevi,
İstanbul.

Dağcı, C. ( 2000) Badem dalına Asılı Bebekler, Ötüken
Yayınevi, İstanbul.

Güzelce, A (2013). Sessiz Göç, Ötüken Neşriyat, İstanbul.

Işınsu, E. (1979 ). Çiçekler Büyür, Ötüken Yayınevi,
İstanbul.

Işınsu, E. (1979 ). Tutsak, Töre-Devlet Yayınevi, Ankara.

Kayıhan, H. (1978). Acı Su, Töre-Devlet Yayınevi, Ankara.

Niyazi, M. (1982). Ölüm Daha Güzeldi, Ötüken Yayınevi,
İstanbul.

Selçuk, İ. (1975). Yüzbaşı Selahattin’in Romanı, 1. Kitap,
Remzi Kitapevi, İstanbul.

Ateş, M. (2014). Mitolojiler ve Semboller, Milenyum
Yayınları, İstanbul.

Clero, J. P. (2011). Lacan Sözlüğü, çev: Özge Soysal, Say
Yayınları, İstanbul.

Freud, S. (2014). Günlük Yaşamın Psikopatolojisi, çev: Emin
Aktan, Alter Yayınları, Ankara

Goldmann L. (1983). Kant Felsefesine Giriş, çev: Afşar
Timuçin, Metis Yayınları, İstanbul.

Gürel, E. ve Muter, C. (2007). “Psikomitolojik Terimler:
Psikoloji Literatüründe Mitolojinin

Kullanılması”, Sosyal Bilimler Dergisi C:1, ss. 537-569.

Jung, C. G. (2009). İnsan ve Sembolleri, çev: Ali Nahit
Babaoğlu, Okuyanus yayınları, İstanbul.

Kierkegaard, S. (2013). Kişiliğin Gelişiminde Etik- Estetik
Dengesi, çev: İbrahim Kapaklıkaya, Araf Yayınları, İstanbul.

Russell, B. (1971). Evlilik ve Ahlâk, çev: Ender Gürol,
Varlık Yaynları, İstanbul.