Türk Ocaklarının Aydınlığı

81

 

20 Asrın başlarında, Osmanlı Cihan Devleti’nin çözülme sürecine girdiği bir dönemde panik yok, arayış vardı aydınlar arasında; Devlet-i Aliyye’nin dağılmasına nasıl mani olunabilinirdi? Bir islami duyarlılık olarak milli düşünce hareketi başlamıştı. Kaynak da İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, Fikirde ve İş’de birlik” olgusuydu. Türk Ocağı da bu fikir dünyanın hareket merkezlerinden biriydi.

Yıl 1912; Azerbaycan, Kırım, Tataristan ve dahi eskimez Başkent İstanbul’daki Osmanlı Aydınları tahammülü zor şartlardan kurtulmak için örgütlendiklerini ilan ve tescil ettiler. Hummalı bir çalışma başladı dönemine marka olacak gayretle. Merkez İstanbul’du. Bütün Osmanlı Cihan Devleti’nin aydınları burada biraraya geliyor, fikir teatisinde bulunuyor, görüşlerini gazete ve dergilerde yayınlıyorlardı. Uygulanabilir fikirler vardı, idealist yaklaşımlar mevcuttu.  Aynı zamanda bir ümit hareketi de sayılan bu eylem moral yüklemişti topluma.

İşte 2012 “Bir Fikir Hareketinin 100. Yıldönümü”ydü. Türk Ocakları İstanbul Şubesi de Uluslararası bir sempozyumla bir vefa örneği gösterdi. Büyük Osmanlı dağılmıştı ama “Büyük Türkiye İdeali” neşvü nema bulmuştu. Lokomotif  bir sivil oluşum Türk Ocağı İstanbul Şubesi Başkanı Dr. Cezmi Bayram ve arkadaşlarıydı. İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet ve Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Korkut Tuna da (Sonraki dekan da Prof. Dr. Mustafa Özkan) programa “evet” deyince heyecan zirveye çıktı ve sponsorların diğerlerine “merhaba” demeye geldi sıra. THY süpriz yaptı; rıza gösterdi, Bağcılar ve Sancaktepe Belediyeleri de katkı verdi. TİKA ikramını sergiledi.

Fakülte İşgalden Kurtarıldı

“Bir Fikir Hareketinin Yüzyılı Türk Ocakları Uluslararası Sempozyumu” Laleli’de Edebiyat Fakültesi’nde gerçekleşecekti. Sözkonusu günde gittim sempozyuma. Güvenlik kibar davranıyor konuklara, öyle sık boğaz etmiyor sağolsun. İçeriye 44 yıl sonra yeniden girdim. Hemen hatıralar depreşti. Yıl 1967.. Edebiyat Fakültesi 200 kadar komünist öğrenci tarafından işgal etmişti. Çoğu da Filistin’de ve Eşek Adası’nda şiddet eğitimi almıştı. Milliyetçi öğrenciler olarak biz de MTTB’li 20 kadar öğrenci fakülte bahçesindeyiz.

Ne olduğunu bile anlamadan “Komando” lakaplı rahmetli Mustafa Ok, ardından Nurettin İspir omuzlarıyla girişteki camları kırarak “Ya Allah Bismillah.. Kahrolsun Komünistler ” diyerek içeri girdiler, arkalarından da biz. Panik başladı, kartondan kahramanlar arkalarına bile bakmadan kaçında ortalık süt liman oldu birden bire. Fakülte yöneticilere teslim edildi; Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu gibi hocalarımız ancak odalarına girebildi ve dersler yeniden başladı.

Fakat öğrenci hareketleri devam etti, dur durak bilmedi. En medyatik öğrenci lideri de Deniz Gezmiş’di. Daha sonra “şehir gerillacılığı” ve “silahlı propaganda” dönemine geçtiler. Adam kaçırma, silahlı müsademe ve banka soyma eylemi hiç eksik olmadı. İddiaları faşizme karşı antiemperyalist mücadeleydi!?  İkinci Kurtuluş Savaşı başlatmışlardı kendilerine göre!

Yerli Düşünceyle Değerleri Koruyan Mekan

Sempozyum için Edebiyat Fakültesi’nden içeri girerken idam edilen solcu öğrenciler Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın resimleri ve de sloganlarla donatılmıştı koridorlar. Afişlerde ise ” Faşizmin 100. Yılı.. Sivas ve Uludere Katliamını Unutmadık.. Faşizm Fakülte Kurul Odası’nda” yazılıydı. Hiç kimse bunlara aldırmadan ve demokratik tavrını sürdürerek sempozyumu üç gün süreyle takip etti.

Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Beşir Atalay da eski bir Türkocaklı. Dedi ki açılışta “- Değerleri koruyan bir mekan Türk Ocakları. Tümüyle yerli düşünceden oluştu. Alanı daraltmadı. Türk dünyası da özgürleşiyor. Özgüvenini yeniden kazanıyor. Kardeşlerimizle buluşuyor, tazeleniyoruz. Bunlar güçlü gelecek için bir umuttur. Osmanlıdan sonra en güçlü dönemi yaşıyoruz. Devlet insanını yaşatmak için vardır. Dünyada Türk Dili’ne olan talep her geçen gün artıyor. Ankara dış dünyadaki Türkoloji bölümlerine destek veriyor. Tarihten aldığımız güçle bütün korkuları atıyor, ayağımızdaki prangaları çıkarıyoruz.”

Beşir Bey ile fırsat olsa da konuşabilseydim, Türk Ocağı’nın Ankara Sıhhiye’deki tapulu malı olan yerinin genel merkeze iade edilmesini hatırlatacaktım. Bir ihtilal döneminde el koydu devlet, hala öyle devam ediyor. Buraya ilk defa 1967 yılında rahmetli Şair ve yazar Mehmet Akif İnan Türkocağı Müdürü iken Necip Fazıl Kısakürek ve Hasan Aksay ile birlikte gitmiştim. Başkan da rahmetli Prof. Dr. Osman Turan’dı. Her ikisinin de mekanları cennet olsun.

Girişimci Üniversite Dönemi

İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet herkesi heyecanlandırdı ve çok alkış aldı. Şöyle dedi; ” İletişim ve bilgi çağı derken küreselleşme geldi.  Böylece araştırmadan sonra “Girişimci Üniversite” dönemi başladı. Üniversitenin duruşu ve usulü olmalı. Kimliğinden taviz vermemeli. Geçmişle bağlar koparılmamalı. Çağdaşlıkla bütünleşmeli, günümüzde medeniyetler çatışması yok, buluşması var. Maalesef hoşgörü ve konsensüsü kaybettik. Milliyetçiliği de perişan. Ortak akıl sanırım hepimizi kurtaracak.” Bu dik duruş ancak bir rektörü yakışırdı, öyle de oldu.

Azerbaycan Parlamentosu’ndan Bakü Milletvekili Ganire Paşayeva ” SSCB zamanında Türkçüler kurşuna dizildi. Ama bugünü görünce ata dedelerimizin dediği oldu. Peki bizim çocuklarımız ve torunlarımız da aynı şeyi söyleyebilecek mi? Bizi yeni nesiller affedebilecek mi? Bilinmeli ki artık büyük hayallerimiz ve hedeflerimiz olmalı. Dünya yeniden şekilleniyor. Türkçe ortak dil olmalı. Birbirimize çok ihtiyacımız var. Aydınlarımız aydınlatmalılar. Bakın Suşa hala Ermeni işgali altında 20. yılını dolduruyor!?” derken herkesin heyecanı dorukta idi.

Rusya’daki Tatar Okulları Kapatıldı mı?

Günümüzde çok güzel gelişmeler oluyor. Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun genelgesi bir örnek; ” Nerede bir Türk var, Türk eseri var, diplomatlarımızın ilgi alanındadır.” Türk dünyasını siyasiler kadar üniversiteler, sivil toplum ve aydınlarımız da ayağa kaldıracak. Yeni bir medeniyetin inşasına çalışılacak. Yoksa havanda su dövülür. İdealizm yeniden neşvü nema bulmalıdır. Dr. Cezmi Bayram’ın işaret ettiği gibi herkesin uykusu kaçacak derecede düşünmeli, fikir ve proje üretilmelidir. Tarihten geleceğe yol yordam çıkarmalıyız.

Sempozyumun açılış ve kapanışında iki gün hazır bulundum. Konuklarım vardı. Ortadaki 24 saati kaçırdım. İnancım o ki bu sempozyum sonrasında rüyamız gerçekleşecek, aydınlar aydınlatacak. Sempozyuma 150 müracaat olmuş, ancak 54 tebliğ kabul görmüş ve okundu. Bunlardan 15 tanesi de dış dünyadan. Tataristan Bilimler Akademisi Dil, Sanat ve Edebiyat Enstitüsü Hocası Prof. Dr. Mesgut Gaynetdinov 80 yaşında bir genç olarak aramızda idi. Sanırım bundan sonraki sempozyum da memleketi olan Başkent Kazan’da gerçekleşecek.

Rusya Bilimler Akademisi’nden aziz dostum Prof. Dr. Elfina Sibgatullina Hanımefendi Rusya’daki Tatar okullarının kapatıldığını hatırlatınca içim cız etti. Onun için de dedi ki ” Bunu Başkurdistan ve Çuvaşistan’daki Türk okulları takip edebilir. Milletimiz uyansın, Yeni ufuklara açılalım.” Elfina Hanım bunları SSCB zamanında söyleseydi belki de kurşuna dizilirdi.

Romanda Az, Sinemada Hiç Yok Olan Ne?!

Sempozyumun isim babası Prof. Dr. Korkut Tuna yeni bir dünya kurulurken aydın sorumluluğunun artığına dikkat çekti, avantaj ve sorunun çözümü olarak da Türk münevverlerinin birbirlerine bugünkü kadar hiç yakınlaşılmadığını anlattı. Çünkü bilgiler ve belgeler külliyatı ortaya çıktı. Tek eksik dijital ortamın yeterli olmaması.

Bu sempozyumu takip etmeyenler çok şeyi kaçırdıklarını bilmeli. Doç. Dr. Ahmet Bozdoğan eğitimin, iletişimin ve birlikteliğin üzerinde durdu. Bir genç akademisyen Umut Karabulut, Bolşevik devriminden(1917) sonra Türk Ocağı kongresinde(1918) dış Türklere yardım konusunun görüşüldüğünü, ancak bu sürecin konjonktürel olduğunu, plan-program dahilinde düşünülmediğini, günün şartları itibariyle bilgilendirme ve iletişimin  az ve gecikmeli olarak yapıldığını hatırlattı.

İki araştırmacı Hidayet Kara ve Bahattin Çatma’nın tebliğinde ise ırk ve hars kavramıyla kültürün Türk Ocakları Kurultayı’nda(1924) hep önde olduğu belirtildi. Kilisli Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş (1925-1982) oturumunda bir hemşehrisi istikbal vadeden bir genç akademisyen Yrd. Doç. Dr. Mehmet Soğukömeroğlu romanımızda Türk Ocağı algısını örneklerken sadece Emine Işınsu’nun Tutsak ve Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam’ını  hatırlatınca  çok üzüldüm. Gerçi Dr. Cezmi Bayram Kemalettin Kamu’nun gazetelerde tefrika edilen Ocaklılar adlı iki romanla takviye etse de bu sayı gerçekten çok az. Üstelik sinemada hiç yokuz.

Türk Dünyasının Tek ve Önemli Sivil Kuruluşu

Mehmet Soğukömeroğlu zamanın gençlerinin Türk düşmanlığına refleks olarak gelişen sivil milliyetçilerinin kurduğu Türkocağı’na  (1912) bürokratik milliyetçilerin hemen Halkevleri’yle (1931) cevap verdiğini hatırlattı. Sözkonusu her iki kitabı da okumak gerek. Hele Suyu Arayan Adam’da daha sonra önder solcu olan, Moskova’da Nazım Hikmet ile birlikte eğitim gören Şevket Süreyya’nın gençken memleketi Edirne Camilerinden okunan sabah ezanını öyle bir anlatışı var ki duygulanmamak mümkün değil.

Türk Ocakları Türk dünyasının tek ve önemli bir sivil toplum kuruluşudur. Bu muhteşem sempozyumdaki başarı da gönüllü bir sivil elin değmesinden ve lokomotifliği üslenmesinden gelmektedir bana göre. Sponsorlar da hayırlı ve kalıcı bir hizmete katkı vermişlerdir. Alfabetik sıra takip edilmese de bildiri özetlerinin basılması takdire şayandır. Keşke bir de sonuç bildirisi yayınlansaydı. Şimdi sıra tebliğlerin kitaplaşmasına geldi. Bu da özet de olsa Azeri, Kazak, Kırgız, Özbek ve Tatar Türkçesi başta olmak üzere bu yayında yer almalıdır. Günümüzde Türk Dünyası’nı aydınlatanlar Türk Cumhuriyetleri’nde de bilinmeli ve tanınmalıdır.  Bir Fikir Hareketinin Yüzyılı Türk Ocakları yorgunluğuna değdi.