Türk Milliyetçiliği /Turancılık ve Sistematik Düşünme

77

Türk Milliyetçiliği bir ülkü ve düşünce biçimi olarak asırlardır
Türk Milletinin gönül ve zihin dünyasında kök salmaktadır. Fakat yol haritası
ve düşünce yöntemine katkıda bulunurken tutum ve davranışlarımızın nasıl olması
gerektiği netlik arz etmemektedir. Türklük Ülküsünde düşüncenin, heyecanın ve
zaruri şartların yeri belirlenmeden iyi niyetli her çaba hayal kırıklığını
bünyesinde barındırmaktadır.

Önceliklerin tespiti olmadan hiçbir şahsi, fikrî ve sosyal
hareket başarıya ulaşamaz. Sözlerimi açacak olursam düşünce, mantık, duygu ve
hayatî zaruretler (fizyolojik ihtiyaçlar) zemininde denge temin edilmeden birey
ve millet açısından sonuç daima hüsran olmaktadır.

Ölçü beynimizin nasıl çalıştığından başlamak olmalıdır. Çünkü
fikrî ve sosyal hareketler mensuplarının beyinlerinin çalışma tarzları ile
doğru orantılıdır.

Beynimizin korteks denilen kabuk kısmını(üst beyin) yani
düşünsel kısmını ne kadarı kullanılmalıdır. Beynimizin limbik sistem dediğimiz
duygusal (orta beyin) ve en son doğal ihtiyaçları sağlayan beyin kökünün (alt
beyin) olması gereken katkılarının bilinmesi gerekmektedir. Beyin yaklaşık 100
milyar sinir hücresi ile bunun 7- 8 katı destek hücresinden oluşur. Sinir
hücreleri arasında sinaps dediğimiz bağlantıların artırılması ve destek hücrelerinden
yıldız hücrelerinin çalışması ile düşünce boyutlarımız genişler. Limbik sistem duygu
dünyamızın ana merkezi olurken; beyin kökü ise solunumdan dolaşıma üremeden beslenmeye
kadar hayatta kalma ihtiyaçlarımızı kontrol eder.

Bilindiği kadarıyla beyin kökü yaklaşık 500 milyon, limbik
sistem 200 milyon, beyin kabuğu 400 bin, beyin kabuğunun ön kısmının önü ise
40-50 bin yıllık takvimsel bir gelişim sürecine sahiptir. Bu gelişim
basamaklarına baktığımızda Üst beyin insan ve toplum hayatında yaklaşık %70,
orta beyin %20 alt beyin ise %10 civarında kullanılmalıdır.

Fakat birey ve toplumda bu oran bazen tam tersine de dönebilmektedir.
Hâlbuki bunlar arasında dengeli bir iş birliği ile zihin ve fikir dünyasında
“sistematik düşünen birey ve toplum” oluşacaktır. Tersi durumlar da fikir
hareketleri de akıl, mantık, duygu ve ihtiyaçlar arasında bocalayacaktır.

Örnek vermek gerekirse “Türk Milliyetçiliği” dediğimizde
acaba; akıl mı, mantık mı, duygu mu, doğal bir ihtiyaç mı ön plana çıkmaktadır.
Düşünceyi öne çıkaran veya duygusal

(romantik) olan yahut sadece fizyolojik maddi ihtiyaçlar
sebebiyle farklı farklı algılar karşımıza çıkabilmektedir. Bunun tarihî ve
günümüz benzerlerini bulmak çok kolaydır. Bir fikir hareketinin mensupları her
halükarda insan beyninin çalışmasını dikkatli bir şekilde incelemeli ve beynin
çalışmasını öğrenmelidir. Aynı zamanda beyinin en önemli ürünü olan sistematik düşünceyi
tutum, alışkanlık ve davranışlarına aktarabilmelidirler. Bu eğitim tarzı fikir hareketinin
yola çıkmadan haritayı ve pusulayı kullanmaya bir nevi öncelik vermesidir.
Felsefî hareketlerden fikir hareketlerine ve inanç sistemlerine kadar dengeli
bir beyin kullanımı onları her türlü aşırılıktan da uzak tutacaktır.

Türk Milliyetçiliği mensuplarının farklı tutum ve
davranışlarının temelinde, düşüncelerinin oluşumu ve hayata bakışlarının
değişiklikler arz etmesi çok önemlidir. Bu ise beyin-hayat arasındaki tercihle
ilişkilendirilebilir. Beyinin hangi fonksiyon sahası üstünde çok durulmuş ve o
bölge geliştirilmişse dünya görüşleri de ona göre şekillenmektedir.

Bunu şu şekilde özetlemek mümkündür:

1- Tepkisel-duygusal Türk Milliyetçiliği

2- Mantıksal-düşünsel Türk Milliyetçiliği

3- Sistematik-bütüncül Türk Milliyetçiliği

Daha farklı sınıflandırmalarda yapılabilir. Bu ise düşünce
ve bilinçlenme algısına zenginlikler katacaktır.

Beyin anatomik ve fizyolojik olarak aşağıdan yukarıya; alt,
orta ve üst beyin olarak sınıflandırıldığında tanımlardan; tepkisel-duygusal
olanlar alt ve orta beyinlerinin büyük kısmını, mantıksal-düşünsel olanlar
ağırlıklı olarak üst beyinlerini, sistematik-bütüncül olanlar ise tüm beyin
kısımlarını dengeli bir şekilde kullanmaktadır. Bu da bize göstermektedir ki;
fikir hareketleri şahısların beyinlerini ve onun ürünlerini kullanmalarındaki
takındıkları ön tercihleri ile paralellik arz etmektedir. Tabii ki bu beyinin
gelişimi veya geliştirilmesi ile de direk bağlantılı olmaktadır. Eğer bireyler
beyin kabuğunu (gri cevher) çok az işletip duygusal (limbik sistem) ve tepkisel
beyin(beyin kökü) kısımları ile yetinirlerse cemiyette ve tarihte etkileri ve
kalıcılıkları da o denli geçici olacaktır. Tepkisel-duygusal Türk Milliyetçiliğini/Turancılığı
Pan-Slavizme karşı Osmanlı ve diğer Türk coğrafyalarında yaşayan aydınların
önemli bir kısmında görebilmekteyiz. Salt mantıksal çerçeveden bakanlar
bilimsel bir yöntem izlediklerini ifade etseler de toplumlar için sıkıcı katı kalıpları
temsil etmişlerdir. Bu ve benzerlerinden insanlık da yıllar boyu insanî/estetik
değerlerinden çok şey kaybettirmiştir. Sistematik-bütüncül bakış ise hem
mensubu olduğumuz Türk Milletine hem de insanlık ailesine olumlu ufuk açıcı
katkılar sunacaktır. Bunun siyasi bilgelik açısından örnekleri; uzak Türk
tarihinde Bilge Kağan yakın tarihimizde ise Mustafa Kemal Atatürk olmuştur.
Düşünce insanları yönüyle baktığımızda Mâtürîdî-Ziya Gökalp çizgisinin Türk
fikir hayatına katkıları görülmektedir. Buradaki yazılarımızdan tek tip, tek yöntem,
tek kalıp bir anlayışın doktrine edilmesi anlaşılmamalıdır. Sistematik-bütüncül
bakış sağlıklı-dengeli bir akıl, mantık, zekâ, duygu ve hayatta kalışın estetik/ahenkli
bir özetidir. İnsan vücudunun, tabiatın, evrenin denge üzerine kurulduğunu
düşünürsek fikir hareketleri mensuplarının “fikrin dengesinde dikkat ölçü ve
yöntemlerini” de araştırması gerekmektedir. Eğer bir fikrin iç ve dış dengeleri
sağlanamazsa onun hayatta karşılığı gerçekçi olamayacaktır. Hangi fikir mensubu
veya fikir insanı olursa olsun, beyinin çalışma sistemini ve bunun dengelerine
dikkat etmelidir. Bunun sonucunda fikir hareketinin sosyolojik zemindeki
dengeyi ve ahengi oluşturma çabaları anlamlı olacaktır. Kısaca beyin içinde
başlayan bir fikir ve hareket öncelikle mensupları arasında yaşanarak, tecrübe
edilerek, kültürlenerek gelişecek sonra topluma anlaşılır bir şekilde sunulma
aşamasına gelecektir. Bireysel psikolojiden, sosyal psikolojiye birçok disiplinin
bilimsel verileri ışığında bir fikrin temsilcileri kendilerini yetiştirmeye çalışacaktır.
Tecrübenin değerini göz ardı etmeden sadece tecrübe ile de yetinilmemelidir.
Bununla birlikte kütüphane kurdu olmakla da hayatta başarılı olunacağı
zannedilmemelidir. İnsanların ve milletlerin hayatta kalma bilinci bunlardan teki
ile sağlanamaz. Bilincin ve onun tarihe yön verme hakikatinin temelinde bilinen
ve bilinmeyen birçok neden bulunmaktadır. Turan yolculuğumuzda bunları hep
birlikte araştırmalıyız. Araştırdıkça öğreneceğiz öğrendikçe yaşamaya
çalışacağız; yaşadıkça insan beyninin morfolojisinden işlevsel halini değiştirebileceğiz.
Bu aynı zamanda beyni paslanmayan insanların oluşturduğu fikir hareketlerinin
toplumları da yolculuklarına katabildikleri fark edilecektir. Türk Milliyetçiliği
Tarihinde ister metin analizleri isterse olgu sunumları olsun değerlendirmeleri
“beyinin kullanılması” ekseninde değerlendirilmelidir. Beyin kelimesinin
yazılarımızda sık sık geçmesi maalesef çoğu okuyucuya soğuk gelecektir. Hâlbuki
beyin sanıldığı ve göründüğünün aksine enerjik, aşırı tatlı ve çok havalıdır.
İnsan vücudunun %2 si beyin olmasına rağmen şekerin %16 sı, Oksijenin %20 si
enerjinin % 20 si beyin tarafından kullanılır ve tüketilir. Beyinin %75-80’i de
sudan oluşur. Bu da insan yurdunun merkezi organının beyin olmasından
kaynaklanmaktadır. Hepimiz beyinle ilk kurban bayramlarında yahut sakatatçı
vitrinlerinde karşılaşırız. Tıbbiyeye gidenlerde onu soğuk anatomi veya patoloji
laboratuarlarında görürler. Beyin cerrahları da ameliyathanelerde. Hal böyle  iken vücudumuzun en üst kısmında en korunaklı
halde onu taşımaktayız. Onunla görür, onun iştir onunla düşünürüz. Tehlikeleri
onunla bertaraf ederiz. Güzelliği de kötülüğü de onunla fark ederiz. O
biyolojik yapısıyla bir organdır organ olmasına fakat tarihi değiştiren
fikirler onda üretilir, hayata yön veren düşünceler ondan çıkar, aklın,
mantığın duyguların, istek ve arzuların mekânı orasıdır. O halde tarihe yön
vermek isteyenler, düşünceleri geliştirmek, duyguları dengelemek, arzu ve istekleri
orta yola çekmek akıl ve mantığın varlığa hizmet edilmesini sağlamak onunla
mümkündür. İşte bu sebeple metin ve olay analizlerinde ölçümüz o olacaktır. Şu
an bilim dünyasının ulaştığı bilgi birikimi ile bu ölçülendirmede sadece Türk
Milliyetçiliği değil tarihteki tüm fikir hareketleri ve inanç sistemleri
faydalanacaktır. Gelecekte şüphesiz bilgi kaynakları daha da artacaktır.
Yorumlardaki objektiflik daha da gelişecektir. Fakat her dönemde ilim ve onun
üretildiği insanî kaynak her zaman beyin olacaktır. Yapay zekâ dâhil gelecekte ortaya
çıkacak her türlü gelişme de yine beyinlerimizin ürünü olacağına göre yeryüzündeki
her insanın bu hazinesini tanımaya çalışması gerekmektedir. Düşünen ve akliden
insanlardan oluşmuş bir dünyada sistematik düşünce seviyesi ile neler başarabileceğini
insanlık mutlaka görecektir. Düşünmek her insanın öz be öz kendi servetidir. İsterseniz
buna genetik, kültürel kadim miras diyelim. İsterseniz epigenetik çabalar
olarak kabul edelim. Nasıl bakarsak bakalım karşımıza ilk anda beyin
çıkacaktır.

Göktürk Kitabeleri, Divan-ı Lügat-i Türk, Kutadgu Bilig yahut
Divan-ı Hikmet’i bu açıdan analitik bir sistematik düşünceye tabi tuttuğumuzda
onların bu ve gelecek yüz yılın insanlarına nasıl konuştukları görülecektir. Bu
metinlerdeki ifadelere; beynimizin içindeki; tepkisel, duygusal, mantık ve
düşünsel yahut bütüncül mirası ile bakıldığında o zaman ortaya daha anlamlı ve
tutarlı yorumlar çıkacaktır. Bir örnek daha vermek gerekirse Mustafa Kemal
Atatürk’ün Nutuk ve Söylevlerini demeçlerini bu çerçeveden değerlendirdiğimizde
sağlıklı bir düşüncenin tarihten günümüze nasıl aktarıldığı görülmektedir. Türk
Milliyetçileri için bunun ne kadar önemli olduğu da anlaşılacaktır.

Kadim Türk metinlerinde Turan veya Türk Milliyetçiliği
ifadeleri ister geçsin isterse geçmesin yine de Turan’ın tecrübesini ve bilgi
birikimini her kuşağa aktaracaktır.

Klasiklerini sistematik düşünceye tabi tutmamış bir milletin
üyeleri kadim medeniyetler ile irtibat kuramadığı gibi gelecekte de o
medeniyetleri aşacak yenilerini de inşa edemez.

Dünyanın yaşadığı her olay her geçen gün medenî/uygar
insanlıktan uzaklaşmakta olduğumuzun göstermektedir. Umulur ki “aklını işletmek”
“sistematik düşünceyi” alışkanlık haline getirmek ve hayata “bütüncül” bir
bakış açısı ile yaklaşmakla bu badireleri aşarak “Turan’ın ebedî ülkesi[1]”ne
kavuşuruz. Burada önemli bir parantez açılması gerektiği de düşünülmelidir.
Çünkü Türk Milliyetçiliği akımı sadece Türkler tarafından değil akraba uluslar
ve yabancılar gözü ile de değerlendirilmiştir. Hatta yabancıların Türk
Milliyetçiliği için bulduğu kaynaklar ve yazdıkları biz Türklerden daha
fazladır. Bu açıdan yabancı kaynakların özellikle eleştirel bir süzgeçten
geçirilmesi zarureti bulunmaktadır. Aksi halde duygusal yaklaşımlarla Türk
Milliyetçiliği Türk Milletinin hedefleri doğrultusunda değil yabancı akademisyenler
hatta istihbarat servisleri tarafından yönlendirilecektir. Vatan aşkından asla
şüphe etmediğimiz Enver Paşa Alman politikasının uygulayıcısı olmak durumundan
kurtulamamıştır. Duygusal Türk Milliyetçiliği/Turancılığı ile heyecan ve
enerjisini Türkistan topraklarında canı pahasına ödeyerek şehit olmuştur. Diğer
taraftan Mustafa Kemal Atatürk her hareketini, sistematik düşünce içinde adım
adım gergef gibi işlemiştir. Bu düşünce tarzı ile yıkılan bir imparatorluktan
ve I. Cihan Harbinin ateş çemberinden Millî bir devlet inşa etmiştir.

[1] Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan

Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan

Ziya Gökalp