Atilla Çilingir İle Kıbrıs’ın Son Durumu Hakkında Konuştuk.

63

Oğuz Çetinoğlu: Türkiye’de
Kıbrıs meselesini en iyi bilen 3 kişiden biri, belki de birincisi sizsiniz. Son
bir yıl içerisinde zaman zaman Maraş meselesi gündeme geliyor. Son durum
hakkında bilgi lütfeder misiniz?

 

Attila Çilingir: Maraş meselesi Kıbrıs’ta çözüm
bekleyen en önemli konu başlıklarından birisidir. Çünkü bu bölge ve bölgede
mevcut turistik tesisler ada için büyük bir önem arz etmektedir. Kıbrıs
konusuyla ilgili her müzâkere döneminde ayrı bir konu olarak ele alınmış ancak
bugüne değin bir türlü çözüm bulunamamıştır.

 

Maraş
bölgesini adalılar için önemli kılan iki husus vardır:

Maraş’ta Rum
tarafı için turizme odaklı enfes konumlu bir bölgede mevcut neredeyse o dönemde
bile altı yıldızlı turistik tesislerin getireceği önemli bir ekonomik kaynak
söz konusudur.

   

Türk tarafı
içinse bölgenin önemi neredeyse tamamının ata yadigârı Osmanlı vakıflarından
Lala Mustafa Paşa, Abdullah Ağa ve Bilal Ağa vakıflarına ait tapulu
arazilerinin adada yaşayan Türklere ait olmasından kaynaklamaktadır.

    

70’li
yıllara dönecek olursak; 1974 20 Temmuzunda bu bölge Türk Silahlı Kuvvetleri
tarafından ele geçirilmeden önce Akdeniz’in en önde gelen ve neredeyse dünya
turizminin odak noktası olmaya aday bir turizm cennetiydi. Rumlar harekât
öncesinde adanın turizm gelirinin %53’ünü bu bölgeden kazanıyordu. Böylesine
önemli bir bölgeyi kaybeden Rum tarafının tekrar Maraş’ı elde etmek istemeleri
onlar için hayatî öneme hâizdir.

  

Tam da bu
noktada şu önemli hususu da vurgulamak gerekirse; Maraş bölgesi 1974 sonrası başlayan
görüşmelerde pazarlık konusu yapılması için muhafaza edilmemiştir. Maraş
bölgesi Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından stratejik önemi nedeniyle ele
geçirilmiş, bölge sonradan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Birleşmiş
Milletler Teşkilâtı (BM) baskısı sebebiyle kapalı bölge hâline dönüşmüştür. Bu
baskının da en önemli sebebi, burada bulunan üstün niteliklere sâhip turizm
tesislerinin neredeyse tamamının dünyanın önde gelen ülkelerin yatırımlarına,
turizm devlerine ait olmasıdır.

     Hiç unutmam; o süreçte can liderim
rahmetli Denktaş; Türkiye’nin önde gelen holdinglerine, İngiltere’de,
Avustralya’da yaşayan Kıbrıs Türk kökenli iş adamlarına adaya gelip Maraş
bölgesindeki turistik tesisleri çalıştırmalarını önerdiği halde, ‘Ada’da savaş ortamı var’ gerekçesiyle bu
çağrısına cevap alamamış ve ne yazık ki, bölgede mevcut o muhteşem tesisler
neredeyse yarım asır önce çürümeye terk edilmiştir.

  

 Maraş konusunda geride kalan 47 yıl boyunca
bölgenin yeniden canlanması için birçok teklif getirilmişse de Rum tarafı bu
tekliflerin hiçbirisine olumlu bir cevap vermemiş, bölgenin yeniden hayata
dönmesi çabaları her defasında boşa çıkmıştır.

  

Maraş
bölgesi ile ilgili olarak günümüze dönecek olursak; Hâlen Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı olan Değerli Dostum Ersin Tatar’ın
Başbakanlığı döneminde 8 Ekim 2020 târihinde bölgenin %3,5’luk bölümü dolaşıma
acımıştır.

   

Dolaşıma
açılan bu bölge, sâhil kesimine paralel Demokrasi Caddesi’dir. Bölgeyi ziyârete
gelenler kimlik kartlarını giriş noktasındaki polise teslim ettikten sonra
bölgeye girebilmektedirler. Maraş’ın ziyâreti sâdece bu cadde üzerinde
yapılmakta, caddeyi çevreleyen otel vd. binalara giriş yasağı bulunmaktadır. Ki,
bu binalar hâlen yıllar öncesinin terk edilmişliğini yaşamaktadır!

  

Unutulmasın
ki, burası hâlen askerî bölge statüsündedir. Bu sebeple bölgede çeşitli
mülkleriyle hak sâhibi olduklarını iddia edenlerin bu haklarına kavuşabilmeleri
için bölgenin önce askerî bölge statüsünden çıkarılması gerekir. Zâten
bölgedeki hak sâhiplerinin de Lefkoşa’da bulunan Taşınmaz Mal Komisyonuna
başvurmaları istenmiştir
.

      

1974 sonrasında askerî bölge ilân edilen Kapalı Maraş’a 2020’ye
kadar özel izinle girenler dışında sâdece Birleşmiş Milletler görevlileri ve
TSK mensupları girebilmişti.

    

 Rum tarafı, Kapalı
Maraş Bölgesinin ziyâretçilere açılmasını BM kararlarını ihlal ediyor
gerekçesiyle BM’ye şikâyet etmiş; BM Güvenlik Konseyi de konuyla ilgili olarak,
bölgenin anlaşma olmadan yerleşime açılamayacağını bildirmiştir.

   

Ancak 8 Ekim 2020 de Maraş bölgesinin sâhildeki bölümü
açıldığında da KKTC’nin tezi: Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu (BMGK) kararı
özel mülklere insanların yerleştirilmesiyle ilgili olduğu için ve özel mülkler
şu an açılmadığından, kararı ihlâl etmedikleri yönünde olmuştur.

  

 Türk Dışişleri Bakanlığı da: ‘Bölgenin statüsünde bir değişiklik
yapılmamaktadır. Dolayısıyla, bu kararın BM Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı
olduğu iddiası gerçeği yansıtmamaktadır
.’ açıklaması yapmıştı.

 

Sonuç olarak şu anda Maraş bölgesinde durum budur. Ancak
Maraş’ın %3,5’luk da olsa bir bölgesinin dolaşıma açılması; gerek Türkiye, gerekse
KKTC açısından politik yönüyle çok önemli bir avantajın Türk tarafına geçmesini
sağlamış, Rum tarafının en güçlü kozlarından biri olan Maraş konusundaki
çözümün bundan sonra mevcut durum üzerinden yapılabileceği yönünde dünya
kamuoyuna önemli bir mesaj verilmiştir.

 

Çetinoğlu: Petrol ve
gaz araştırmalarında son durum nedir?

  

Çilingir: Bu konu şu an itibâriyle stabil bir
durumdadır. Ancak son yıllarda Akdeniz’de yaşanan bu enerjiye odaklı milletlerarası
hamleleri analiz ettiğimizde şu durumla karşılaşırız: Doğu Akdeniz’de zengin hidrokarbon
rezerv yataklarının keşfedilmesi, kıyıdaş ülkeler arasında hem yeni işbirliği
alanları hem de ittifaklar kurulmasına sebep olmuştur. 

  

İsrail’in
Tamar ve Leviathan, Mısır’ın Zohr ve Kıbrıs’ın Afrodit yataklarında bulduğu
doğalgaz rezervlerinin çıkartılıp boru hatları aracılığıyla Avrupa pazarına
taşınması hedefinde birleşen bu ülkeler, Yunanistan’ın da katılımıyla yeni
mahallî işbirliği platformları oluşturmuştur.

    

2019 yılının
Ocak ayında Kahire’de bir araya gelen Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, İtalya,
Ürdün, Filistin ve Mısır, Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurduklarını ilan
etmişlerdir. Bu forumun amacı bölgesel kaynakların üretimi, tüketimi ve
pazarlanması süreçlerinde işbirliği yapmak ve Doğu Akdeniz’i yeni bir enerji
üssüne dönüştürmek olarak açıklanmıştır.

    

Bu sürece paralel olarak Kıbrıs, Yunanistan ile
birlikte Mısır, İsrail ve Ürdün’le ayrı ayrı üçlü işbirliği oluşumları kurarken,
hem ABD’nin hem de Avrupa Birliği (AB)’nin güçlü desteğini de almıştır.

    

Bu gelişmeler, Doğu Akdeniz’in önde gelen ülkelerinden
biri olan Türkiye ve Kıbrıs adasının bir parçası olan Kıbrıs Türklerinin
izolasyonuna sebep olmuştur.

    

Kıbrıs’ı zâten bağımsız bir devlet olarak tanımayan Mısır
ve İsrail ile ilişkileri son derece gergin olan Türkiye, ekonomik ve siyâsî
haklarını korumak için daha yüksek sesle görünür olma politikasına yönelmişse
de; Yunanistan, Kıbrıs ve İtalya’nın AB üyesi olması, Doğu Akdeniz’de ABD,
Katar, Fransa gibi ülkelerin büyük petrol şirketlerinin yer alması Türkiye’nin
daha da yalnızlaşmasına neden olmuştur.

    

Türkiye, bu sebeple, Kıbrıs meselesinin çözümünde tek
yetkili olan BM’nin bu süreçte daha çok ses çıkarmasını talep etmesine rağmen, bugüne
kadar BM’den böyle bir ses yükselmiş değildir.

 

Çetinoğlu: Kıbrıs’la alâkalı yürürlükteki statünün lehimize ve aleyhimize olan
yönleri nelerdir?

 

Çilingir: Her ne kadar 1974 yılında adadaki
statü, ada hayatı bağlamında değişmiş olsa da milletlerarası camia böyle bir
gerçeği kendi menfaatlerine aykırı olduğu için kabul etmemekte, adanın kuzeyini
işgal edilmiş tanınmayan bölge, güneyini ise adanın resmi hükümetinin olduğu AB’ye
üye bölge olarak kabul etmektedirler!

    

Bu sebeple 1960
yılında Londra-Zürih anlaşmaları çerçevesinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
anayasaya dayalı statüsü milletlerarası camiaya göre değişmiş değildir!

      

Kıbrıs Cumhuriyetinin
anayasa temelli kurucu ortağı olan Kıbrıs Türklerinin Rumlar tarafından topyekûn
ortadan kaldırılma çabalarını, 1963 yılında ortaklık haklarının Cumhurbaşkanı
Makarios tarafından gasp edilmesini görmezden gelen BM ve dünyâ devleri Kıbrıs
adasının resmî hükümeti olarak hâlen GKR kesimini tanımaktadırlar

     

Dolayısıyla
Türkiye ve KKTC adada çözüm için bugüne kadar devam ede-gelen bütün müzâkereler
sürecinde bu haksız uygulama ile mücâdele etmiş, Kıbrıs’ta milletlerarası
anlaşmalarla kazanılmış hukukî haklarımızı, târihten gelen bağlarımızı böylesi
bir ortamda savunmaya çalışmıştır.

    

Kıbrıs
konusunda yaşanan her gelişme ne yazık ki, Türkiye ve adada yaşayan
soydaşlarımız aleyhine gelişmiş, adalı Rumlar AB’ye üye olurken, Türkiye, ve
Kıbrıs Türkleri Avrupa’nın çatısı altına alınmamıştır.

    

Bugüne kadar
adada çözüm gerçekleşmemişse eğer, bunun baş sorumlusu Rum tarafıdır. Çünkü Türkiye
ve Kıbrıs Türkü her müzâkere döneminde üzerine düşeni fazlasıyla yapmış,
verilebilecek bütün tâvizleri görüşmekten kaçınmamıştır.

  

Bu konuyla
ilgili çok önemli bir gerçeği târihe not düşmek gerekirse, Kıbrıs’ta yıllar
boyunca süregelen her baskıya direnerek kendi devletini kuran bir millet olan
Kıbrıs Türkü; adada çözüme destek vermek maksadıyla 2004 yılında Annan Planına
dahi ‘evet’ diyerek kendi kurdukları devletten dahi vazgeçmişler ama Rum tarafı
çok önemli tâvizler elde ettikleri bu plana bile hayır demiştir.

   

Aslında
Rumlar, Kıbrıs konusunun çözümünde ortaya koydukları olumsuz davranışlarıyla
Kıbrıs Türk tarafına iki defa çok önemli iyilik yapmıştır.

     

Bunlardan
birisi Annan Planında, diğeri ise Temmuz 2017 deki Crans Montana görüşmelerinde
takındıkları tutumdur.

    

Eğer bu iki
süreçten birisinde çözüm adına Türkiye ve KKTC yönetiminin vermiş olduğu tâvizleri
Rum tarafı da kabul ederek bu çözüm planlarından birisine evet deselerdi; bugün
Doğu Akdeniz’deki enerji yatakları konusunda hiçbir hak iddia demeyeceğimiz
gibi, Türkiye’nin milletlerarası sulara açılan yegâne penceresi olan Kıbrıs
adası da elimizden gitmiş olacaktı. Büyük Önder Atatürk’ün yıllar önce ‘Kıbrıs adasına dikkat edin’ demesi bu
yüzden boşuna değildir.

   

Dolayısıyla
Kıbrıs’taki mevcut statü, milletlerarası arenada aleyhimize olsa da, millî statümüzde
lehimize sürmektedir.

   

Şurası da
değişmez bir gerçektir. Millî dâvâlar uzun solukludur. Böylesine uzun dâvâları
kazanabilmek sabır ister. Güçlü olmayı gerektirir. Türkiye’de Kıbrıs Milli Dâvâmızı
savunacak gücü ile ada üzerinde elde edilmiş hukukî ve târihî kazanımlarımızı
kaybetmeme kararlılığındadır.

    

Önceki İçerikEkonomik Sorunlar Karşısında Halkın Samimiyeti!
Sonraki İçerikTürk Milliyetçiliği /Turancılık ve Sistematik Düşünme
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.