Bazılarının 10.Yıl Marşı’ndan rahatsız oldukları, duyduklarında asaplarının bozulduğu anlaşılıyor. İşin hoş olmayan tarafı, Mehter mi; yoksa 10.Yıl Marşı mı ayrımına gidilmesidir. Her şeyi birbirine karıştıran ve çatıştıran, zihinleri allak bullak eden, ülkeyi yangın yerine çeviren ve kamplaştırmayı tahrik edenler, sürekli olarak toplumu her konuda germekle meşguller. Oysa ne Mehter Marşı, ne de 10.Yıl Marşı birbirinin yerine geçebilir ve ne de rakip olabilirler. Ancak maalesef bazı politikacılar sorun yaratmada oldukça becerikliler… Birlik ve bütünlük zedelendikçe, çatışmacı davranışlar tahrik edilip yaygınlaştıkça, ülkenin daha demokratikleşeceğini zannedenler var. Herhalde siyaset yapmak toplumu cephelere ayırmak şeklinde anlaşılmamalıdır. Yine siyaset yapmak, farklılıklar yaratmak, onları kutsallaştırmak ve birliktelikleri dışlamak da değildir.
Ancak aksi davranılarak siyasi menfaat sağlamak hedeflenmektedir. Toplum kutuplaştırıldığı ve kamplaştırıldığı oranda daha fazla oy alınacağı beklentisi vardır. Son yıllarda birçok olay kullanılarak dünün Demokrat Parti – CHP çatışması veya Adalet Partisi – CHP karşıtlığı gündeme taşınmakta, 27 Mayıs’ta idam edilen rahmetli devlet adamları ve darbeler malzeme olarak kullanılmaktadır. Bu defa dünün iki partili çatışmasının yerini AKP-CHP ikileminin almasına gayret edilmektedir.
Diğer taraftan, akiller heyeti olarak ortaya çıkan malum kişiler PKK taleplerini bile az bulup daha da ileri götürmüşlerdir. Ismarlama raporlarında neler olduğu gazeteniz Yeniçağ’da geniş bir şekilde yer almıştır. Bu akillerin çizgisi ile iktidarın çizgisi aynı olmasaydı, zaten bunlar seçilmezdi. Bu heyette bulunanlardan bazılarını ilerde siyasette de görebiliriz. Görevlerini bir heyet halinde TBMM’de de devam ettirebilirler. Eğer siyasete gireceklerse öncelikle müracaat etmeleri gereken yer BDP ve daha sonra da AKP olur diye düşünüyorum. Bu kadar yorgunluk ve hizmet karşılıksız bırakılmamalıdır. Kürtçe bilip bilmemeleri önemli değil… Zaten malum siyasi partinin yönetiminde olanların önemli bir bölümü de Kürtçe bilmediği gibi Kürt de değillerdir. Kürt sorunu diye takdim edilen sorun; Kürtlerin değil; onları kullananların sorunu olduğuna göre; partili milletvekilleri ve ileri gelenlerin Kürt olmasına da gerek yoktur. Cumhuriyet ve milli devletle kavgalı olmak, milli değer ve sembolleri reddetmek yeterlidir. Solun milliyetsiz kesimi ile İslamcı diye ortada dolaşan bazıları ve beyaz bayrak elde dolaşan bazı liberaller ile etnik ırkçılar aynı çizgide buluşmuşlardır. İşin enteresan tarafı, teorik olarak etnisite ile ilgilenmemeleri gereken aşırı sol çevreler ve diğerleri birden Kürtçü oluverdiler. Hedef 2000’lere taşınan 1923 Türkiye’sidir. Bundan dolayı Atatürk’e ve Milli Mücadelenin önde gelen isimlerine düşmanlar ve İstiklal Harbi’ni kabullenemiyorlar. Onlara göre İngiliz veya ABD mandası varken Milli Mücadele adını taşıyan bir macera uğruna vatan çocuklarını ölüme sürükleyip anaları ağlatmaya gerek yoktu. Onlar kurtuluşu işgalcilerle işbirliğinde görüyorlardı.
Kerkük’te Tuzhurmatu’da uygulanan ve 13 soydaşımızın şehit edildiği soykırım örneklerinden sonra, Doğu Türkistan‘dan da acı haberler geldi. Haberlere ambargo konduğundan ne kadar Uygur Türkünün bu olaylarda hayatını kaybettiğini bilemiyoruz. Ancak onlarcasının hayatını kaybettiği anlaşılmaktadır. En basitinden en şiddetlisine kadar bu gibi olayları bir ülkenin iç meselesi gibi kabul etmeyen ve insan hakları çerçevesine oturtan Batı Dünyası bu defa da yeterli tepkiyi verememiştir. Aslında Doğu Türkistan’daki kardeşlerimiz uzun yıllardır Çin’in insafına terk edilmiş, Türk’ler üzerinde değişik baskılar ve soykırım örnekleri uygulanmıştır. Bu sorunlarla gerektiği gibi ilgilenecek bir siyasi iktidarın gündeminde “Türk Meselesi“nin olması gerekir. Bugün bu kayıp adeta ilanla aranır haldedir. Türk Milletinin önüne seçim sandığı konduğunda bütün olumsuzluklar hesaba katılmak durumunda olacaktır.