‘İnsanlarımız arasına, nice bin yıllık bağların, yok edilmesi maksadıyla, kan dâvâsı sokmak isteyenlerin karşısına ‘kültür akrabalığı tezi’ ile çıkılmalı idi. Bu gerçeği yetkili ve mesul durumda olanlara anlatamadık. Bu konuda inkârcılıkla itham edenler daha etkili oldular.’ Diyor.
Oğuz Çetinoğlu: ‘Etnik Kürt milliyetçiliği’ olarak da isimlendirilebilecek olan Kürtçülük hareketinin başlangıcından günümüze, kısa bir özetini verebilir misiniz?
Dr. Yaşar Kalafat: Bu noktada milliyetçilik kavramına yüklenen anlam önem kazanmaktadır. ‘Kürtçü‘ kelimesinin son hecesine Türkçü de olduğu gibi yanlış anlam yükleniyor ‘cu / cü‘ son eki, sadece ait olduğu toplumun menfaatlerinin koruyucusu anlamına gelmemeli. Bu anlamda Kürtçü veya Türkçü olabilmek için, konuştuğu dilden yola çıkmak şartı olmadığı gibi dil farklılığı halkları sevebilmek için bir üstünlük de sağlamaz. Bize göre bir Türkçü birlikte yaşadığı kültürleri de sevip sevdirebilmelidir.
Kültür milliyetçiliği kültür şovenizmi değildir, olmamalıdır. Kültür emperyalizmine karşı kendisine ait olana birlikte yaşadığı halklarla beraber sahip çıkabilmektir. Birlikte yaşayan halkların kültürlerine sahip çıkabilmek etnik milliyetçiliğin aşılabilmesinde yegâne sağlıklı yoldur. Kültürünü sevmek, paylaşabilmek farklı kültürlere düşmanlık yapmayı gerektirmez. Bilakis halk kültürünü siyasete âlet etmenin önünü keser.
Etnik Kürt Milliyetçiliği Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan da vardı. Mensubiyet duygusu Osmanlı tabasında taraftar bulmaya başlayınca ev dili Türkçe olmayan insanlardan, çeşitli sebeplerle Kürt kimliğini benimseyen kesimde de doğal olarak taraftar ve temsilci buldu. Giderek bu cereyanlar arttıkça Kürtçü hareket de farklı ortamlarda farklı taraftar bularak güçlenip şekillenmeye başladı. Şurası muhakkak ki her dönem az çok dış destekçi buldu ve her dönem Türkiye’de yönetimler, halkını yeterince tanıyamamış olmalarının bedelini, bâzı vatandaşlar giderek katlanan acı faturalarla ödediler.
Çetinoğlu: Doğu Anadolu’daki ayaklanmaları mı kast ediyorsunuz?
Kalafat: Doğu Anadolu ayaklanmalarının hepsini ve bütün safhaları ile Kürt hareketinin bir parçası olarak görmek ve göstermek gerçekle bağdaşmaz. Doğu ve Güneydoğu halkında mensubiyet duygusu çok kere ‘şarklı olma‘ noktasında şekillenmiştir. Anadili Türkçe olan gençler de öğrencilik ve meslek hayatımızı, bölgenin ihmal edilmişliğine tepki dayanışması ile sürdürdük. Türk gençliği ve meslek kuruluşları sağcı – solcu olarak bölünürken batıda olduğu gibi doğuda da solcular ve sağcılar vardı. Giderek kamplar ‘Ülkücü ve Dev-Genç‘ diye şekillenince, demokratik Devrim Stratejisi, Sosyalist Devrim Stratejisi, Ulusal Devrim Strateji gibi arayışlar sol kesimde ayrışmaya yol açınca, Türkçeden farklı dilleri konuşan bir kısım Anadolu halkı bu stratejileri Türkiye geneline değil mensubu bulundukları halk kesimi için uygulamaya başladılar. Etnik milliyetçilik dil farklılığı ve bölgecilikten yola çıkmaya başlamıştı. Bu stratejileri benimsemiş örgütler kurulmaya başlandı. Bu örgütler kendi insanları arasında da strateji farklılığı sebebiyle ihtilaflı bir mücâdele yürütüyorlardı.
Ulusalcı stratejiler ağırlık kazanmaya ve Türklük karşıtı olma noktası öncelik edindi. Derken 12 Eylül oldu ve bütün örgütler bu arada Kürtçü emellere hizmet edenler de kapatıldı. Eğitim toplantıları, yürüyüşler yapılamıyor, yayın organları çıkarılamıyordu. Kalem yerini silaha ve şehirler yerlerini büyük ölçüde köylük kesime bırakmıştı. Kürtçe konuşanların tarafsız olma şansları bile bırakılmamıştı. PKK yurt içinde ve yurt dışında benzeri örgütler itibâriyle inisiyatifi/üstünlüğü ele geçirmişti.
Çetinoğlu: Komünizmin çöküşü, gelişmeleri nasıl etkiledi?
Kalafat: Komünizm dünya genelinde tükenince, bu gelişmeye paralel olarak Türkçe ana dilli Marksistler de tükendi. Ancak Kürtçü komünist ideoloji diğer yarısı ile yâni Kürtçü yanı ile varlığını sürdürebilme imkânını sağladı. Dış destek alma bakımından da bu grup Sovyetler Birliği’nin dağılması ve çok geçmeden ABD’nin Ortadoğu’ya inmesi ile diğerinden şanslı idi. Ayrıca şanslı olan kesimin köylük alanda taban bulma imkânı tabiî olarak hep var olmuştu.
Türkiye’nin güneyinde Irak Kürdistan Demokrat Parti ve Yurtseverler Kürdistan Birliği, Irak merkezli Kürt zeminde etkinlik gösterirlerken aralarında da sürekli çatışma içeren ciddî ihtilaf vardı. Derken Saddam düşürüldü. ABD, Türkmenleri dışarıda tutan yapay bir 36. paralel çizdi. Barzani ile Talabani’yi barıştırma, askerlerini eğitip, finanse edip silahlandırma işlemini Türkiye’ye verdi. Projeye göre Kuzey Irakta, Kürtçe konuşan Irak halkı ile birlikte Türkmenler de koruma altına alınacaklar, Barzani- Talabani ittifakı PKK etkinliğini önlemekte görev alacaktı. Bu ittifak ‘kendi halkı ile çatışmayacağını‘ açıklarken kurulmuş olan Türkiye-Türkmenler-Irak Kürtleri yapılanması ve ABD dayanışma cephesinden Türkmenler, Türkiye ile birlikte dışlandı. O tarihten itibâren Barzani sadece Orta Doğu’da değil dünya Kürtlüğünün sözcüsü durumuna getirildi.
Çetinoğlu: Yapılması gereken ne idi?
Kalafat: Biz çalışmalarımızda; çoğunlukta olalım veya olmayalım birlikte yaşadığımız halkları hiçbir zaman inkâr etmedik. Her toplumu soyu ile sopu ile Türk sayma yanılgısına da düşmedik. Zira kültürümüzde kavmiyetçilik, birlikte yaşama isteğimizin önüne geçmemiştir. Ancak birlikte yaşayan halkların kültür akrabalıklarının bulunup çıkarılmasını istedik. Kültürel akrabalıklardaki organik bağların yok sayılmasına karşı çıktık. Zira biz tarihî kültürel mirasın parçalanmaya kalkışılmadan, aynı ülkede yaşayan insanların birlikteliğinin önlenilmeyeceğinin farkında idik. Nitekim Türkiye’de toplulukların ihtilafa düşürülmelerinin önünde bu ciddî engelin bulunduğunu bilenler, nice bin yıllık bağların, kültür bağlarının yok edilmesi adına halkların arasına kan dâvâsı sokmak istemektedirler. Türk kültürlü farklı kökenlere mensup topluluklar arasındaki kültür akrabalığının anlatılması ihtiyacı da kültür ırkçılığını önleme adına başlatılmıştır. Bu gerçeği yetkili ve mesul durumda olanlara anlatamadık. Bu konuda inkârcılıkla itham edenler daha etkili oldular.
Çetinoğlu: Adına, ‘Kürtçe’ denilen bir dille konuşan vatandaşlarımızın ‘Kürt’ olarak isimlendirilmesinde bir yanlışlık yok mu?
Kalafat: Kürtçe konuşan Türklerin kimliğine konulan tanımlamalarda hatâlar oldu. Ancak bu konudaki arayışlar esnasında yapılan adlandırmalara karşı olanlar da samimiyetten ziyade polemik yapma yolunu seçtiler. Birlikte yaşama adına sosyal ortaklığa çağırım yapabilecek farklı tanımlar üzerinde duruldu. Ancak karşı propaganda engeline takılan bu arayışlara, gerekli taban oluşturma fırsatı verilmedi.
Bizim zaman içerisindeki izah tarzımız tamamen farklı olmamakla beraber tamamen de aynı değildir. Bu kere daha ziyade halk kültürü çıkışlı ve halk inançları merkezli bir kültür tanımı üzerinde çalışıyoruz. Diğer kültürel alanlardaki ayrılıklarda olduğu gibi, halk inançları kültüründe de farklılıkları saygı ile karşılıyor, tavrımızı onların yaşamalarından yana koyuyor, bu farklılıkların hoşgörü ile karşılanması gerektiğini savunuyoruz.
Zira halk kültürü zemininde gidilecek bir bölüşülmede, taraflar itibâriyle bütünden bir parça düşmesine müsâit değildir. Böylesi bir bölüşme, bölüşülen matahı yok eder. Bu neviden bir gelişme ise, birlikte yaşayan halklardan bir tarafın değil, kültürel gücün emperyalizmine hizmet etmiş olmasını sağlar
Çetinoğlu: Türkiye’de yaşayan Kürtler için hangi isimlendirme uygundur?
A- Türk milletinin içerisinde yaşayan bir antik grup.
B- Kendine has müziği, dili, kültürü olan ayrı bir millet
C- Türk milletinden ayrıştırılmaya ve millet hüviyeti kazandırılmaya çalışılan mahalli özelliklere sâhip bir topluluk.
Kalafat: Bu üç tanım bana göre birbirlerinin alternatifi değillerdir. Bunlar Kürtlüğün farklı boyutları esas alınarak yapılmış tanımlardır. Kürtler Türk milletinin içerisinde ve Türk tarihinin hemen hemen her safhasında yer almış diğer Türk kültürlü halklar gibi Türk kültürünün vârisi ve sahibi olan topluluklardan birisidir. Farklı bir millet değil halk kültürünün her kesiminde kendisine has özellikleri de bulunabilen Türk milletinden ayrıştırılmaya çalışılan ortak kültürlü insanlarımızdır.
Türkiye’de yaşayan Kürtler, evlerinde Kürtçe konuşan Türklerdir. Türkiye’de yaşıyor olmaları da şart değildir. Türkiye Cumhuriyetini kuran halkın içinde Kürtçe konuşanlar da var iken, bu halkın akrabaları diğer Türk dilli halkların Türklükle akrabalıkları kadar Türk’türler.
Burada da olduğu gibi yazılarımızda ana dili ve doğma dînî farklılığına rağmen bir Türk kimliğinden bahsediyoruz, Ziya Gökalp’in ‘Dini Dinimden Dili Dilimden‘ ölçüsünü kaldırmış mı oluyoruz? Konunun can alıcı noktalarından birisi de budur.
Çetinoğlu: Millet hayatında dilin ve dinin yeri nedir?
Kalafat: Millet hayatında dilin, ortak dilin, millî dilin önemi Atatürk’ün de belirttikleri gibi inkâr edilemez iken, Türkçenin Türk millet hayatındaki mümtaz yeri de tartışılamaz. Dine gelince keza din de millet hayatında dil kadar önemli yer tutan bir faktör iken, İslamiyet’in Türk millî hayatındaki yeri de tartışılamaz. Ne var ki, anadili standart Türkçe olmayan Anadolu Türklüğünün aslî unsurlarından öyle insanlar var ki, ana dilini değil, ortak dil Türkçeyi tercih etmiş öğrenmiş ve öylesine kullanıyor ki, ana dilini çok kere hiç bilmiyor. Bu noktada ana dili şartı ne derece geçerli olur. Yakutlar, Çuvaşlar ana dilleri Türkçe olan halklardır. Aralarında Rusça anlaşmak mecburiyetindedir ve anadillerini bilmezlerken özel ihtisas edinmemiş bir Anadolu Türkü, Yakutça veya Çuvaşça’yı lügat kullanarak dahî anlayamaz. Bizim tanımımızda gündeme getirilen hususta, bilgi sınırlılığından ötürü anlayamadığımız Türkçenin dışlanması söz konusu değildir. Ancak, ana dili farklılığını da dışlamayı, yâni tanım dışında tutmayı düşünmüyoruz.
Çetinoğlu: Kültür emperyalistleri, dil farklılıkları oluşturmaya çalışırlar…
Kalafat: Bu noktada asıl önem arz eden husus, kültür emperyalizminin stratejilerini takip edebilmektir. Emperyalizm vernaküler dillerin/sınır toplumları dilleri arasında ortaklıklar kurup onlardan ortak millî edebî diller oluşturulurken, öz Türkçe olmadıklarından hareketle dilde sadeleştirmeğe gitmek bize göre bağnazlık bile değildir. Türkçeden dışlanılan kelimelerden yeni diller oluşturuluyor ise, dilcilerimiz bu gelişmeden mesajlar alabilmelidirler. İmparatorluk dönemi dil politikası bu noktada önem kazanır. O dönemden bazı esinlenmeler tabii ki, yapılabilir.
Dr. YAŞAR KALAFAT’ın Biyografisi. 1939 yılında Kars’ta doğdu. İlk ve orta tahsilini doğduğu şehirde, Yüksek tahsilini 1961-1962 ders yılında mezun olduğu Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde zooteknist olarak yaptı. 1986-1987 güz döneminde Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden fark derslerini vererek mezun oldu. 1987 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Yakın Çağ Tarihinden ‘Şeyh Sait‘ konulu, 1989 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Halk Edebiyatından ‘Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri‘ konulu ve 1991 yılında Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dinler Tarihi’nden ‘Kuzey Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’ta eski Türk Dini İzleri, Dini Folklorik Tabakalaşma‘ konulu mastırlar yaptı. 1992 yılında Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Ana Bilim Dalı’ndan ‘Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar‘ konulu çalışması ile bilim doktoru unvanını aldı. 2002 yılında Kazakistan’da KPSA’nın Fahri doktoru oldu. Irak, İran, Suriye, Türkmenistan, Tacikistan Afganistan, Özbekistan, Karakalpakistan, Kırgızistan, Kazakistan, Nahçıvan, Azerbaycan, Gürcistan, Karaçay-Çerkez, Kabartay-Balkar, Dağıstan, Kırım, Çuvaşistan, Tataristan, Başkurdistan, Altay, Hakasya,Yunanistan, Romanya, Makedonya, Sırbistan, Dağıstan, Bulgaristan, Gagauzeli, Kıbrıs, Dağlık Altay gibi Türk Bölgelerinde, Suudi Arabistan’da Almanya, Belçika, Avusturya, Norveç, İsveç, Hollanda’da araştırmalar yaptı. Buralarda çalışma alanındaki konular üzerinde araştırmalarına devam ediyor. Başbakanlıktan emekli olduktan sonra ASAM Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde Kafkasya Araştırmaları Masası Başkanı ve üyesi olarak çalıştı. İLESAM, Folklor Araştırmaları Kurumu, Dinler Tarihi Derneği üyesidir. Avrasya, Analiz, Stratejik Analiz, Avrasya Dosyası, Jeopolitik Gündem gibi yayınların Yayın Kurulunda görev yaptı. Dr. Yaşar Kalafat’ın yayınlanmış eserleri: Balkanlardan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları: (10 Cilt. Ankara, 2005-2007), Eski Türk İnançlarının Rize ve Yöresi Halk Kültüründe İzleri: (Rize, 2006), Türk Halk Tefekküründe Kurtuluş, Kuruluş, Korunmuşluk İtibariyle Meniler: (Diyarbakır, 2006), Halk Mistisizminde Osmanlı Türk Tefekkürü: (Zagrep, 2006), Diyarbakır ve Çevresi Örnekleri İle Halk İnançlarında Tavaf-Dönme: (Diyarbakır, 2006), Pir Tiplemesi / Halk İnançları-Mit Güzergahında: (Ohri, 2006), Türk Halk İnançlarında Baba İyesinin Mitolojik Boyutları: (Kayseri, 2006), Dedem Korkut: (4 Cilt. Ankara, 2005), Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî: (Ankara, 2006), Teori ve Metot: (3. Baskı. Ankara, 2008), Türk Halk İrfanında Kurt: Ankara, 2009),
|