Zaman zaman kültür ve kimlik konuları gündeme getirilip tartışılmaktadır. Özellikle bugün hızını kaybetse de küreselleştirmenin bir bakıma coğrafyaları vatansızlaştırma ve o coğrafyalar üzerinde egemen kültürü dışlama, milletleri uyuşturma, uysallaştırma ve tepkisizleştirme amacı taşıdığı söylenebilir.
Kültür kısaca yaşama tarzıdır. Milletleşme süreci ile birlikte yürür ve zenginleşir. Kültür bütün unsurlarını kapsayan organik bir bütündür. Milli seviyede kabul görmesi ile kültür bölgeselliği aşarak millileşir. Kültür konusunda coğrafi determinizm çoktan aşılmıştır. Coğrafya yaşama tarzını değişik şekillerde etkilese de, kültür yaratıcı, yönlendirici ve zengin ise; o coğrafyaya damgasını vurur ve o coğrafyayı vatanlaştırır. Kültür unsurlarından sadece biriyle mesela dille ifade edilemez. Ancak dil belirli bir kültürün önemli ve mümeyyiz bir vasfıdır.
Kültürler birbirlerine kapalı da değillerdir. Karşılıklı bir alış veriş, temas ve etkileşim vardır. Kelimeler ve bazı gelenek ve görenekler kültürler arası dolaşır. Gerek savaş, gerek barış dönemlerinde etkileşim görülür. Eğer bir kültür daha fazla alıcı durumda ise; zamanla özgün olma özelliğini nispeten kaybedebilir. Sanattan değişik dallara kadar çevreye vurulan damga belirli bir kültürün mührünü ve izlerini taşır. Eğer bir kültür ve yaşama tarzı verici ve çevreye katkı yapıcı değil de; sadece alıcı ise o yaşama tarzı zamanla yaşadığı bölgede egemen kültür olmaktan uzaklaşır. Karışmışlık ve kargaşa yaşama tarzına yansıyabilir. Mensubu olmaktan şeref duyduğumuz Türk kavmi, Orta Asya menşeili olmasına rağmen, İslam’ın kabulü ile yaşama tarzımız zenginleşmiş, Tanzimat ve sonrası Batılılaşma hareketleri artı ve eksi yönde kültürümüzü etkilemiştir.
Kültürde ve kimlikte coğrafya tek tayin edici değildir. Eğer öyle olmuş olsaydı; Türk Kimliği yerine Türkiyelilik öne çıkar; Türk Sanatı ve Edebiyatı Türkiye Sanatı ve Edebiyatı olurdu. Yine bazı teorik iddialar ve yeni kimlik arayışları geçerli olsaydı, Türklerin yaşadığı her bir coğrafyada milli kültür izlerimiz zaten Osmanlı Türk eserlerine yönelmiş saldırılarla çoktan kaybolup giderdi.
Türklerin Bizans’tan Arap ve Fars kültüründen ve daha sonra da Batı kültür değerlerinden etkilenmiş olduğunu ne Aydınlar Ocağı reddetmekte ve ne de bu etkileşimi sıfıra bağlamaktadır. Anadolu’da 1071’e ve 11.yy öncesinde de Türk Kültürü yaşamaktaydı. Türk Kültürünün Anadolu’ya girişini sadece 1071’e bağlamak eksik bir yaklaşımdır.
Aynı ümmete mensup milletler arasında da yaşama tarzı farkları ve İslam’ı algılama tarzlarında farklılıklar vardır. Bu bir sosyal gerçektir. Üstünlük ve aşağılama gerekçesi de değildir. Anadolu’da karışmışlık ve mozaik aramak Aydınlar Ocağı çevresinde yer alan aydınlarca kabul edilen bir şey değildir. Böyle bir karışmışlık hele 11.yy’dan itibaren söz konusu olmuş olsaydı; Türk kimliği ve Türk kültürü Anadolu’da çoktan ortadan kalkmış olurdu. Karışmışlık ve mozaik iddiaları, Anadolu coğrafyasını milli kimlikten uzaklaştırmak ve kimliksizleştirmek amacını taşımıştır. Bu konuda romantik sol ve bazı liberal çevreler ve Anadolu’da yeni kimlik ve din arayışına çıkanlar yanılmışlardır. Türk kültürü yerine Türkiye kültürü arayışı, Türk kimliği yerine Türkiyeli veya TC vatandaşlığı somut bir kimlik tanımlayamaz. 1982 Anayasası’nın 66. Maddesine takılıp kalanlar, Bozkurt Güvenç gibi Türk kimliği yerine “insan kimliği“ni öne sürenlerin yanlışlarına düşülmemelidir.
Yaşama tarzı öyle bir kültürel güçtür ki; belirli bir coğrafyada egemen oldukça o coğrafyadaki yer isimlerini de değiştirebilir. Meselâ, Kazakistan’da milli bağımsızlıktan sonra Rusça ve Kosova’da Sırp’ça yer adlarının hemen değiştirilmesi gibi…
Kazakistan somut bir örnektir. Başta değerli devlet adamı ve Türk milliyetçisi Nazarbayev’in milli hassasiyetini bizdeki bazı sağcı ve solcu düşünenlerde göremiyoruz. Bu çevreler eski tüfek bazı yazarların karışmışlık iddialarının etkisinde kalarak Kazakistan’daki kültürün Türk kültürü olmadığını bile ileri sürebilmektedirler. Eğer bunların söyledikleri ve bir kısmının hayalleri gerçek olmuş olsaydı; başta Sayın Nazarbayev Türk kimliğine sarılmazdı.
Bir kültürel kimlik ve milli seviyede kabul görmüş kültür içinde farklı etnisiteler de bulunabilir. Bunların bölgesel yaşama tarzlarında da bazı farklılıklar görülebilir. Ancak bütün bunlar etnik seviyede bir ayırımcılığın ve taassubun kaynağı olamaz.