Konuları incelemeden, bilgi sahibi olmadan yeni ve önemli bir
şey keşfetmiş gibi Türk-İslam sentezi üzerine abanıp kalem oynatanlar çoktur.
Aydınlar Ocağı gibi etkili bir kuruluşu sözde yıpratmayı amaçlayan, ciddi
gözüken ama aslında ciddiyetten uzak sözde aydınlar gördük. Bir ara Bodrum’da
yapılan ve bizimle ilgisi olmayan bir aydınlar toplantısını bize mal eden kalın
kitaplarıyla tanınmış bir yazar vardı. Genel başkanlarımızdan rahmetli
Prof.Dr.Süleyman Yalçın ile Prof.Dr.Aydın Yalçın’ı birbirine karıştırmıştı. Maalesef
bu gibi örnekler çoktur. Bunlardan bilgi sahibi olanlarımıza doğrusu yazık
oluyor. Bir kötü alışkanlığımız da yakıştırmalara dayalı peşin suçlama,
aşağılama ve haksız etiketlemedir.
Bir kere bu
sentez fikri 12 Eylül 1980 döneminin ürünü değildir. Efendim 12 Eylül paşaları
Aydınlar Ocağı’nın yayınlarını okumuşlar, etkilenmişler ve hemen uygulamaya
girmişler! Hayret doğrusu… Bu paşalar liseyi yeni bitiren gençler değildi. 12
Eylül’de faaliyetleri durdurulan dernekler arasında Aydınlar Ocağı da vardı. 12
Eylül generallerinden en büyük zararı parti olarak MHP ve Türk milliyetçileri,
ülkücü gençler görmüştür. Yapılan işkencenin ve hakaretin sınırı olmamıştır. İdam
edilecek aşırı sol militanlara eşit sayıda ülkücü asmayı tarafsızlık
saymışlardır. Böyle garip bir tarafsızlık uğruna çok yanlışlar yapılmıştır.
Bizim “Türk-İslam
ülküsü”, “Türk-İslam kültürü” olarak ifade etmeyi daha uygun bulduğumuz
kavramın ortaya çıkış tarihi 12 Eylül 1980 darbesinden çok öncedir. Siyasi
bakımdan bu kavramın ortaya çıkışına ortam hazırlayan Adana’da yapılan CKMP (Cumhuriyetçi
Köylü Millet Partisi) kongresidir. Bu kongrede kültürümüzün iki temel unsuru
esas alınmış, gereksiz tartışmalar önlenmiş, temel kültür özelliğimiz Türk’lüğe
ve Türk üslubu içinde İslam’ı yaşamaya bağlanmıştır. Gençlik ve parti
amblemleri değiştirilmiş ve günümüze kadar kullanılmıştır. Parti amblemi üç
hilal, gençlik amblemi de hilalli bozkurt olmuştur.1965 Genel Seçimleri
sonrasında yapılan kongrede ele alınmıştır. Bu iki temel kavramın birbirine
rakip olmadıkları, ancak birbirlerini tamamladıkları kabul görmüştür.
Daima saygı
ve rahmetle andığım güzel intibalara ve milli hassasiyet örneklerine şahit
olduğum rahmetli Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu Türk Milli Kültürü kitabının özeti
niteliğinde bir kitap hazırlığı yapar. Bu kitaba da özet olarak “Türk Medeniyet
Tarihi Üzerine” ismini koymaya hazırlanır. Rahmetli Kafesoğlu 1984 yılının
Ağustos’unda Allah’ın rahmetine kavuşur. Kendisini saygı ve rahmetle anarım.
Nur içinde yatsın. Bu kitaba daha sonra yönetimce yeterince görüşülmeden
Türk-İslam Sentezi ismi konur. Özal döneminin siyasişartları da buna uygundur.
Ancak bir
fikri hazırlık yapıyorsanız ve hele yeni bir kavramı bir fikir ve düşünce
kuruluşu olarak ortaya koyuyorsanız; bunun altına fikirle doldurmak
zorundasınız. Bunun başka bir çözümü olmaz. Kalan boşluk herkesin istediği
yönde konunun bir tarafa çekilmesine sebep olmuştur.
Kavram bazı
belirsizlikler taşıdığı için önüne gelen herkes kendi açısından konuyu oraya
buraya çekiştirmiş ve yakıştırmalara göre üstelik Aydınlar Ocağı’nı suçlar
şekilde kavramı canının istediği gibi kullanır hale gelmiştir.
Aydınlar
Ocağı basit bir genelleme içine sokulamaz. Birçok sağ kuruluştan farklı ve
tüzüğünde bazı sağ kuruluşların açık veya gizli maalesef rahatsız oldukları
Türk milliyetçiliği çizgisinde olan yerli ve milli bir kuruluştur. Devletimizin
kurucu iradesine ve felsefesine bağlı, Cumhuriyetle ve milli kimlikle kavgalı
olmayan kuruluşumuzu artık bazılarından ayırmak gerekir. Çarpık zihniyetle
yetişmiş bize yabancı yazarların etkisinde kalıp başkaları adına kendi
devletiyle maalesef kavgalı olanların Aydınlar Ocağı’nın faaliyetlerinden
memnun olmamaları yadırganacak bir şey değildir. Bilhassa 1988 sonrası Aydınlar
Ocağı’na saldırmak için hep fırsat aranmış; ancak fazla fırsat da ortaya
çıkmamıştır. Görülmüştür ki; Aydınlar Ocağı mensupları milliyetine, milli kimliğine
hassasiyetle bağlı olduğu kadar mensup olduğu din dairesinin de farkındadır. Milliyet
ve mensup olunan din dairesi birbirine rakip de değildir. Bunlar ayrı
şeylerdir. Bizler her iki mensubiyetten de şeref duyarız. Bir ara orada burada
milliyetçiler Aydınlar Ocağı’nı ele geçirdi diye ortalığı karıştırmak
isteyenler, bu değerli Ocağın çoğu Allah’ın rahmetine kavuşmuş kurucularını
acaba milliyetsiz olarak mı kabul etmişlerdi, bilemiyoruz.
Türk
milliyetçileri 19 ve 20. Yüzyıllarda önlerine çıkarılan iki tehlike ile
mücadele etme zorunda bırakılmışlardır. Bunlardan birisi çok değişik ülke ve
kanallardan beslenen komünist hareketlerdir. Diğeri ise; Müslümanı Müslümana
yabancılaştırma ve ötekileştirme amacı güden siyasal İslam’la mücadeledir. Siyasal
İslam Müslüman kardeşler grubunca savunulan ve SeyyitKutub’un fikir babası
olduğu bir akımdır. Milliyetçiliği ve vatan fikrini reddeden, milliyetçiliği
ırkçılıkla bir gören bu düşünür, milliyetçiliği ideoloji kapsamında görmüştür.
Oysa milliyetçilik milletten millete ve milli devletten milli devlete
değişebilen, bir donmuş teori ve ideoloji değil; milli menfaatlere göre varolma
mücadelesi olarak sürdürülen bir pratiğin adıdır. Her şeyden evvel Türk Milletinin
kültürden iktisada ve çevreye bakışa, sanat anlayışına kadarbir tavır alışlar
bütünüdür. Milliyetçilik ve vatan sevgisi gibi mukaddes değerlercahiliye
devrinden kalma değil; tam tersine toplumların aydınlanma derecesine göre
doğmuştur. Dün ve bugün tarih göstermiştir ki, vatan ve milliyetçilik duygu ve
düşüncesini ihmal eden ülkeler, bunun tersini hisseden ve buna göre politika
oluşturanların daima avı olmuşlardır. Aşırı solun teorik olarak reddettiklerine
zamanla siyasal İslamcıların sarıldıkları görülmektedir. Yaşadığımız çağ
milliyetçilik değerlerinin ve düşüncesinin yükseldiği bir çağdır.
Bu bakımdan,
Türk milliyetçileri İslam ümmetine mensubiyete değil; siyasal İslam adı altında
bayraksız, vatansız, milli kimliksiz, milli sınırları dışlayan, devletsiz bir ütopyaya
karşıdırlar. Güneyimizdeki bazı ülkelerin yazarlarının dolduruşlarına gelme yanlışına
da düşmezler. Bu gibi fikirlerin örtüsü kaldırıldığında alttan emperyal,
sömürgeci devletlerin resmi çıkar.
Siyasal
İslam’a bağlı kalanlar sağın bazı milliyetsiz ve vatansız kesimidir. Bunlar
dünün yeşil kuşak hareketine de diğer tezgâhlara da gelebilirler ve kolaylıkla
kullanılabilirler. Aydınlar Ocağı bu fikirlere tamamen karşı ve dernek
tüzüğünde Türk milliyetçiliğine hizmet ifadesi geçen bir milli ve yerli kuruluştur.
Bu bakımdan aydedeyi taşlar gibi Aydınlar Ocağı’na saldıranlar ve Türk-İslam
sentezini yeşil kuşak hareketine bağlı sözde bir taktik olarak görenler,
Aydınlar Ocağı’nın ülke ve millet menfaatine, milliyetçi çizgideki
faaliyetlerinden ancak rahatsız olanlar olabilir. Aslında bunlar dün Milli
Mücadeleyi de içlerine sindiremeyen ve Milli Mücadele’nin tacı olan
Cumhuriyetten de rahatsız olanlardır.
Bize göre,
Türk-İslam ülküsü milli kimliğimizde ve milli kültürümüzü oluşturan temel
unsurları belirler. Efendim bunlardan hangisi tez, hangisi antitez ki sonuçta
ortaya bir sentez çıkmıştır şeklinde diyalektik bir yaklaşımla konuyu ele alan bazı
Marksistler varsın bu sentezi çözmeye devam etsinler. Bunları anlarız ancak milli
ve manevi değerlere bağlı gözüküp İslam’la bağdaşmayan bazı sağcıların Türk
düşmanlığını anlamakta zorlanırız. Biz Türk-İslam ülküsünden kendini Türk
olarak hissetme, Türk milletine ait hissetmek, Türk kültürünü yaşamak, Türk
milletine has bir üslup içinde İslam’ı yaşamak olarak anlarız. Bu İslam da
Kur’an İslam’ıdır. Yeşil kuşak hareketine alet olanlar arasında çok değişik sağ
gruplardan destekleyenler olmuş olabilir. Hedef Sovyetler Birliği’nin yayılma
stratejisinden başkaları adına rahatsız olmaktır. Türk aydınları ve gençliğimiz
kullanılan bu sağcıların dışında bulunanlarca Sovyetlerin yayılmacı ve istilacı
politikalarıyla mücadeleyi yeşil kuşak patronları adına değil; Türk milleti ve
Türklük adına yapmışlardır. Bunlar kimseye alet olmamış ve yabancılar
tarafından kullanılmamışlardır.