Türk Eğitim-Sen Genel Sekreteri Musa Akkaş ile eğitim sisteminde yapılan değişiklikleri konuştuk. Tarih ve aziz milletimiz sorumluları mutlaka yargılayacaktır
Oğuz Çetinoğlu: Okul dışı eğitim, aile eğitim ve açık öğretim; klasik eğitimin yerini tutabilir mi?
Musa Akkaş: Eğitim-öğretim okulda yapılır. Eğitim öğretimi sadece ders kitaplarından ibâret görmek sağlıklı bir yaklaşım değildir. Öğrencilerin okul havasını soluması, arkadaşları ile birlikte olması, eğitimini yüz yüze ve öğretmenlerinin gözetiminde sürdürmesi, sosyalleşebileceği bir ortama sâhip olması gibi unsurlarla birlikte eğitim öğretimi değerlendirmek gereklidir.
10 yaşındaki çocuklarımızı yüz yüze eğitimden mahrum bırakmak Türk Millî Eğitimi açısından yeni bir facia olarak değerlendirilmelidir.
Bundan dolayı okulda eğitim şarttır. Mecburî eğitim çağındaki çocuklarımız için açık öğretim, ancak, sağlık durumu müsait olmayan ve çalışmak için başka bölgelere giden geçici tarım işçisi ailelerin çocukları için belli dönemlerde uygulanabilir. Bunun dışındaki bütün çağ nüfusunun okula mutlaka gitmesi sağlanmalıdır.
Şayet uygulama teklif edildiği şekilde hayata geçirilirse ülkemizde okullaşma oranları yüzde 100’e ulaşamayacağı gibi daha da geriye gidecek ve eğitim sistemimiz büyük yara alacaktır. Mevcut sistemde bile okullaşma oranlarının yüzde 100’e çıkarılamadığı düşünüldüğünde, öğrencilere ilk
4 yıldan sonra açık öğretim hakkı vermek, okullaşma oranlarının yüzde 100’e ulaşmasını istememek anlamına gelecektir.
Çetinoğlu: Katsayı uygulamasındaki yeni düzenlemeyi değerlendirir misiniz?
Akkaş: Teklifte katsayı eşitleme düzenlemesi ve meslek liseleriyle düz liseler arasındaki katsayı farkının kaldırılmasını büyük bir memnuniyetle karşılamaktayız. Türk Eğitim- Sen olarak, katsayının kaldırılması için yıllarca mücadele verdik. Sendikamız, bu uygulamanın adaletsiz olduğunu, meslek lisesi öğrencilerini mağdur ettiğini, ülkemizi dünya teknoloji yarışından kopardığını, artık bu konunun ülke gündeminden çıkarılması gerektiğini ifade etmiş, hatta hükümete defalarca çağrıda bulunmuştu. Meslek lisesi öğrencilerinin feryadını, neler kaybettiğini her fırsatta kamuoyuna duyuran Türk Eğitim-Sen, bu uygulama sebebiyle meslek liselerinin kapanma noktasına geldiğini de her platformda anlatmıştı.
Sonunda meslek liselerine darbe vuran bu uygulamaya tamamen son verilmesi, bu konunun istismar malzemesi olmaktan çıkarılması meslek lisesi öğrencilerine ve ailelerine rahat bir nefes
aldıracaktır. Yıllardır hiçbir ilmî ve pedagojik yönü olmayan katsayı zulmünün kaldırılması, meslek
lisesi öğrencilerimizi rahatlatacak ve onların da üniversiteli olabilmesi için eşit koşullarda yarışmasını sağlayacaktır.
Çetinoğlu: 4+4+4 sistemi, kesintisiz 8 yıl uygulamasının mahzurlarını gidecek mi?
Akkaş: 4+4+4 sistemi kesintisiz 8 yıl uygulamasının mahzurlarını gidermeyecek, aksine yeni problemleri beraberinde getirecektir. 4+4+4 sistemi ile 5 yıllık birinci kademe eğitimi 4 yıla düşürülmektedir. Bunu savunanlar, 28 Şubat mantığını yerle bir etmekten başka, sağlam
bir gerekçe ortaya koyamamaktadır. 5 yıllık eğitimde, onca tecrübemizin neden çöpe atıldığını
açıklayacak tek bir mantıklı cümle kuran varsa beri gelsin.
Çetinoğlu: Sözünü ettiğiniz ‘yeni problemler’ nelerdir?
Akkaş: 1 yıl azaltılan birinci kademe eğitiminin ciddî bir öğretmen dengesizliği oluşturacağı, matematik bir gerçektir. Sınıf öğretmenlerinin 1/5’inin norm kadro fazlası olacağı açıktır. Oluşacak norm kadro fazlası öğretmenlerinin, sınıf ortalamasının düşürülerek halledileceğini, okula başlama yaşı bir yaş düşeceğinden, 1’inci Sınıfa kaydolacak öğrenci sayısının iki misli olacağından dolayı fazlalık olmayacağını, bir kısım kapalı köy okullarının açılacağını söyleyenler bulunmaktadır.
Sınıf öğretmenlerinin norm kadro fazlası olmayacağını, bunu Türk Eğitim-Sen’in uydurduğunu söyleyen sendika ve sendikacılar da bulunmaktadır. Ancak, bunların açıkladığı hiçbir tedbir oluşacak
norm kadro fazlalığını engelleyecek boyutta değildir. Birinci dört yıllık döneme kaydolacak öğrenci sayısının, iki katına çıkması, yeni sınıflar açılması sonucunu doğurmayacak, bazı bölgelerde derslik başına düşen öğrenci sayısını ikiye katlayacaktır. Derslik fazlalığı olan bazı bölgelerde veya mahallelerde bu durum mümkün olabilir, ancak, burada da sınıf öğretmeni açığı bulunmaktadır. Dolayısıyla, norm kadro fazlası olan sınıf öğretmenlerinin söz konusu bu bölgelere gönderilmesi söz konusu olabilecektir. Her halükarda sınıf öğretmenlerinin norm kadro fazlası olması kesin görünmektedir.
Bu durum birkaç yıl içinde hal olabilir. Bu mümkündür. Ancak, burada esas kaygımız, bu birkaç yıl içinde, norm kadro fazlası sınıf öğretmenlerinin başına neler geleceğidir. Norm kadro fazlası olacak sınıf öğretmeni sayısı her ilde farklılıklar gösterebilir. Bazı illerde bu sayı o ilin tolere edeceği oranda olabilir, ancak, bazı illerimizde bu sayı binli sayılara ulaşabilecektir. Bu durumda, Millî Eğitim Bakanlığı’nın ne yapacağından emin olmak mümkün değildir. Bugün dahi, norm kadro fazlası
öğretmenleri, çok az sayıda olmalarına rağmen, idare etmeyen, yer değiştirmeye zorlayan Millî Eğitim Bakanlığı’nın, ortada duran yönetmeliğe rağmen, binlerce norm kadro fazlası sınıf öğretmenine göz yumması çok zor görünmektedir.
Çetinoğlu: Okula başlama yaşının bir yaş düşürülmesi….
Akkaş: Okuma yaşının 1 yaş düşürülmesi başka bir problemdir. Kas sinir koordinasyonu tam gelişmemiş, 5 yaş grubunun, 1’inci Sınıfa kaydının ilmî hiçbir gerekçesi bulunmamaktadır. Henüz
oyun çağındaki çocukların okula kabulü, okul öncesini 1’inci Sınıfa kaydırmak anlamına mı gelmektedir? Önümüzdeki eğitim öğretim yılında, hem 5 yaş, hem 6 yaş grubunun 1’inci Sınıfa kabulü, öğretmenlerimiz açısından da sıkıntılı bir yıl yaşanması sonucunu doğuracaktır. 6 yaş grubunun okul öncesi eğitim aldığı, 5 yaş grubunun almadığını düşündüğümüzde, hem bedenî gelişimler farklı, hem becerileri farklı iki yaş grubunun aynı sınıf ortamında eğitilmesi, mecburiyeti ve zorluğunu öğretmenlerimiz yaşayacaktır. Kâğıt üzerinde bu kararı alan yönetim ve bu anlamsız karara karşı durmayan Millî Eğitim Bakanlığı ana sorumlulardır. Bunlara çanak tutan sendikayı da unutmamak gerekir.
Okul öncesi eğitiminin mecburî eğitim dışı bırakılması tam bir garabet uygulamadır. Daha, düne kadar okul öncesi eğitimini bütün illerde mecburî hale getireceğiz, kaybettiğimiz yıllarımızı yeniden kazanacağız, 2011 yılında yüzde 67 oranında okullaşma sağladık, diye övünen Millî Eğitim Bakanlığı, bugün nerededir? ‘TBMM’de 1+4+4+4 modeli üzerine bir teklif hazırlanıyor‘ diyen, Bakan Ömer Dinçer okul öncesi eğitimin olmadığını, sadece 4+4+4’ün olduğunu görünce, niçin bu konuda tek kelime bile söylememektedir?
İkinci dört yıldan sonra öğrencilerin lise eğitimlerini açık öğretim yoluyla alacak olması, bugün lise eğitiminde eriştiğimiz yüzde 67’lik yüz yüze eğitim oranını, kaça düşürecektir? Lise okullaşma oranında yüzde 67’yi yakaladık, bunu yüzde yüzlere çıkaracağız diyen Millî Eğitim Bakanlığı, öğrencilerin önüne açık öğretim imkânını koyduktan sonra, yüz yüze eğitim oranının lisede kaça düşeceğini, bugünden hesaplamakta mıdır? Açık öğretim imkânı, öğretmenin önemini reddetmek, yüz yüze
eğitimin önemini kavrayamamak anlamına mı gelmektedir? Bunu bilmeyen, anlamayan bir Millî Eğitim Bakanı’nın varlığı bizleri rahatsız etmektedir.
Açık öğretimle her problemin çözüleceğine, öğrencilerin arzu edilen eğitimi alacağına inananlar, hem yüz yüze eğitimi, hem de okulda eğitimin önemini de kavrayamamış, çağ dışı kafalardır. Açık öğretim kavramını bu derece yaygınlaştıranların, dershane eğitiminin de patlayacağını öngörmemiş olması da mümkün değildir. Öte yandan imam hatiplerin önünün kapanmaması, imam hatip okullarının
orta bölümünün açılması gerekmektedir. Türkiye’de din istismarı yapılmamalıdır. Bu sebeple imam hatip okullarının orta bölümü açılmalıdır. Ancak açılmazsa okullarda seçmeli din eğitimi veya seçmeli Kuran-ı Kerim eğitimi verilmelidir. Din bir ihtiyaçtır. Şayet bunu karşılamazsanız din eğitimi
merdiven altında yapılır.
Hülasa, önümüzdeki yıllarda eğitim öğretim adına, trajikomik olayları hep birlikte yaşayacağız. Yaşanacak bütün problemleri omuzlayanlar, yine, öğretmenlerimiz olacak, başarı hep bu aklı evvellerin, başarısızlık yine idareci ve öğretmenlerimizin olacaktır. Yine, bugün olduğu gibi, millî eğitim bakanları televizyonlarda, öğretmen eğitiminden, öğretmen başarısından, iyi öğretmen yetiştirmekten söz ederek, kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermeye devam edecektir.
Tarih ve aziz milletimiz sorumluları mutlaka yargılayacaktır. Ancak, bazı sivil toplum örgütlerinin sorumluluğu saklıdır.
Çetinoğlu: Yetiştirilmesi düşünülen ‘dindar gençlik’ kavramı ile anlatılmak istenilenin ne olduğu belli mi?
Akkaş: ‘Dindar‘ kelimesinin anlamı sözlükte; ‘Dinî kaidelere hakkıyla riayet eden, dininin emirlerini yerine getiren, mütedeyyin.’ Olarak verilmektedir. İnsan için kullanılan bir sıfat olup, dilimize Farsçadan geçmiştir. Kavram olarak da; ‘İslam’ın bütün emir ve nehiylerini şahsına uygulayarak yaşayan mütedeyyin, takva sâhibi insan‘ anlamındadır. Sözlük ve kavram anlamları açısından konuya yaklaştığımızda ‘dindarlık‘ eğitimle elde edilebilecek bir durum olmaktan daha çok, bir hayat tarzıdır. Dindar gençler;
eğitimli gençler olabileceği gibi, eğitim düzeyi ortalamanın altında ve hatta okuma yazma bilmeyen gençlerden de oluşabilir. Dolayısıyla dindar gençlik yetiştirmek (yetişmek eğitimle alakalı bir durum olduğu için) yanlış bir söylemdir. Dindarlık insanların hayata bakış ve yaşayış şekilleriyle doğrudan alakalıdır. Bunun yerine ‘dinî bilgileri yüksek olan bir gençlik‘ ibâresi daha doğru bir yaklaşım olurdu..
Diğer taraftan devlet her alanda olacağı gibi din alanında da doğru ve iyi bir bilgi ve eğitim vermeli, insanların dindar yahut da dine karşı olmalarıyla meşgul olmaması gerekir. Eğitim hayata bakışla ilgili bilgi ve donanımı gençlere yüklemeli, herkesi dindar yapmak için asla uğraşmamalıdır. Âyette buyurulduğu gibi ‘Hidâyet ancak Allah’tandır.’ Yine bir başka âyet mealinde buyrulduğu gibi ‘Allah Rasulü’ne düşen görev, sadece tebliğ‘dir. Esasen Allah-u Teâla dileseydi bütün insanları mü’min ve dindar
olarak yaratırdı. Ama o zaman insanların melekten farkı olmaz, bir başka deyişle bu günkü evren
(dünya hayatı) olmazdı.
Çetinoğlu: Siz dindar gençlik kavramını nasıl yorumluyorsunuz?
Akkaş: ‘Dindar gençlik‘ söylemiyle, neyin kastedildiğinin açıkça ifade edilmediğini düşünüyorum. Gençlik, toplumların geleceğe sağlam temellerle bağlandığı en önemli kesimidir. Bu kitlenin, dinî değerlerini bilerek ahlaklı ve çalışkan bir karakterle yetişmesinin büyük önemi olduğu inancındayım.
Manevî hassasiyetlere sahip bir gençliğin yetişmesi için, yalnızca eğitim kurumlarının katkısı yeterli değildir. Ailenin ve diğer sosyal aktörlerin, yüce dinimiz İslam’ın temel öğretilerinden olan; ahlaklı şahsiyet, fazilet sahibi olma, yetimin hakkını gözetme, insan sevgisi, yardımseverlik, vatanperverlik gibi pek çok hasleti gençlerin öğrenebileceği bir sosyal zemin oluşturmaları gerekir.
Bize göre dindar gençlik, millî olan ile evrensel olanı, İslam ahlak ve fazileti ile Türklük karakteri ve şuurunu düşünce dünyasında buluşturabilmiş olan bir gençliktir.
Çetinoğlu: Gençliğin yalnızca ‘dindar’ olarak yetiştirilmesi; Türkiye’nin gelişmesine, kalkınmasına, dünyada ve bölgesinde daha güçlü, daha itibarlı bir devlet olmasına katkı sağlar mı?
Akkaş: Eğitim tek boyutlu bir kavram olarak karşımıza çıkmaz. Anadolu’nun tâbiriyle dinini, imanını, vatanını, milletini bilen, anasına babasına ve büyüklerine saygılı ve bağlı, bütün bunlarla birlikte çağın gerektirdiği her türlü bilgi ile donanmış bir gençlik yetiştirmeliyiz ki ülkemizi çağlar üzerinden atlatarak, güçlü Türkiye’nin kurulmasını sağlayabilelim. Yalnızca dindar bir gençlikle problemleri çözmemiz mümkün değildir.
Ben dindarlıkla, gelişmişlik arasında doğru orantının bulunduğunu düşünüyorum. Ülkemizde, dindar olmakla, çağı anlamak veya gelişmeciliğin birbiriyle çelişir kavramlar olduğu savunulmuştur. İslam dini, gençlere ve yenileşmeye önem veren bir din olması bakımından; aklın, bilimin ve büyük ideallerin doğmasını sağlamıştır.
Çetinoğlu: Gençliğe yalnızca dininin öğretilmesi yeterli mi? Gençliğin; ahlak, çalışkanlık, mensubu bulunduğu toplumun değerlerini bilmek ve o değerleri geliştirmek, şahsî menfaatlerini milletin-devletin menfaatlerinin önüne koymamak, şahsiyet sâhibi olmak, araştırmak, sevgiyi kindarlığa – gıpta etmeyi kıskançlığa tercih etmek, faziletli, dürüst olmak gibi özelliklere sâhip olmasını da sağlamak gerekmez mi?
Akkaş: İslamiyet’i doğru ve tam anlatarak yetiştirilen dindar gençlik, aynı zamanda sözünü ettiğiniz vasıflara sâhip olacaktır. Çünkü gerçek ve tam dindarlık, bu vasıflara sâhip olmayı gerektirir.
Çetinoğlu: Hedef; ‘dindar gençlik’ yetiştirmek mi olmalı, ‘dinini bilen gençlik’ mi?
Akkaş: Hedef ‘dinini bilen gençlik‘ olmalı. İmam-Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi mezunlarının bildikleri bir târif vardır: ‘Fıkıh; kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir.’ Derler. Kavram olarak ise, İslâm’ın ferdî ve içtimâî hayata dair amelî hükümlerini bilmeyi ve bu konuyu inceleyen bir ilim dalını ifâde eder. Buradan da anlaşılacağı üzere aslolan bilmektir. Yani eğitimdir, bilgidir.
Çetinoğlu: ‘Dindar‘ olmakla ‘dinini bilmek‘ arasında ne gibi farklar vardır?
Akkaş: Kısaca şöyle diyebiliriz; Dindarlık bir ‘hayat tarzı’dır. Dindar insanlar eğitimli olabileceği gibi eğitimsiz de olabilirler. Dinini bilmek ise, ‘Fıkıh’ kelimesi ile açıklamaya çalıştığımız gibi özellikle kişinin dinî açıdan lehinde ve aleyhinde olan konuları öğrenmesi yahut da bu konuda eğitim alması, özellikle İslam dininin emrettiği ve hatta kadın erkek her Müslüman’a farz kıldığı bir olgudur.
Eğitim hayata bakışla ilgili bilgi ve donanımı gençlere yüklemeli, herkesi dindar yapmak için asla uğraşmamalıdır. Âyette buyrulduğu gibi ‘Hidâyet ancak Allah’tandır.’ Yine bir başka âyet mealinde buyrulduğu gibi ‘Allah Rasulü’ne düşen görev, sadece tebliğ’dir. Esasen Allah-u Teâla dileseydi bütün insanları mü’min ve dindar olarak yaratırdı. Ama o zaman insanların melekten farkı olmaz, bir başka deyişle bu günkü evren (dünya hayatı) olmazdı.
TÜRK EĞİTİM-SEN
18 Haziran 1992 tarihinde kurulan ve kısa adı TÜRK KAMU-SEN olan Türkiye Kamu Çalışanları Sendikası’na bağlı Türkiye Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmetleri Kolu Kamu Çalışanları Sendikası (TÜRK EĞİTİM-SEN), üye sayısı bakımından ülkemizin en büyük memur sendikasıdır. Eğitim alanında çalışanların, eğitimi ve toplumu ilgilendiren her gelişmede müdahil olmaya gayret gösteren ciddî bir sivil toplum kuruluşudur. 1992 yılında kurulan ve merkezi Ankara’da bulunan sendikanın kuruluş maksadı, tüzüğünde şu şekilde açıklanmaktadır:
Sendika;
a) Anayasada ifadesini bulan, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne, millî ve manevî değerlere, insan haklarına, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalarak, demokrasinin korunup bütün kurum ve kurallarıyla yerleşmesi ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşılması yolunda çaba göstermeyi,
b) Toplum ve iş barışını tesis ederek devlet-millet kaynaşmasına ve sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunmayı,
c) Hür sendikacılık anlayışı içerisinde, üyelerinin ekonomik, sosyal, kültürel ve meslekî hak ve menfaatlerini
korumayı ve geliştirmeyi,
ç) Türk millî eğitim sisteminin temel ilke ve hedeflerinin, 21’inci Yüzyılın ihtiyaçlarına cevap verebilecek
şekilde gerçekleşmesi için; uygulamada ortaya çıkan eksiklik, aksaklık ve yanlışlıkları tespit ederek, gelişen eğitim teknolojisi ışığında düzeltilmesi, iyileştirilmesi ve geliştirilmesi yönünde yol göstermeyi, görüş ve önerilerde bulunmayı amaç edinmiştir.
Sendikanın Kurucuları: Şuayıp Özcan, Ahmet Şenses, Yaşar Yeniçerioğlu, Fahrettin Alişar, Firdevs Işık, Vedat
Pürçek ve Abdulmuttalip Geylan.
Sendikanın günümüzdeki genel merkez yöneticileri: Genel Başkan: İsmail Koncuk. Genel Sekreter: Musa Akkaş. Genel Malî Sekreter: Seyit Ali Kaplan. Genel Teşkilatlandırma Sekreteri: Tâlip Geylan. Genel Eğitim ve Sosyal İşler Sekreteri: Cengiz Kocakaplan. Genel Mevzuat ve Toplu Sözleşme Sekreteri: Mehmet Yaşar Şahindoğan. Genel Dış İlişkiler ve Basın Sekreteri: Sâmi Özdemir.
MUSA AKKAŞ KİMDİR?
1957 Sivas doğumludur. 1980 yılında Eskişehir Eğitim Enstitüsü Matematik bölümünü bitirdi. 1982 yılında Sinop Anadolu Öğretmen Lisesi ve İmam Hatip Lisesi ve Anadolu İmam Hatip Lisesi, 1983 Adana Büyükdilli Ortaokulu, Matematik Öğretmeni olarak görev yaptı. 1987 Sivas Güney Ortaokulu Müdürü, 1991 Sivas Karşıyaka Ortaokulu Müdürü, 2002 Sivas Halil Rıfat Paşa Lisesi Müdürü olarak görev yaptı.
Sendikacılık görevine 1993 yılında Türk Eğitim-Sen Sivas Şubesi Delegesi olarak başladı. 1995 yılında Sivas Türk Eğitim-Sen Şubesi yönetim kurulu Basın ve Halkla ilişkiler sekreterliğine seçildi. 1999 yılında Sivas Türk Eğitim- Sen Başkan yardımcısı oldu, 2000 yılında Sivas Türk Eğitim-Sen Başkanlığına seçildi. 4688 Sayılı Kamu görevlileri sendikaları Kanunu’nun 13 Ağustos 2001 Tarihinde yürürlüğe girmesini müteakip, Türk Eğitim-Sen Sivas kurucular kurulu üyesi ve Başkanı olarak şubeyi kongreye götürdü.
2002 yılında yapılan Türk Eğitim-Sen Sivas Şubesi 1’inci Olağan Genel Kurulunda, 2004 Tarihinde 2’nci Olağan Genel Kurulunda, 2007 Tarihinde 3’üncü Olağan Genel Kurulda Şube Başkanı Seçilerek görev yaptı. Aynı zamanda; 2000-2008 yılına kadar Türkiye Kamu-Sen Sivas İl Temsilcisi olarak görevini sürdürdü. 2005 yılında Genel Merkez 2’nci Olağan Genel Kurulunda Genel Merkez Denetleme Kurulu Üyeliğine seçildi. Öğrencilik yıllarında değişik derneklerde yönetici olarak görev yaptı. Hergün Gazetesi Eskişehir temsilcisi ve muhabirliği görevinde bulundu. Değişik dergi ve internet sitelerinde köşe yazarlığı
yaptı. Soykırım Karşıtları Derneği kurucular kurulu üyesi oldu. 2-3 Şubat 2008 tarihinde yapılan Türk Eğitim-Sen Genel Merkezi kongresinde Toplu görüşme ve mevzuat sekreteri, 24-25 Ekim 2009 tarihinde yapılan Olağanüstü Merkez Genel Kurulunda ise Genel Sekreter görevine devam etmektedir.