Türk Eğitim-Sen Genel Sekreteri Musa Akkaş ile eğitim sisteminde yapılan değişiklikleri konuştuk. Bugün yaşadıklarımız 28 Şubat sürecini hatırlatıyor.
GİRİŞ:
‘Terazi‘ genel başlıklı köşemde, iki makale yazmış ve konuyu uzmanlarıyla görüşerek sizlere aktarmayı planladığımı belirtmiştim.
Tartışmalar şiddet de uygulanarak devam ediyor. ‘Eğitim‘ ve ‘şiddet‘ bu iki kelime nasıl bir araya getirilebilir, kelimeler yan yana getirilmekle kalınmaz, uygulaması yapılabilir, doğrusu anlamak mümkün değil. Buradan şu neticeyi çıkarmak mümkündür: Eğitim, asla ve asla ‘eğitim‘ ve ‘şiddet kelimelerini yan yana getirebilenlere ve uygulamaya koyanlara bırakılamayacak kadar önemli bir konudur.
Millî Eğitim sisteminde yapılmak istenen yeni düzenleme konusunda; siyasetçi, sanayici, işletmeci, esnaf, tüccar, diğer bakanlıklar, gazeteciler, yazarlar, yorumcular, dershaneciler, sanatkârlar ve en son da Sayın Cumhurbaşkanı görüşlerini belirttiler.
‘Eğitim eğitimcilere bırakılmayacak kadar önemlidir‘ çarpık mantığıyla eğitimciler yok sayıldı. İl müdürlüklerinin, ilçe müdürlüklerinin, öğretmenlerin görüşlerine başvurulmadı. İlmî araştırmalar yapılmadı. İşin pedagojik boyutu hiçe sayıldı.
Eğitimin ‘E’sini bilen bilir ki kalem tutmak psikomotor bir davranıştır ve o yüzden 72 ay beklenir. O yüzden okul öncesi eğitimde akademik öğretim yoktur. Ağırlıklı amaç ilköğretime hazırlıktır.
İşte bu sebeple; yapılan anketlerin ortaya koyduğu sonuçlara göre görüşülmekte olan 4 + 4 + 4 sistemi eğitimcilerin yalnızca yüzde 12’si tarafından kabul görüyor.
8 yıllık kesintisiz eğitim, asker dayatması ile uygulamaya konulmuştu. Şimdi de bir grup siyasetçi dayatması ile 4 + 4 + 4 sistemi uygulamaya konulmak isteniliyor. Bir yanlış, başka bir yanlışla düzeltilmeye çalışılıyor. Yanlış, başka bir yanlışla değil, akl-ı selim ile ve uzman görüşleriyle düzeltilir. Yanlış bir uygulama, başka bir yanlış uygulamayla düzeltilmeye kalkışılırsa ancak yanlış2 (yanlış kare) gibi bir çarpık sonuca ulaşılır.
‘Yeni Anayasa‘yı tartışıyoruz. Doğru yapıyoruz. Mümkün görülmüyor olsa bile, ‘her kesimin üzerinde anlaşabileceği bir Anayasa‘ hedefleniyor. Kâbe yolundaki topal karınca misali, her kesimin görüşü alınmaya çalışılıyor.
Çünkü Anayasa önemli.
Anayasayı hazırlamak için belli bir eğitim öğretime ihtiyaç olduğu herkesin kabul etmek mecburiyetinde olduğu katı bir gerçek. O halde, Millî Eğitim Sistemi, Anayasadan daha önemli ve öncelikli. O halde neden konu uzmanlar masasına yatırılmıyor?
*
Bu günkü röportajımızda, konuyu uzmanıyla konuştuk. Umarız, ilgililer buradaki aklî, ilmî gerçekleri, milletimizin gereklerini ve eğitimcilerimizin gerekçelerini dikkate alırlar.
Oğuz Çetinoğlu: 4+4+4 kesintili temel eğitim sistemi ile ‘kesintisiz 8 yıllık temel eğitim sistemini karşılaştırır mısınız?
Musa Akkaş: Türk Eğitim-Sen, 4+4+4 sisteminin Türk millî eğitiminde yeni sancılara sebep olacağını ilk günden buyana haykırmaktadır. Bugün yaşadıklarımız bize 28 Şubat sürecini hatırlatıyor.
28 Şubat tam bir dayatmaydı. O tarihlerde imam hatip liselerinin ortaokul bölümünü kapatmak, lise bölümünü oluşturulan katsayı problemi ile yok etmek amacıyla 8 yıllık kesintisiz eğitim mecburî hâle getirilmişti. Türk Eğitim-Sen, 28 Şubat sürecinde de bu uygulamanın eğitimi katletmek olduğunu, eğitim-öğretimin problemlerine ideolojik gözlükle bakılmaması gerektiğini her platformda savunmuştu. Karşı çıkmamıza rağmen, anti demokratik yapılanma bütün eleştirilere kulak tıkayarak, pedagojik olmayan, eğitim bilimi ile hiç örtüşmeyen kararını vermişti. 28 Şubat sürecini ve mantığını eleştirenler, bugün aynı mantık ve metodla, eğitim öğretim hayatımızı yeniden dizayn etmeye çalışmaktadır. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı ve birkaç yandaş Sivil Toplum Kuruluşu (STK) dışında, 4+4+4 sistemini savunan bir tek aklı başında eğitim bilimci ve STK bulunmamaktadır. Ancak, İktidar 28 Şubatçıların anti demokratik usullerini tatbik etmekten geri durmamakta, bütün olumlu eleştiri ve yönlendirmelere kulak tıkamış bir görüntü çizmektedir. 28 Şubat bir tarih değil, 28 Şubat bir zihniyettir. Bu zihniyet, bugün de değişik kisveler altında varlığını devam ettirmektedir.
Çetinoğlu: Türk Eğitim-Sen olarak 1+5+3+4 kesintili eğitimi teklif ediyorsunuz. Bu sistemin özelliklerini ve sağlayacağı yararları okuyucularımızla paylaşır mısınız?
Akkaş: Şu anda ülkemizde 8 yıllık ‘kesintisiz‘ mecburî eğitim yerine 12 yıllık ‘kesintili‘ mecburî eğitim getiren kanun teklifi tartışılmaktadır. Bu teklifi birçok açıdan değerlendirmek gerekmektedir.
Mecburî eğitimin 8 yıldan, 12 yıla çıkarılması olumlu bir gelişmedir. Mecburî eğitim süresinin artırılması, çağ nüfusun tamamının okullu olması ve eğitimini sürdürmesi açısından son derece önemlidir. Ancak, mecburî eğitimin 12 yıla çıkarılması yeterli değildir.
Mecburî eğitim okul öncesi ile birlikte 13 yıl olmalıdır. Kanun teklifinde fizikî alt yapının yetersiz olması gerekçesiyle okul öncesinin kapsam dışı bırakılması büyük bir hatâdır. Bilindiği gibi zâten Millî Eğitim Bakanlığı 71 ilde okul öncesi eğitimi mecburî hale getirmişti. Bu konuda büyük bir gayret söz konusuydu. Millî Eğitim Bakanlığı’nın 2010-2014 Stratejik Planında da, ‘Stratejik Amaçlar‘ başlıklı bölümde ‘Okul öncesi eğitimde yüzde 33 olan net okullaşma oranını dezavantajlı çocukları gözeterek plan dönemi sonuna kadar yüzde 70’in üstüne çıkarmak‘ denilmektedir.
Aynı planın okul öncesi ile ilgili ‘Tema‘ başlıklı bölümünde ise; ‘9. Kalkınma Planı ve Hükümet Programında, 48-72 aylık çağ nüfusunun okullaşması hedefine ulaşabilmek için 2014 yılı sonuna kadar resmî anaokulu sayısını 2.402’ye (anaokullarında derslik sayısı 12.010’a) resmî ana sınıflarındaki sınıf sayısı 33.397 olmak üzere 45.407 dersliğe çıkarılacaktır ifadesi yer almaktadır.
Ayrıca Millî Eğitim eski Bakanı Nimet Çubukçu‘nun 2013 yılında okul öncesi eğitimin 81 ilde mecburî olacağı, hatta yabancı dil eğitiminin okul öncesinden başlatılacağına yönelik taahhütleri bulunmaktadır. Zaten okul öncesi eğitime yönelik çalışmalar da bu yönde sürdürülmüştü. Yine
Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer 06 Ocak 2012 tarihinde yaptığı açıklamada ‘Meclis’te AKP grubunda bu konuyla ilgili bir çalışma var. Biz de onlara destek veriyoruz, yapılan çalışmadan bizim de haberimiz var. Bir yıl okul öncesi, diğer 4 yıllarla birlikte toplam 13 yıl‘ demişti. Ayrıca Sayın Bakan’ın ‘Okul öncesi eğitimde hedefimiz yüzde 100’e çıkarmaktır‘ şeklinde beyanı da bulunmaktadır.
Çetinoğlu: Anlaşıldığına göre Eğitim-Sen, 12 Eylül Dönemi’nin uygulamaya koyduğu ‘8 yıllık kesintisiz temel eğitim‘ sistemini uygun bulmamaktadır. Bu kanaatin oluşmasına temel teşkil eden mahzurları okuyucularımızla paylaşır mısınız?
Akkaş: 15 yıl önce mecburî ve kesintisiz eğitim dayatması ile maalesef bir nesli kaybettik. Bir nesli daha kaybettirmek istiyorlar. 15 yıl önce, sistem, eğitim çevreleri tarafından toplumun taleplerine cevap vermeyeceği ifâde edilmesine rağmen yürürlüğe konuldu. İmam Hatip Liseleri’nin ortaokul kısmı hedef alınarak kesintisiz olarak uygulamaya konulan kesintisiz mecburî eğitim, ilköğretim müfredatında ve okulların mekânla ilgili yapısında bir değişiklik gerektiriyordu. Bu değişiklik yapılamadığı için uzun süre Millî Eğitim planlamasını alt üst etti. Uygulamanın ilk yıllarında ciddî boyutlara varan finansman problemleri ile karşı karşıya kalındı. Bunların ötesinde, kesintisiz mecburî eğitim birçok ilköğretim okulunda eğitime yeni başlayan küçücük çocuklarla ergenlik dönemine girmeye başlayan ortaokul öğrencilerini aynı mekânda tutması bakımından pedagojik bir faciaya dönüştü. Doğru olanı, mevcut hâliyle kesintisiz olarak uygulanan zorunlu eğitimin iki kademe şeklinde uygulanması yönünde olmalı idi. Bizim Türk Eğitim Sen olarak teklifimiz 1+ 5 + 3 + 4 = 13 yıldır. Özellikle ilk 5 yıldan sonra üç yıl sürecek ikinci kademe eğitimin ayrılması, kesintisiz olmaktan çıkarılması gerekir. Bu değişiklik aslında var olan bir pedagojik problemin çözümüne ve sosyal talebin karşılanmasına fayda sağlayacaktır.
Çetinoğlu: Konuşmalar hep ‘mecburî‘ kelimesi ekseninde devam ediyor. Öyle anlaşılıyor ki eğitimin hiç değilse bir bölümünün ‘mecburî‘ olmasında fikir birliği var. Mecburî eğitim neden gerekli?
Akkaş: Evet! Mecburî eğitim gereklidir. Gelişmiş ülkelerde mecburî eğitim vardır. Çünkü eğitimin mecburî hâle getirilmesinde, fakir ve dar gelirli ailelerde düşük okuma yazma oranlarının yükseltilmesi, artan suç oranlarının düşürülmesi, sosyal barış ve birliğin artırılması, çocuk işçiliğinin ve beraberinde ortaya çıkan ucuz işgücüne yönelişlerle doğan problemlerin çözülmesi, bireylerde vatandaşlık bilincini artırarak ortak bir eğitim anlayışının geliştirilmesi bakımından mecburî eğitim şarttır.
Çetinoğlu: 4 + 4 + 4 modeli, eğitim câmiasında tartışmaya açıldı mı, uzmanlardan görüş alındı mı?
Akkaş: 4 + 4 + 4 modeli ortaya atılmadan önce konu kamuoyuyla, bu işin tarafları olan öğretmen, sivil toplum kuruluşları ve sendikalarla tartışılmamıştır. Bu işin içerisinde üniversiteler yoktur. Her konuda görüş bildiren bu kurum maalesef sessiz kalmayı kendine uygun görmüştür.
‘4 + 4 + 4 modeli önceden 18. Millî Eğitim şurasında tartışıldı‘ deniliyor. Şûra alt komisyonlarında bu konu tartışılmamıştır. Şûra Genel Kurulu’nda hükümetin her dediğine ‘Evet‘ diyen Eğitim Bir-Sen tarafından teklif edilerek kabul edilmiştir.
Çetinoğlu: Okul öncesi eğitim konusunda Türkiye, dünya standartlarının neresinde?
Akkaş: Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde okul öncesi eğitim, büyük öneme sahiptir. Bunu AB ülkelerindeki okullaşma oranlarından rahatlıkla gözlemleyebiliriz. AB istatistik kurumu Eurostat‘ın Yayımladığı verilere göre; ilköğretim öncesi okullaşma oranı Fransa, İngiltere, İtalya’da, Belçika’da, İspanya’da, Hollanda’da yüzde 100’dür. Yunanistan, İrlanda, Polonya, Slovakya ve Finlandiya’da yüzde 70’ler düzeyindedir.
Türkiye’de ise 2000 yılında 4 yaşındaki çocukların okul öncesi eğitime katılım oranı yüzde 12 düzeyindeydi. Millî Eğitim Bakanlığı verilerine göre 2010-2011 eğitim-öğretim yılında ülkemizde okul öncesinde okullaşma oranları 3-5 yaş grubunda yüzde 29,85, 4-5 yaş grubunda yüzde 43,10’a yükselmiştir. Okullaşma oranları okul öncesinde 4-5 yaş grubunda kızlarda yüzde 42,47, erkeklerde yüzde 43,70’dir.
Görüldüğü üzere okul öncesi eğitimde Türkiye son 10 yılda büyük bir atılım yapmasına rağmen AB ülkeleri ile kıyaslandığında okul öncesi eğitim istenilen düzeyde değildir. Şayet okul öncesi eğitim mecburî olmaktan çıkarılırsa, bundan geriye gidiş söz konusu olacak ve ülkemizde bugüne kadar okul öncesi eğitime yönelik atılan adımların hiçbir anlamı kalmayacaktır.
Bu rakamlar ışığında, okul öncesi eğitimde AB ülkelerinin standardını yakalamak için çaba gösterilmesi ve mevcut durumu daha da geriye götürecek uygulamalar içine girilmemesi gerekmektedir. Bu aşamada, alt yapı yetersizliği sebebiyle bundan geri adım atılması doğru olmayacaktır. Türk Eğitim-Sen olarak kaybolan yıllarımızı hızla telafi etmek için okul öncesi eğitimin mecburî olması projesinden hiçbir şekilde vazgeçilmemesi gerektiğine inanıyoruz.
Türk Eğitim-Sen olarak, mecburî eğitimin kesintili olmasına karşı değiliz. Ancak bu model 4+4+4 şeklinde değil; 1+5+3+4 şeklinde olmalıdır. Çünkü 4+4+4 şeklindeki model 50 bin sınıf öğretmenini norm fazlası durumuna düşürecektir. Norm fazlası öğretmenler yeni bir krize yol açacak, öğretmen ihtiyacının bulunmadığı illerde bu öğretmenlerin istihdam edilmesi büyük problem olacaktır.
Çetinoğlu: Öğretmen kadrosu açısından bir durum değerlendirmesi yapmanız mümkün mü?
Akkaş: Şu anda 247 bin 293 sınıf öğretmeni vardır. Bu sistemle sınıf öğretmenleri norm fazlası duruma düşerken, bunun karşılığında 100 bin’in üzerinde branş öğretmeni ihtiyacı doğacaktır. Şu anda resmî rakamlara göre Millî Eğitim Bakanlığı’nın 126 bin 137 öğretmen açığı vardır. Ülkemizde öğretmen açığı OECD ülkeleri ile kıyaslandığında ise daha da fazladır. OECD ülkelerinde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ortalama ilköğretimde 16, ortaöğretimde 13,5’dir. Bu rakam İsveç‘te ilköğretimde 12,1, ortaöğretimde 12,3, İspanya‘da ilköğretimde 13,3, ortaöğretimde 9,8, Macaristan‘da 10,7, ortaöğretimde 11,8, Almanya‘da ilköğretimde 17,4, ortaöğretimde 14,8, Lüksemburg‘da 11,6, ortaöğretimde 9,1’dir. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ülkemizde ise ilköğretimde 21, ortaöğretimde 18’dir. Tabi ki bu ortalama rakamlar; derslik ve öğretmen dağılımının adaletli olmadığı ülkemizde bölge ve illere göre büyük farklılıklar göstermektedir. OECD ülkeleri taban alındığında ülkemizde öğretmen açığı ilköğretimde 157 bin 685, ortaöğretimde 71 bin 398 olmak üzere toplam 229 bin 083’tür. Görüldüğü üzere ülkemizde öğretmen açığı büyük bir yara iken, 350 bin öğretmen tâyin beklemesine rağmen tâyinleri yapılmazken, öğretmen açığı her yıl 30 bin-40 bin öğretmen tâyini yapılarak giderilmeye çalışılırken; 4+4+4 şeklindeki model, öğretmen ihtiyacını daha da artıracaktır.
Bu durumda Millî Eğitim Bakanlığı öğretmen ihtiyacını nasıl gidecektir? Maliye Bakanlığı’nın her yıl 30 bin, 40 bin kadro verdiği göz önüne alındığında, Milli Eğitim Bakanlığı’nın eli, kolu bağlanmış olmayacak mıdır?
Çetinoğlu: Tasarı ile öngörülen düzenleme kanunlaşırsa nasıl bir durum ile karşılaşılacaktır?
Akkaş: Türk Eğitim-Sen olarak bu sistemin hayata geçmesi halinde okulların öğretmensiz kalacağını, Bakanlığın öğretmen açığını, ücretli öğretmen istihdamına ağırlık vererek gidermeye çalışacağını düşünüyoruz. Bu da okullarda eğitim-öğretimin kalitesinin düşmesi, verimin azalması, öğrencilerimizin dünya yarışında çok gerilerde kalmasına sebep olacaktır.
Bu noktada birinci ve ikinci kademe 4 yıl pedagojik açıdan değerlendirilmelidir. Birinci kademe eğitiminin 1 yıl azaltılarak 4 yıla düşürülmesi, ikinci kademe eğitiminin 3 yıldan 4 yıla çıkarılması konusunda pedagojik olarak hangi çalışmalar yapılmıştır? Bunlar kamuoyuyla paylaşılmış mıdır? Ülkemizin ve sınıf öğretmenlerinin 5 yıllık ilkokul eğitimi üzerine önemli tecrübesi vardır. Durum böyleyken; İlkokul eğitiminin 4 yıla düşürülmesi, ülkemizin 5 yıllık ilkokul eğitimi tecrübesinin çöpe atılması anlamına gelmektedir.
Çetinoğlu: Eğitim-Sen olarak kesintili eğitimden yanasınız. Kesintili eğitimin yararları nelerdir?
Akkaş: Kesintili eğitim öğrencilerin meslekî ve teknik eğitime yönlendirilmesi açısından olumlu sonuçlar doğurabilecektir. Çünkü ülkemizde meslekî eğitime gereken önem verilmemekte, meslekî eğitim son sıralarda yer almaktadır. Öğrencilerin meslekî anlamda istediği okula gidebilmesi olumlu bir yaklaşımdır. Ancak birinci veya ikinci kademe 4 yıldan sonra öğrencilerin eğitimlerine açık öğretim yoluyla devam edebilmesine yönelik bir düzenleme yapılmasını doğru bulmuyoruz. Açık öğretimin hangi ihtiyaçtan kaynaklandığını anlamak mümkün değildir.
Çetinoğlu: TBMM Millî Eğitim Alt Komisyonu’nda görüşülmekte olan tasarının başka mahzurları var mı?
Akkaş: Bu düzenleme kız öğrencileri okula gitmesi önünde büyük bir engel olacaktır. Bilindiği gibi bazı bölgelerde aileler çocuklarını okula göndermemek için elinden geleni yapmaktadır. Çocuklarını
okutmak yerine tarlada çalıştırmak veya evlendirmek onlar için en büyük seçenektir. Bu durumda kız çocuklarının okula gönderilmesi için bugüne kadar yapılan kampanyaların hiçbir anlamı kalmayacaktır. Bu düzenleme hayata geçirildiğinde; çocuk gelinlerin sayısı hızla artacak, çocuk işçiliği dolaylı olarak meşru bir zemine kavuşmuş olacak ve en önemlisi özellikle kız çocukları eve hapsedilecektir. Ayrıca bu düzenleme kız çocuklarını hayattan koparmak anlamına da gelmektedir.
Bir yandan kadınların çalışma hayatında yer almasını isterken, diğer yandan böyle bir düzenlemenin yapılması tezat oluşturmaktadır.