Aslında yazının başlığı “Hep Türkiye mi Kaybedecek?” olmalıydı diye çok düşündüm. Zaten Türkiye kaybedince, ister Türkiye’de, isterse Türk coğrafyasının herhangi bir noktasında yaşasın hep kaybeden Türkler olduğuna göre, o zaman başlığın “Hep Türkler mi Kaybedecek?” diye olmasının daha doğru olacağına karar verdim.
Stratejinin en önemli kurallarından biri; düşmanın iç karmaşasından yararlanmak, bununla oluşan zayıflığını ve kontrol yetersizliğini kullanmaktır. Bunu yapmayı başarabilirsen gecenin karanlığından ürkmeden rahatça uyuyabilirsin.
Eğer savaşma gücün ruhen azalıyorsa ve ülkene fikri karışıklıklar hakim olmuşsa, karşımızdaki hasım güçlerin hedeflerinin tahakkuku için uygulayacağı strateji, işten eve dönüp dinlemek kadar kolay hale gelecektir.
Bu sebeple Yunanistan, dengemizin bozulmasından en fazla yararlanan ve üzerimize stratejik olarak gelen ülkelerden biridir.
Günümüzde adına çok yanlış bir şekilde Patrikhane denilen ve aslında bir melanet yuvası olan İstanbul Başpiskoposluğunun tezgahı ile Osmanlı – Türk İmparatorluğu’na karşı 1821’de çıkartılan ve 30.000’nin üzerinde Müslüman Türk’ün katli ile neticelenen Mora İsyanı ile kurulan Yunanistan; Türk topraklarını işgal ederek ve Türkiye aleyhine üç misli büyüyerek 132.000 kilometrekare genişliğe ulaştı.
Türkler, Yunanistan’a karşı; 1877 – 1878’de Osmanlı – Türk /Rus savaşı neticesinde bu gün Orta Yunanistan olarak geçen toprakları, 1912 yılında Balkan Savaşları ve sonrasında Selanik ile Midilli ve Girit’inde içinde bulunduğu adaları ve 1918’de Birinci Dünya Savaşı sonucunda da Batı Trakya’yı kaybetti.
Eğer İstiklal Harbi kazanılmamış olsaydı, Anadolu’nun büyük bir kısmı da Yunanistan’ın hakimiyeti altına girecekti.
Yunanistan karşısındaki dramımız bunlarla da bitmiyor. Adına “Menteş Adaları” denilen ve içinde Rodos, İstanköy gibi Ege’nin Akdeniz’e açılan adalarını barındıran topraklarımız, İtalya’nın 1947 yılında buralardaki işgaline son vermesine ve adalar Türkiye’ye ait olmasına rağmen, dönemin Türkiye Cumhuriyeti idarecileri tarafından sessiz kalınarak Yunanistan’a terk edilmiştir. Bu bir diplomasi faciasıdır. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve CHP yönetimi topraklarımızın kaybına sebep olmuştur. Toprak kaybımıza sebep olan bu konu hiçbir zaman ilim adamları ve gazetecilerimiz tarafından dile getirilmez, bırakın ilk ve orta öğretimi üniversitelerimizde bile konuşulmaz. Yunanistan karşısında düşülen bu aciz durumdan dolayı hiçbir zaman Türk Milletinden özür dilenmemiştir.
Böylece Yunanistan; 1829 ile 1947 yılları arasında, 118 yıl boyunca üzerinde Türk nüfusun çoğunluk olarak yaşadığı Türk topraklarını alarak, Türklerin aleyhine üç misli büyüdü.
Bu büyüme Yunanistan için halen yeterli gelmemektedir. Hedef; Megola İdea (Büyük İdeal) çerçevesinde Kıbrıs’ı bir bütün halde iltihak etmek, İstanbul’u alarak adını Konstantinopolis’e çevirip burayı Ortodoks Hristiyanlığın Merkezi haline getirmek ve Karadeniz bölgemizde bir Pontus devleti kurmaktır.
Bunun için her türlü yol Yunanistan tarafından denenmektedir. Ayrıca Avrupa Birliğine üye ülkeler, medeniyetlerinin doğuş merkezi olarak gördükleri Yunanistan’ı ve Rumları her platformda pervasızca desteklemektedir.
Son günlerde Yunan basınında yer alan ve sözde Türk basınına yansıyan haberlere göre “Türkiye,Trakya (Çanakkale Boğazı çevresi) ve Ege’nin çok büyük bir bölümü hariç kıtasal Yunanistan’ın karasularını 6 milden 12 mile çıkarmasını” kabul etmiştir.
Eğer söylenenler doğruysa taraflar bir “siyasi ilke belgesi” imzalayacak ve bu belgede Türkiye bir daha Ege’deki hayati çıkarlarını,Yunanistan ise karasularını gelecekte gündeme getirmeme yükümlüğü altına girecekler.
Bu mu Türkiye’nin komşularla sıfır risk ve sorun merkezli dış politikası? Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarması halinde hükümranlık hakkına kavuşacağı toprak 218 bin kilometrekareye yükseliyor. Bu politikanın Menteş Adalarını, Yunanistan’a terk eden İsmet İnönü’nün CHP’si ile Türkiye’nin haklarını hiçe sayarak, tek bir imzayla Yunanistan’ın Nato’ya dönmesini sağlayan Kenan Evren’den ne farkı var?
Lizbon’da yapılan Nato zirvesi neticesinde Füze Kalkanlarının konuşlandırılmasına dair alınan kararda Türkiye’yi hedef ülke haline getirmiştir. Füze Kalkanlarının ana hedefinin İran olduğu Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin “Biz kediye kedi deriz. Burda tehdit İran’dır.” diye konuşmasıyla bilinenin ilanı şeklinde olmuştur. Adamlar hem bize hem de dünya kamuoyuna karşı çok netler. Ancak biz yurt içinde işbirlikçi basınla her zaman olduğu gibi yine tribünlere oynuyor ve kayıplarımızı gizliyoruz.
Cumhurbaşkanı Gül’e, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na soruyorum; komşularla sıfır risk ve sıfır sorun dediğiniz politika bu mudur? Yoksa bizim aklımızın yetmediği ve bilgimizin olmadığı başka şeyler mi var?
Eğer siz; Yunanistan’la kıta sahanlığı konusunda bir anlaşmaya varmak üzere iseniz, sizi en azından Selanik’in Türk olmayan bir paşa tarafından Yunanlılara nasıl bırakıldığını ve Rodos’un hangi ihanet ve gafletle elden çıktığını daha dün Muavenet isimli gemimizin kaptan köşkünün nasıl füze ile vurulduğunu ve İkinci Dünya Savaşında Almanların teslim olmalarına rağmen Dresden’i bombalayarak 200.000 kişiyi nasıl katlettiklerini öğrenmeye davet ediyorum.
Onun için dış politika asla sıfır sorunlu olamaz. Bu iddiada bulunmak ve bunu dillendirmek bile hayalperestliktir. Dış politika gerçekler üzerine oluşmalıdır.Bu nasıl bir dış politikadır ki; yüzyıllardır hep Türkler kaybetmektedir?
Biz Türkler artık kaybetmek istemiyoruz. Ne küreselciler, Ne Megalo İdea’cılar, ne bebek katilleri, ne bölücüler, ne de onların işbirlikçileri artık Türklere kaybettiremeyecek. Çünkü akşam yataklarında sıkıntıdan uyuyamayan Türk sayısı çığ gibi büyüyor. Biz Türkler gözlerimizi açmaya başladık. Bundan sonra sıkıntı Türk düşmanlarına düşmüştür. Gazamız mübarek olsun…