1998 – 2002 arası Harp Okullarının ve Polis Akademilerinin misafir öğretim görevlisi olan Profesör Ahmet Davutoğlu, 28 Şubat’tan olumsuz etkilenmek şöyle dursun o yıllarda yazdığı Stratejik Derinlik kitabıyla askerî ve sivil bürokrasinin gözdesiydi. Kitap, mühim bir kitaptı ve fakat öylesine önemsendi ki 2002 İktidarı bile dış politik anlamda ona göre dizayn edildi. Önce Başdanışman, sonra dışarıdan Dışişleri Bakanı ve nihayetinde ilk fırsatta Başbakan olarak atandı.
Tarihî ve coğrafî derinliği jeo kültürel stratejiyle birleştirmeyi savunan Sayın Davutoğlu’nun “O katliam kime karşı yapılmış olursa olsun gerçekten bir Kerbela idi. Modern bir Kerbela idi. Biz ona açık yüreklilikle karşı çıktık. Bir tek canın, bir tek tenindeki tek bir tüy zarar görecekse bizim için her makam ve her mevki boştur” sözlerini hakkın ve hakikatin neresine koyacağımızı şaşırdık.
Hele hele “Tek parti dönemine sahip çıkmak size mi kaldı? Sayın Bahçeli’ye meydan okuyorum: Tunceli bu ülkenin bir parçası ve cesaretin varsa git; bu hain, terörist sözlerini Tunceli’de söyle!” şeklindeki meydan okumasını devlet adamlığına (!) mı yoksa öfkeli hitabet sanatının duayeni Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan‘ı örnek almasına mı yoralım diye ikilemde kaldık.
Nitekim Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli, sadece Tunceli‘ye gitmekle kalmadı hem bin yıllık birlik ve beraberliğimizin ilânihaye sürmesiyle ilgili mesajları verdi hem de isyan’a isyan, terörist’e de terörist dedi. Böylelikle Tanzimat Devri teamüllerinden “Bundan böyle gâvura gâvur denmeyecek” sözü hükümsüzleşmiş oldu.
Hep söylüyorum; Türkiye Cumhuriyeti, son dönem Osmanlısı gibi merhamet manyağı bir devlet değil mütekabiliyet ve misilleme nedir bilen atom çekirdeği hükmünde bir devlet olarak kuruldu. Hıyanetin çoğu zaman cezalandırılmadığı son Osmanlı asrı, diyetini devletinin izmihlâliyle ödedi. İnşallah aynı delikten bir daha ısırılmayız.
Anzavur İsyanı’ndan Koçgiri‘ye, Şapka Hadiselerinden Şeyh Said‘e, Ağrı İsyanları’ndan Dersim İsyanları’na kadar her kanun-nizam tanımazlık, her eşkiyalık ve asayişsizlik ve her ‘devlet otoritesi tanımam‘ – ‘vergi vermem‘ eylemi cezasız bırakılmamıştır. Kişisel ve kamusal hukuk da bunu gerektirir, yoksa bu dünyadaki hesaplar ahirette klasörler biriktirir.
Sayın Bahçeli‘nin isminde de yer alan “Devlet’te Devamlılık” geleneğini normal şartlarda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı‘nın yapması beklenirdi. Ne yani; ‘Çözüm Süreci‘ adı altında PKK’yla – Apo’yla görüşmeleriniz ve özerklik provaları denilen tiyatro temsillerine Güneydoğu Anadolu’muzu peşkeş çekmeniz yetmedi, bir de Anzavur’dan Seyit Rıza’ya devlete başkaldıran ve milletin hakkını-hukukunu gasp edenlerden özür dilemenizi mi seyredeceğiz?
1926-30 arası Ağrı havalisini ve 1937-38’de Tunceli (Dersim) havalisini açıktan İngiliz ve el altından Rus desteğiyle organize eden Hoybun ruhu ölmedi, içimizde yaşıyor. Tehcirden artakalanlar, gelsin dedikleri “Ermenistan kuramadık, bari Kürdistan kuraydık” türküsünü her akşam kanal-kanalizasyon dinliyoruz. Gözlerimiz uzaktan Atatürk‘ün at üstündeki heykelini seçiyor, şimdilik pas geçiyoruz.
Dr. Devlet Bahçeli‘nin dediği gibi ‘Devlet diz çökmez‘, gerektiğinde diz çöktürür. Zira ‘Devlet diz çökerse millet ricat eder‘. Ricat Sakarya Meydan Muharebesi‘ne kadardı. Hodri Meydan!