” ‘Her kim bir kişiyi, kısas veya yeryüzünde fesat (bozgunculuk) çıkarmak dışında öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir kişinin hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.’ (Maide: 32) …’Âdem’in iki oğlu’ kıssası. Allah bilinciyle yaşamak (takva), açgözlülük (ihtiras) ve kıskançlıktan (haset) uzak durmak, canı aziz bilmek ve ‘yetmiş iki millete bir gözle bakabilmek’. İşte bunları yaşayan ve yaşatan, Allah ile yürüyor demektir. Yani bir insan, nasıl kendini açgözlülüğe kaptırarak, kıskançlığın esiri olarak, hem de kendi öz kardeşine karşı cinayete varan suçlar işler? Nasıl hırs ve günah küpü haline gelir? Bunun örneğidir. Âdem’in iki oğlunun kıssasında da, her daim yeniden oluş söz konusudur. Yani her doğan çocukla Âdem kıssası yeniden başladığı gibi; her açgözlülük, ihtiras, kıskançlık ve cinayet olaylarında da Âdem’in iki oğlu kıssası yeniden başlar. Bu manada ‘Âdem’in iki oğlu’ demek ‘Âdem’in bütün iki oğulları’ demektir. Açgözlü, hırslı, kıskanç ve câni herkes, bu fiilleriyle birlikte, anında ‘kötü’, diğeri de anında ‘iyi’ adam rolünü üstlenmiş olur. Çünkü bunların hiçbirisi, geçmişte olmuş bitmiş olaylar değildir. Âdem’in iki oğlu yani iyi ve kötü adamlar, her daim aramızda dolaşmaktalar.” (R. İhsan Eliaçık)
” ‘Kim, meşru çerçevede (ve meşru otorite eliyle) bir başka can karşılığı (kısas) veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarma cezası olmaksızın bir cana kıyarsa, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir hayatı kurtarırsa, sanki bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir.’ (Maide: 32) Hak, haktır. Büyüğü, küçüğü olmaz. Yani, hakkın büyüğü küçüğü olmaz. Hak haktır ve mutlak adalete göre ferdin hakkı topluma, hiçbir hak daha büyük diye başka haklara feda edilmez. Ayrıca, bazı cinayetler veya iyilikler vardır ki, tesirleri ve neticeleriyle sanki bütün insanlığı kapsamına almış gibi bir mahiyet taşır.” (Ali Ünal)
“Kim haksız yere, kısası gerektiren bir sebep olmadan veya yeryüzünde kanının heder edilmesini gerektirecek bir bozgunculuğa, anarşiye karışmayan bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmek gibi ağır bir cinayet işlemiş olur, sorumlu tutulur. Bir kimseye hayat veren, yaşamasına sebep olan da, bütün insanlara hayat vermek gibi büyük bir hayır işlemiş olur, mükâfatlandırılır. (Maide: 32)” (Ahmet Tekin)
” ‘Kim cinayet suçu işlememiş veya yeryüzünde fesat çıkarmamış bir kişiyi öldürürse, sanki bütün insanlığı öldürmüş gibi olur. Buna karşılık kim de birine hayat verirse, sanki bütün insanlığa hayat vermiş gibi olur.’ (Maide: 32) İslâm’ın bütün bir insanlığın tüm zamanlar ve zeminlerde değişmez değerleri olduğunun ifadesidir bu.” (Mustafa İslâmoğlu)
” ‘Kim suçsuz bir kişiyi kasten öldürmemiş veya yeryüzünde bozgunculuk yapmamış / terör estirmemiş bir kişiyi öldürürse, tüm insanları öldürmüş gibidir. Buna karşılık her kim de bir canı kurtarırsa / yaşamasına neden olursa, bütün insanları kurtarmış gibi olur.’ (Maide: 32). Ayette, hem insanın sağlığına ve yaşamına olacak yardımın, hem de hekimlik mesleğinin önemine de değinil- miştir diyebiliriz. Aynı paralelde organ bağışının da bir nevi hayat kurtarma, bir ihtiyacı giderme olacağından, desteklenen bir girişim, hatta bir nevi infak olacağı da söylenebilir.” (Gazi Özdemir)
“(Âdemoğullarının kıssası gösterdi ki, insan denen varlık, ‘kötüyü emreden nefsine’ uyduğunda peygamber çocuğu olmasına rağmen, kardeşini bile öldürebilecek hale gelebiliyor.) Bu nedenle (bir insan bile olsa, cinayetin Allah katındaki sonuçlarını bütün insanlara göstermek, yeryüzünde benzeri hadiselere teşebbüs edecekleri caydırmak için) İsrailoğullarına (Tevrat’ta) şunu yazdık: ‘Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın (haksız yere) öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (ölümden kurtulmasına vesile olarak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır.’ ” (Veli Tahir Erdoğan)
Unutulmasın ki, ayetlerde geçen ve insan tarafından işlenen ve işlenecek suçlardan ötürü; hak edilen cezayı verecek olan; zamanın resmiyeti, hükümeti veya devletidir. Kimse kendini devlet yerine koyamaz, koymamalı. Hakkını kendisi almaya kalkışamaz, kalkışmamalı. Aksi takdirde önü alınamaz hata, kasıt ve yanlışlıklara yol açarak; kaos ve karışıklıklara, yeni yeni zulüm ve haksızlıklara fırsat vermiş olur. Nitekim bitmeyen, sonu gelmeyen kan davaları; kişinin hakkını kendisi almaya kalkışmasının acı bir sonucudur. Devlet gerekeni yapar veya yapmaz; o başka mesele. Ne gam be dostlar! Büyük Mahkeme’de her hak yerini bulacak.