Tüketmek ve üretmek, yaşadığımız sürece bizimle olan iki eylemdir. Yürümek, okumak, içmek; gerçekleştirdiğimiz sürece farkında olduğumuz eylemler olduğu halde üretmek ve tüketmek eylemlerini pek fark etmeyiz. Bu eylemler o kadar doğaldır ve iç içedir bizimle. Oluş anlamlı, kılış fiilleridir bunlar.
Bir işteki kar ve zarar kadar kardeştir, üretmek ve tüketmek. İşin yasası bu: Tüketim olmayınca üretim olmuyor. Bir şey üretmek için enerjiyi, zamanı, sermayeyi tüketiyoruz. Bazen, üretimden sonuç alamıyoruz, ümitleri tüketiyoruz. Üretimle sonuçlanmayan tüketim, karamsarlığa yol açıyor.
Dünyaya, üretmek için tüketerek geliyoruz. Annemizin kanını, babamızın sermayesini tüketiyoruz bir şeyler üretecek konuma gelmek için. Bu tüketim çok görülmüyor bize. Hatta tükettiğimiz çok şey mutlu ediyor bizim için üretim yapanları. Çünkü ümit besliyorlar bize karşı, bir gün üreteceğimizi düşünüyorlar. Yaşımız kemale eriyor, üretmek, görevimiz oluyor. Kendimiz, çevremiz, insanlık adına bir şeyler üretmemiz bekleniyor bizden. Bir dönemden sonra, ürettikleriniz sizi değerli, tükettikleriniz değersiz kılıyor.
Ekonominin güçlenmesi, medeniyetin yükselmesi için üretimin tüketimden fazla olması gerekiyor. Bazen ekonominin ayakta kalması için tüketimin fazlalığı teşvik edilse de asıl olan üretimin tüketimin üstünde olmasıdır. Tüketilmeyen bir üretim de, tüketmek için insan bedeninde depolanan kalori fazlalığına benziyor. Fazla kalorinin obezliğe yol açması gibi. Ayakta sağlıklı kalabilmek için üretimle tüketim arasında denge şart. Fazla tüketim, yoksulluk; fazla üretim, hamallık demek.
Tüketim, çılgınlık sınırına varmadığı sürece ayakta kalmanın gereği ve meşru bir eylem. Tükettiğiniz size de çevrenize de neslinize de zarar vermemeli. Bir mantığı, bir dayanağı olmalı tüketimin. Mantığı olmayan her tüketim, israftır. Harcadığınız zaman, içtiğiniz su, yediğiniz yemek, bindiğiniz araba, uyuduğunuz uyku, kazandığınız para, tatmin ettiğiniz haz; ihtiyaç fazlasıysa, size ve çevrenize zarar verecek sınırı aştıysa artık o israftır. Onun hesabını hem yaşarken hem öldükten sonra vermek zorundasınız. Tüketimde özgürlük olmaz, sorumsuzluk vardır. Bu da insani bir nitelik değildir.
Üretimde de mantık, meşruiyet gerekir. Neyi, niçin ürettiğini bilmek; varlık nedenimizdir. İnsan, tükettiğinin de ürettiğinin de sorumluluğunu taşıyan, hesabını yapması gereken ve hesabını verecek olan ayrıcalıklı varlıktır. Üretilen atom bombası, silahlar, komplolar, ideolojiler, zehirler, kozmetikler; insanlığa ne kazandırmıştır? İnsanlık, ürettiklerinin efendisi mi, kölesi mi olmuştur? Üretilen maddi veya manevi değerler, insanlığı bulunduğu noktadan alıp saadet ülkesine doğru yükseltmiş midir yoksa dibe mi indirmiştir? Hangi hesabını kolaylaştırmış, hangi hesabını zorlaştırmıştır? Bu soruların, vicdanlarda kabul görecek karşılığını bulamayan üretimlerin, bir kıymetinin olmadığını düşünüyorum.
Üretim de tüketim de insanoğlunun emrine tahsis edilmiş iki eylem. Onlara meşruluk kazandıran, ikisin dengede tutulması, bunlarda aşırılığa kaçılmaması. Sorumluluk bilinci, kendini bu dengede gösteriyor. Tüketmek çok kere istem dışı olsa da, üretmek bizim için zorunluluktur. Sevgi, güven, huzur, dostluk, güzellik üretenler; bu dünyadan gönül huzuru ile ayrılabilirler. Diğerlerinin işi zor.
Siz, biz, hepimiz; bütün tüketiciler; dün ne ürettiniz, bugün ne üretiyorsunuz, yarın ne üreteceksiniz?