Uzmanlar Türkiye’de yaşanan depremlerde kayıp ve hasarların temel sebebinin yönetmeliklere aykırı olarak yapılan binalar olduğunu anlatırlar.
Bu öldüren binaların yapılmasında cehaletin payı var. Ama daha da fazla olarak ahlaksızlık, aşırı kazanma hırsı ve rüşvet, iltimas gibi toplumun çürümüşlüğünü yansıtan unsurlar etkili oluyor.
1999 depreminden sonra yüksek tahsilli mülk sahiplerinin bile ağır ve orta hasarlı binalarının hasar raporunu torpil ve rüşvetle hafif hasarlıya çevirttiklerini gördük. Hasarlı binalarını (sıva ve boya yaptırıp) öğrencilere, fakirlere kiralayan vicdansızları duyduk.
Deprem sonrası güçlendirme yapılan binalarda sağlıklı iyileştirmeler yapıldığına kimse inanmıyorlar. Çünkü ne yapan teknik kişilerin, ne de yaptıran mülk sahiplerinin ahlakına güvenmiyorlar. İyi bir denetim mekanizması da olmadığı için böyle bir güvensizliği anlayabiliyoruz.
*************************************
Dürüstlük ve Güven Oluşturmak
Şirketlerde, kurumlarda ve toplumlarda doğruluk, dürüstlük ve evrensel ahlak ilkeleri ışığında kişisel ve kurumsal güven oluşturmak en temel meseledir.
Bunu başaran organizasyonların içindeki bireyler mutlu ve huzurlu olur, verimlilik artar.
Güven düşükse, ahlaki değerler yıpranmışsa yönetimler otokratlaşır, kurallar ve denetimler sertleşir, bireylere yetki devri yapılmaz, alt kademeler yetkisizleştirilir, herkesten sadece kurallara uyması istenir. Verim için tek usul benimsenir, havuç ve sopa. O da olmazsa yeterli miktarda korku salmak.
Sonuç daha verimsiz, daha mutsuz, daha güvensiz insanlar ve onların oluşturduğu organizasyon ve toplumlar.
Doğruluk, dürüstlük ve evrensel ahlak ilkeleri ışığında kişisel ve kurumsal güven oluşturmayı başarmış toplumlardan iki örnek vererek daha anlaşılır olmaya çalışacağım.
*************************************
Depremde Japonların Davranışı
Aşağıdaki yazıyı okuduğum zaman, bazı tarihi camilerimizde bugün bile varlığını koruyan sadaka taşları aklıma geldi. Cami avlularının en kuytu köşesine konulan iç oyuk sadaka taşları, imkânı olan insanların, taşın içine bıraktıkları sadakalarıyla yoksula, rencide etmeden el uzatmasını sağlıyordu.
Sadaka taşları şimdi işlevini tamamen kaybettiler. Çünkü camilerde din görevlilerinin topladığı yardımların bile yerine ulaştığına güvenmiyoruz.
Sosyal medyada yazarını bulamadığım paylaşım şöyle: “2011 yılında, Japonya’da 9 büyüklüğündeki depremde ölenlerin sayısı 15, tsunamide ölenlerin sayısı 16 bin 500, denizde kayıpların sayısı 2 bin 600 kişi oldu.
Devlet halkından 1 Yen bile bağış yardım dilenmedi. Japonlar kendi aralarında gruplar kurarak yardım sandıkları oluşturdu. Sandıklar cadde ve sokakların görünmeyeceği bir yere kondu.
Sandığa para atmaya giden yüzbinlerce Japon yüzlerini gizleyerek, zarfların üzerine isim ve rakam yazmadan içine paralar koyup sandıklara attı, gizlice çekilip gitti.
Biriken paralar her gün belli saatlerde alınıp, yardım merkezine getirildi. Şeffaf ve görüntülü olarak kayıt altına alındı.
Kampanya bittikten sonra depremzedeler bir bir tespit edildi. Hiç kimse görmeden reklam yapmadan tek tek dağıtılıp imza ve kayıt altına alındı. Ne Japon TV Kanallarında ne de Dünya medyasında gösterilmedi.
1 YEN bile KAYBOLMADI kılı kılına ihtiyaç sahiplerine dağıtıldı, Ne veren ne de alan görünmedi.”
Halen bu yüksek ahlaki davranışı gösteren Japon toplumuna imrenmemek mümkün değil. Üstelik, İslam’ın ve bütün evrensel dinlerin hedef gösterdiği, bu ahlak seviyesine ulaşan Japonların bir kutsal kitabı ve peygamberi de yok.
Böyle toplumlarda kişiler birbirine ve devlet ile bireyler karşılıklı olarak güven duyarlar. Bu toplumlarda müfettiş, teftiş, denetim, yolsuzluk, rüşvet, torpil, yargılama, ceza vb kavramların bizim toplumumuzda olduğu gibi bir ağırlığı olamaz.
Buna rağmen onlarda işler daha düzgün yürür, aynı nitelikteki depremlerde Japonlar Türklere nazaran daha az ölür.
*************************************
Üniversitede Gözetmensiz Sınav
Sosyal medyada birkaç senedir Prof. Dr. Necati Cemaloğlu imzasıyla bir paylaşım dolaşıyor. Paylaşımı yaymaya çalışanlara dâhil olmak, toplumumuzda doğruluk, dürüstlük ve evrensel ahlak ilkeleri ışığında kişisel ve kurumsal güvene susamış olan iyi insanlara katkı sunmak istiyorum:
“Amerika’da Stanford Üniversitesinde sınavlarda gözetmen bulunmaz. Öğrencilerden birisi gelir, öğretim üyesinden kâğıtları ve soruları alır, arkadaşlarına dağıtır ve hep birlikte sınav olurlar.
En son kalan öğrenci, arkadaşlarının kâğıtlarını toplar ve öğretim üyesinin odasına gidip kâğıtları ve diğer sınav dokümanlarını teslim eder.
Bu öğrenciler mezun olduktan sonra yüksek ücretle ve saygın şirketlerde iş bulabilirler. Bu öğrenciler içerisinde kopya çeken olmaz mı? Zaman zaman kopya çekmeye teşebbüs eden öğrenciler olur. Diğer öğrenciler ona şöyle seslenir:
“Hey sen… Kopya çekerek Stanford Üniversitesinin diplomasını almak için çaba sarf eden arkadaş. Bu dünyada seninle aynı diploma ile yaşamak istemiyorum.”
Sonuç, kopya çeken öğrenci üniversiteden atılır. Bizde bu işler nasıl mı olur?
40 öğrencinin başında 2 gözetmen bekler. Gözetmenler kopya çektirmemeye özen gösterirler. Bazen öğrenciler topluca kopya çeker ve öğretmen, mühendis, hemşire olurlar.
Sonra ne mi olur?
Kopya çekerek öğretmen olana kendi çocuğunu verip, onu eğitmesini, kopya çekerek mühendis olanın yaptığı binanın depremde yıkılmamasını bekler.”
Gelişmiş ülkeler ile geri kalmış ülkeler arasındaki en önemli farklardan birini daha tespit ediyoruz: Gelişmiş olanlarda yaygın ve etkili bir değerler eğitimi verilmektedir. Bu eğitim sayesinde toplum içinde dürüstlük ve güven duygusu geri kalmış toplumlardan çok daha güçlü ve yaygındır.
Dürüstlük ve güven duygusunun topluma sağladığı ekonomik kazançlar ise tahmin dahi edemeyeceğimiz kadar büyüktür.