Konuyla alakalı okuduklarımızdan bahisle;
Necip Fazıl’dan, Nakşibendî tarikatı üyesi Nurettin Topçunun 1960 basım tarihli Türkiye’nin Maarif Davası kitabına yapılan referans hazırlanan müfredat taslağı siyasi anlam ve ideolojik açıdan laik Cumhuriyete meydan okumadır. Siyasal İslam’ın kalıcı hale getirilmesinin en keskin adımının atıldığını görüyoruz. Kültür ve medeniyetimize yön verenler dersine laiklik, karma eğitim karşıtı ne kadar isim varsa eklenmiş. ‘Bütüncül eğitim yaklaşım modeli’ olduğu iddia edilen müfredat taslağının omurgasını temel bilimsel dersler değil, dini ders ve kavramlar oluşturmakta. Örneğin; fizik, kimya, biyoloji ve matematik gibi evrensel ve bilimsel dersler adeta angarya gibi gösteriliyor ve daha çok dini ve ahlaki değerlerin öğretilmesine odaklanılıyor. Amaç Tevhîd- i Tedrîsât ile hesaplaşma isteği mi?
Taslakta yüzlerce kez ‘değerler’ kelimesi geçmekte. Peki, o değerlerin içeriğinde neler var? Bütününe bakınca değerlerin din dersleriyle eşleştirilmiş durumda olduğunu anlıyoruz.
*
Örneğin; o sayılan değerlerde cumhuriyet, barış ve eşitlik gibi evrensel kavramlar yok. Tüm yapı; itaat, fıtrat, kanaat, şükür, edep, mahremiyet, sabır, ahilik, fazilet, hadis, cedel, hikmet, iffet, üzerine oturtulmuş durumda. Bazı ders içeriklerinde veda hutbesindeki eşlerin sorumlulukları, aile yapısının ayet ve hadisler ışığında ele alındığı, kadının çalışma hayatına girmesinin, çocuk ve yaşlı bakım merkezlerinin arttırılmasının aileye zarar verdiğinden bahsedildiği kadın düşmanı, ayrımcı ifadeler var.
*
İktidarın Yirmi iki yıldır sürdürdükleri eğitim politikasını eğitimin piyasalaştırılması ve dinselleştirilmesi yolunda el arttıracaklarının ilanı olarak okumak yanlış olmaz. Mevzu bahis olan hepimizin geleceği. Bu müfredat taslağının geri çekilmesi başat mücadele başlığımız olmak zorunda. Bilimsel ve evrensel olmayan bir müfredatla eğitimin daha iyi bir duruma gelmesi mümkün mü? Yaratıcı, çocukların yeteneklerini ortaya çıkaracak, bilimsel bir eğitim programı yerine, hedefi dindar ve kindar nesil yetiştirmek olan bu taslağa yüksek sesle itirazlarımızı sunmamız gerekiyor.
*
Başbuğ Atatürk’ün veciz ifadesiyle;
‘’Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder’’.
*
Edinimsizlerimizden bahisle, Türk Eğitim Sistemi kalitesi, World Economic Forum’un “Eğitim Kalitesi 2018” raporunun verilerine göre dünyada 99’uncu sırada. 137 ülkenin yer aldığı bu sıralamada, yalnızca 38 ülkenin önüne geçebildik.
Hâlâ “eğitimde çok iyi seviyelere ulaştık” diyenler, acaba geçtiğimiz sene bulunduğumuz 101’inci sıradan 2 basamak yukarı çıkmamızı mı başarı addediyorlar? Zira halen Mozambik, Nikaragua, Tanzanya, Etiyopya ve Kamboçya’nın bulunduğu yüzdelik dilimden kurtulamadık da…
*
Eğitimin ülke kalkınmasıyla doğrudan bir ilişkisi vardır. Eğitimde kalkınmadan ne ekonomide ne de başka bir kıstasta kalkınmamız mümkün değildir. Bu açıdan eğitim, gelişmişliğin en büyük göstergesidir.
*
Word Economic Forum’un listesinde İsviçre, Singapur, Finlandiya ve Hollanda başı çekiyor. Dünya tarihi açısından çok kısa süre önce bataklık olan Finlandiya’nın nasıl iktisadi ve kültürel kalkınma örneği gösterip gelişmişlik listelerinde nasıl üst sıralarda yer almayı başardığı araştırılıp, neden Türkiye için de eğitimde kalkınma çözümü üretilmiyor?
*
Avrupa, dünyanın gidişatına göre eğitim sistemini inşa ederken biz geri kaldık. Bu konuda halen hiçbir çaba harcamıyoruz çünkü sorunu tam olarak tespit edebilmiş değiliz. Ancak 50 yıl öncesi ile yapılan kıyaslamalarla kendimizi kandırmaya devam ediyoruz.
Eğitim ve ekonomi gelişmişliğin ana kıstasları olarak kabul edildiğinden bunları temel aldım. Türkiye’nin yer aldığı özgürlükler, demokrasi, yargı bağımsızlığı gibi sıralamalara bakarsak daha vahim vaziyetler ortaya çıkacaktır. Bu geri kalmışlıktan kurtulup bir an önce çağdaşlarımızın gelişmişlik seviyelerine ulaşabilmemiz için, devletin planlamayla ilgili kurumlarının evvela ülke ihtiyaçları hususunda kapsamlı çözüm planlamaları yapması gerekiyor…
*
Eğitim sistemimizde geri kalmışlığımızın ana ögelerinden biri de Müslüman bir millet olarak Kur’an’ın öngördüğü dini kavrayamamış olmamızdır, hayatımıza gerçeğiyle adapte edememiş olmamızdır.
Örneğin, Hıristiyan olan bir ülke Müslüman olma yolunu seçsin. Oradaki ahalinin önce Arapça öğrenmesi mi gerekir? Yoksa o ülkenin dilinden Kur’an meali mi lazımdır. Yani o halkın Müslüman olabilmesi için 15-25 yıl lisan eğitimi görmesi şart mıdır? Böyle bir mantıksızlık olabilir mi? İslam dini nüzul edeli 1400 yıl olmuş. Türk Milletine hala kendi dilinde Kur’an okumak günahtır, yasaktır. Amma tarikat ve mezhep serbesttir. Bu, Türk milletine düşmanlık değil de nedir? Sakladıkları veya halkın öğrenmesini istemedikleri bir şey mi vardır acaba? Okuyun görürsünüz.
Gerçek bu kadar net iken, siyasi iktidarlar Türk Milleti’ne en büyük kötülüklerden olanı yapmış ve eğitimi felç etmiş bırakmıştır.. Kur’an’da imam ve hoca yoktur amma Türkiye’de binlerce imam hatip okulu vardır ve eğitim dinselleştirilmiş olup Afganistan, Pakistan olma yolunda hızla ilerleyelim, cahil, kör ve eğitimsiz kalalım.
Bir deyim vardır: ‘’Dipdiri meyyit ebedi köle’’iktidarların istediği.
*
Lütfen ‘’iniş sırasına göre ‘’ Türkçe Kur’an meali’’okuyalım. Türk Milleti’nin kurtuluşu ancak Kur’an dinini yaşamaktan geçmektedir. Yoksa bizi istedikleri gibi güderler.
Lütfen etrafınıza şöyle bir bakınız! Yüce dinimizin önderi / lideri olduğunu söyleyenlerin, kaç tanesinin cibilliyeti Türk’tür?
Oysaki Türk, Allah’ını tanıyan demektir.