İman; hayatın hayatı ve gayesi olup, en yüksek hakikati ve gerçeğidir.
Fakat bu imanı; taklitten tahkike geçirmek gerekir.
Tahkikten de, ilmelyakin / ilimle biliş mertebesine, ilmelyakinden
Aynelyakin / görerek biliş seviyesine,
Oradan da, hakkalyakin / hakikatle iç içe oluş mevkiine yükseltmek lâzımdır.
Çünkü kâinatın tılsımı bu şekilde keşf olunur.
Birer define ve hazine hükmünde olan;
Küçük büyük tüm eşya / şeyler, tüm varlık ve yaratılanların mahiyet ve iç yüzleri;
Ancak bu miftah / bu anahtarla açılır.
Zira iman / inanç; hilkat / yaratılış hikmet maksat ve gayesinin başta gelen dellâl ve hatibidir.
Tevhid / Allah’ın bir olduğuna inanma, birleme; iki şekilde olur.
Birisi âmiyâne / basitçe, üstünkörü, cahile yakışan tevhid anlayışı;
Yani taklidî bir imandır ki, daha çok duyup işitmeye dayanır.
“Allah’ın şeriki / ortağı yok ve bu kâinat / bu evren ki,
Yaratılmış olan şeylerin tamamı ve tüm âlemler; Allah’ın mülküdür.” der.
Bu kısım tevhid sahiplerinin; fikren Allah’tan uzaklaşıp,
Nefsin arzularına dalmak ve Hak ve hakikatten sapmak gibi,
Gafletle dalâlete düşme korkuları vardır.
İkincisi hakikî / gerçek tevhid / Allah’ın bir olduğuna inanma ve O’nu birlemedir ki,
Tahkikî iman demektir.
“Allah birdir, mülk O’nundur, vücut O’nundur, her şey O’nundur.” der.
Lâyetezelzel / sarsılmaz, güvenilir, devamlı var olan bir Allah’a karşı;
Bir itikat, bir iman ve inanç içinde olur.
Bu kısım inanç sahipleri, her şeyin üstünde Allah’ın sikke / alâmet, nişan ve turrasını görür.
Her şeyin cephesinde bulunan mührünü, damgasını okur.
Bu sayede huzurî / bizzat yanında veya karşısında bulunuyor gibi,
Bir tevhid melekesi edinirler.
Böylece, dalâlet, evham ve vehimlerin sataşma ve ilişmesinden uzak kalırlar.
Evet, hakikî tevhid; yaratılan her şeyin yüzündeki
Hâlık’a / Yaratan’a ait olan sikkeyi / alâmet, nişan ve turrayı görmekle bilinir.
Hakikî tevhid; canlı, hayat sahibi her varlığın alnında ve cephesinde;
En büyük, en parlak ve onun canlı ve hayattar olma
Keyfiyet ve hususuna işaret eden sikkesini farketmekle kabildir.
Her canlıdaki hayatiyet unsuru; canlının bedenini kuşatır.
Öyle ki, sanki bedenin her yerinde görülen, hem de hiçbir yerinde görülmeyen;
Anlaşılması anlaşılmamasında saklı olan; meçhul bir hakikatin sırrının farkına varılmasıyla
Hakikî tevhid; bir de bu şekilde kendini nazara verir.
Hakikî tevhidi, iman-ı tahkikîyi, yani hakikî imanı derk ettiren,
Şuur ve bilincine vardıran en büyük delillerden biri de hayat delilidir.
Ki insan; canlı mahlûkata vazedilen / konulan hayat hatemi, mühür ve damgasının
Bilhassa farkına varmasıyla da, mükellef ve yükümlüdür.
Çünkü:
“Hayat, Cenab-ı Hakk’ın taklid edilmez bir sikkesi, bir imzasıdır.
Teknoloji ve bilim o derece ilerlemesine rağmen
İnsanlar en küçük bir canlının taklidini yapamamışlardır.
Hayat madde içinde meydana gelmekle beraber, madde ötesi bir olaydır.
Hayatın insanlarca bilinen bir formülü yoktur…
Hava, su, güneş, toprak gibi unsurlar hayata hizmet eder, onu netice verir.” (Prof. Şadi Eren)